30 Nisan 2011 Cumartesi

NİSANDA NE DİNLEDİM ?

Sanırım bir açan bir kapayan, bir soğuyan bir ısınan havada bana yol arkadaşı olan 3 albüm vardı. İki buçuk aydır dinlemekten hala sıkılmadığım muhteşem Adele albümü ''21''. Sanırım ilerki yıllarda bile hala dinlemeye devam edeceğim mükemmel bir ''modern klasik''. Uzun süredir yavanlaşmaya başlayan mainstream pop müzik endistürüsünü harekete geçiren Britney albümü ''Femme Fatale'' ve dinlediğim günden beridir bana sadece insanlara değil, objelere ya da başka şeylere de aşık olabileceğimi gösteren Zaz albümü ''Zaz''.

Aslında farkındaysanız Zaz çılgınlığı geçtiğimiz ay boyunca hemen hemen herkesi bir anda sardı. İstiklal Caddesi üzerinde yer alan bütün kitap evleri ve tarzı yerlerden sürekli onun şarkıları yükselmekte. Açıkçası caddede yürüken ''Je Veux'' ya da ''Les Passants'' duymak çok hoş. Ancak Zaz'ı herkesten önce keşfeden kesim de bizlere sinir olmakta !?

Şimdi tek dileğim önümüzdeki aylarda Istanbul'a gelmesi. Aslında geçtiğimiz ay sonunda Mart ayında en fazla dinlediklerimi sıralarken Nouvelle Vague'u da saymıştım ve birkaç gün sonra Mayıs ayında Babylon'a geleceklerini öğrenmiştim, belli mi olur gelecek hafta da ''Haziranda Zaz Istanbul'da'' başlığıyla karşılaşırız belki.

Albümde yine hızlı temposuyla dikkat çeken ''Le Long de la Route'', ''Prends Garde A Ta Langue'', ''Ni Oui Ni Non'' en sevdiğim şarkılardan. Bu arada ''Trop Sensible'' ve ''Ebloie Par La Nuit'' de albümdeki yıldızlı slowlardan.

Ay boyunca song of the week blogunda yıldızı parlayan şarkılar ise;

2011 yılı yıldız savaşlarının gerçekleşeceği yıl olarak da tarihe geçmeli. JLo, Britney, GaGa yetmezmiş gibi bir de Beyonce albüm çıkartacağını açıkladı, hatta ilk single ''Run The World (Girls)''ü yayınladı bile. ''Me,Myself & I'', ''Irreplecable'' ve ''Single Ladies'' gibi sakız gibi uzattığı girl-power olayını yeni albümde de sürdüreceğe benziyor. Bunca zaman boyunca oluşturduğu sofistike R&B tarzından çok daha uzakta oldukça cheesy bir şarkıyla geri dönmesi de tek kelimeyle hayal kırıklılığı, umarım albümün geri kalanı böyle değildir. Ya da en azından balladlarla bu sorun çözülebilir.
Bu arada twitter ve tumblr hesaplarımdan da duyurduğum gibi (hatta fotosunu da paylaşmıştım) Beyonce Amerikan Harper's Bazaar'ı için çekimdeydi geçtiğimiz günlerde. AAynı şekilde Britney Spears'in da bir Bazaar çekimi gerçekleştireceği söyleniyordu. Unutmadan Lady GaGa da Vogue sonrası Bazaar kapağında yer aldı.

Britney ilk adımı attı, ayağını sürdü ve mayıs ayında en bomba albümler yayınlanmaya başlıyor.
Jennifer Lopez // Love ? (Latin Ateşi yansın o halde)
Colbie Calliat // All Of You (Smooth ve akustik mi ? Hem de havalar ısınırken ! )
Moby // Destroyed  (Hareket zamanı şimdi ! Hazır mısın dansa ?)
Lady GaGa // Born This Way (Fuck off GaGa)

Bu arada ''the real yılan hikayesi'' Sophie Ellis Bextor albümü ''Make A Scene'' de çoktan nete düştü bile. Albüm Rusya'da yayınlansa da genel dağıtımı Haziran'da. Ancak olur da bahara ya da yaza merhaba partysi yapıcaksanız, download etmekte bir sakınca yok sanırım.

Unutmadan Eurovision ve Freshtival da mayıs ayında !
Müzikle coşmaya hazır olun !


ps. royal wedding postunu updateledim.
ps 2. yarın apollo boy mag mayıs sayısı da görücüye çıkıyo.
xoxo

29 Nisan 2011 Cuma

THE FASHION ROYALITY: THE ROYAL WEDDING !

Aylardır oturup da merakla beklediğim bir organizasyon olmamakla beraber son günlerde arttırılan ''public interest'' ve ''acaba gelinlik kimden?'' sorusunun cevabını ben de bir hayli merak ettiğimden sabah yataktan kalkar kalmaz TV karşısında kitlendim. Öyle bir kitlenme ki bu süre zarfında hem sabah kahvaltısını yaptım, hem öğle yemeğimi yedim hem de yazmam gereken essay için ''brainstorming'' bilem yaptım. Evet anlayacağınız sabah saat 10dan akşamüstü 3e kadar koltuk, TV, laptop ve annem güzel bir dörtlü oluşturduk.
Long live the British Monarchy! (How else would we enjoy some pure Glamour and Style?!)
retweet from Giovanna Battaglia

Tören Kraliyete ait olduğundan ötürü pek de gösterişli kıyafetlerle karşılaşmadık, hepsi tek renk, zarif, şık ama sadeydi. Gerçi zaten hepimizin beklediği şey Catherine Middleton'un gelinliği ve gelen high-society, aristokratik ve zengin üst sınıf insanların takacağı şapkalardı. Vogue haberine göre 36 şapkayla Philip Theracy en fazla tasarımla düğüne katılan isim olmuştu. Kimi sanki Lady GaGa'nın evine gidecekken yanlışlıkla Londra'daki hanedan üyelerine gitmiş gibi görünse de eminim her zarif hanım onlardan bir tanesini takmak istemiştir.

Son dakikaya -arabaya binene- kadar gelinliğin kimin tasarımı olduğunu öğrenemedik. Dün Türkiye'ye göre gece yarısından sonra twitterda dolaşan fotoğrafta Alexander McQueen kreatif direktörü Sarah Burton'un ayı postu gibi kafasına taktığı şeyle Middleton'un oteline girdiği fotorğraf dolaşmaya başladığında taşlar yerine oturmaya başlamıştı zaten. Daha sonra gelin kızımız arabaya binerken Burton'un ona yardım ettiği tweetleri de geldikten sonra zaten henüz araç Westminster Abbey'e ulaşmadan Sarah Burton'dan resmi açıklama gelmişti. Gelinlik ''en ingiliz'', ''en teatral'', ''en asil'' ve ''en royal'' kıyafetleriyle, RTW parçaları bile Haute Couture gibi tasarlayan Alexander McQueen'dendi.

Sizin anlayacağınız bu iş Da Vicni Şifresi kadar gizemli bir hal almıştı. İşte bu yüzden hani bu düğünü ve gelinlik hakkında söylenenleri abartılı bulanlara lafım var. Eminim hemen hemen her gün hepiniz de bungy jumping yaparak vakit geçirip, Gossip Girl ve Lost setinden fırlamış gibi bir hayat sürüyorsunuz, o yüzden hayatınız hiç monoton değil ve ufak heyecanlarla da biraz daha eğlenceli bir gün geçirmek istemiyorsunuz. Eminim arkadaşınız evleneceği zaman bile acaba gelinlik nereden sorusunu sormuyorsunuz ? Bunları sormuyor, yapmıyor olabilirsiniz, o zaman zaten bu düğünün sizi ilgilendirmediği aşikar, ilgilendirmesi gerekmez de, ama ilgilenenlere saldırmak da niye ?


Kate Middleton sonrasında sanırım tüm medyanın en beğendiği üç isim kendi tasarladığı elbisesi ve Philip Theracy şapkası ile Victoria Beckham, Ralph Lauren takımı ile Charles Dickens romanından fırlamış haliyle aristokrat İngiliz Beyefendilerine benzeyen David Beckham,  Sarah Burton tarafından giydirilen ''maid of honor'' aynı zamanda kız kardeş Philippa ''Pippa'' Middleton ve Catherine Walker tarafından giydirilen anne Carole Middeltondı. Bu arada gelen davetliler arasında Elton John'un, Vogue London baş editörü Alexandra Shulman'ın, (altta sağ) Mario Testino'nun, Joss Stone'un ve İgiliz socialite, it girl Tara Palmer'ın (altta sol) da yer aldığını belirtmeliyim. 
Ufak bir not gelinliği tasarlayan Sarah Burton'a dünyanın en büyük modacılarından methiyeler yağdı. Düşünsenize bir de böyle bir olayın Türkiye'de gerçekleştiğini, acaba kaç tane tasarımcı, bir diğerini tebrik ederdi. (Bakınız. Tık.) Tabi aynı şey Londra sokaklarında gerçekleşen sorunsuz ve disiplinli tören için de geçerli.
Şapka olayını abartan iki isim vardıysa onlar Princess Beatrice ile Eugeni'ydi. Lady GaGa için bile fazla absürd modeller değiller mi ? Bu arada sanki tüm şapkalar Mad-Hatter'ın hayal gücünün vücut bulmuş hali gibiydi. Zamanla şapkalar eklendikçe bu post da update edilir.

images via, vogue türkiye, vogue london, tumblr blogs, just jared

28 Nisan 2011 Perşembe

FEMME FATALE OR JUST FATALE MUSIC ?

Kuşkusuz Britney Spears'ın bugüne kadar attığı en doğru 3 adım; Madonna düeti, ''In the Zone'' albümü ve Twitter üyeliği. Özellikle Glee'ye konuk olması ile bir anda dikkatleri üstüne çeken Spears zaten dizide rol almaya başlamadan önce de ufaktan ufaktan reklamını yapmaya başlamıştı. Sene sonuna doğru sürekli twitterdan çıkacak albümü ve şarkıları, videoları hakkında kimi zaman ipuçları veren kimi zaman da sürprizleri olduğunu belirterek hem hayranlarını hoş tutup nabız ölçen, hem de bir anlamda yavaştan ama emin adımlarla albümünü pazarlamaya başladı. Eh tabi tüm bu adımlar özellikle bende de merak uyandırmaya başlamıştı bile, acaba yeni Britney albümü nasıl olacaktı ?
Britney'ye göre Femme Fatale tanımı: Seksi, güçlü, cool, kendine güvenen, gizemli ve tehlikeli.

Son yıllarda pop müzikte en büyük trend yine dans, sanırım bu özellikle Madonna ve ''Confessions on a Dancefloor'' dönemi ile de iyicene tavan yaptı. İşte ''Femme Fatale''de de olduğu gibi alışılageldik Britney pop tarzı, dans volume'lerinin ardında kalmış bu sefer. Albümdeki slow şarkı sayısı da az. Yani dans etemey hazır mısınız ? İşte konu dans olduğuna göre de albümün açılışı ''dance till the world ends'' gibi klişeleşmiş bir mottoyla ve de klişeleşmiş şekilde açılıyor. Vasat videosunun aksine son zamanlarda enerjiyi en üst seviyede tutan muhteşem bir kayıt ''Till the World End''. Arkasından gelen ''Hold It Against Me'' ise kesinlikle ilk dinlediğimde beni kendine çekmeyen hatta ''bizi bunca zaman beklettikten sonra böyle ucuz bir şarkıyla mı dönüyor'' dedirttiren bir yapım. Ne garip ki albümün tamamı da bence böyle, ilk dinlemede beni kesinlikle hayal kırıklılığına uğratan ancak dinledikçe insanda bağımlılık yaratan cinsten.

''In The Zone''dan bu yana pek de ortak çalışmalara imza atmayan Spears bu albümde iki şarkıda bu geleneği bozuyor. Yüksek ritmli, hip-hop'tan dans kırması ''(Drop Dead) Beautiful''da kendine eşlik eden isim Sabi. ''Who the hell is Sabi?'' dediğinizi duyar gibiyim. Ancak albümün en iddialı şarkılarından, iddia demişken bu alanda ''Inside Out'' da oldukça yetenekli. İnanması güç olsa da ''Where is the Love?'' gibi 00lerin en iyi pop kaydını yapmış bir grup olarak son zamanlarda apaçi tarzına kaymış olan Black Eyed Peas'in beyni Will.I.Am ise ''Big Fat Ass''de Britney'ye eşlik eden isim. Tahmin edebileceğiniz gibi son albümlerindeki ''The Time (Dirty Bit)''te olduğu gibi bu şarkı da ''apaçi stayla''. Son zamanlarda Jennifer Lopez'in de bu akıma kapılması nedeniyle acaba tüm müzik bu tarzın istilası altına mı girecek diye de korkmuyor değilim hani! Hemen ardından gelen ''Trouble For Me'' ile de bu tez kanıtlanır gibi. Yine şarkının introsu ve yer yer baskın gelen ritmleri de Jennifer Lopez'in son hiti ''On The Floor''u çağrıştırıyor. Hazır albümün sinir bozucu parçalarını sıralamışken ''How I Roll''ü de belirtmeden geçmeyeyim.  İki apaçi hiti ardından gelen smooth dance ''Trip to Your Heart'' ise gidişatı kurtaran şarkı durumunda sanırım.

Albüm açılırken peş peşe sıralanan 4 güzel parça sonrası bir vasat, bir idare eder olarak ilerleyen albüm en azından kapanışı güzel yapıyor. ''Gasoline'' ve ''Criminal''. İlki şüphesiz albümün açılış parçasından sonraki en iyi dans kaydı. Keşke üçüncü single bu olsaydı. İkincisi ise bir mitolojik hikayeden ya da bu hikayeyi tasvir eden bir tablodan kopmuş gibi. Sanki Apollo, Daphne'yi kovalarken o sırada başka bir tanrı arpı ile bu şarkıyı söylüyordu.

''BlackOut''taki dans şarkılarının aksine pek karanlık değil ve sanki daha optimistic. Bence Britney'nin dediği gibi kariyerinin en iyi albümü de değil, ''Circus'' ve ''In The Zone''un gerisinde bile kalır. Ancak Britney yine her zaman yaptığı gibi bizleri şaşırttı ve albümde ''farklı'' bir şeylerle karşımıza çıktı, ki bu da aynı şeyleri yapıp iyi ama sıkıcı olmasından çok daha iyidir. Aslında düşündüm de belki de o kadar da kötü sayılmaz, neticede 12 şarkıdan sadece 3ü vasat. Son bir not, Britney en sonunda şu formülden vaz geçmiş: 3.30 dakikalık şarkı formatı. İlk 2 dakikası sizleri yerinizden zıplatacak kadar yüksek tempo, ardından 40 saniye slow ve yine yüksek tempoyla şarkısını bitirmek.

Sanırsam 5 üzerinden 4 ile sınıfını geçti.

images via, google images, V Magazine #70, spring issue, shoot by Mario Testino 

25 Nisan 2011 Pazartesi

THE GREAT GATSBY

Birinci Dünya Savaşı sonrasında Amerika. Dünya'nın kalbinde değişen düzende, ekonomi zirveden büyük buhran'a doğru ilerlerken ''jazz age'' olarak tabir edilen yıllarda geçen New York Socialite'sini anlatan bir aşk ve Amerikan Rüyası hikayesi. ''The Great Gatsby''.

Aslında aşk hikayenin yüzeyde görünen ve okuyucuyu / izleyici kendine çeken tarafı. Alt metinde 1500lerde Amerika'ya gelen ve bugün hala bahsedilen ancak değişime uğrayan Amerikan Rüyasını konu alınıyor. Başlarda çok çalışarak elde edilebilineceneği düşünülen bu rüya 20lerde artık hazır konulmuşluk halini alır. Bugün de öyle değil mi ? Elinize bir New York bileti alın here comes your american dream true !

Sonradan görme, görgüsüz ve zevksiz bayağı zenginlerin mekanı ''West Egg'' ile Amerikan Aristokraisi'nin yaşadığı ''East Egg'' hikayenin mekanları. Geçmişi belirsiz (bize aktarıldığı kadar yalan, ancak sonlara doğru herşey açıklığa kavuşuyor) Jay Gatsby'nin her cumartesi West Egg'de fazlaca gösterişli malikanesinde gerçekleştirilen partylere katılan isimler de işte bu tipteler. Kendini ünlü, zengin göstermek isteyen bir avuç sonradan görme. Düşündüm de cebine iki kuruş fazla para gören Türkiye şarkıcıları (ikinci sınıf ünlüleri) ya da Anadolu'dan Istanbul'a gelen ne oldum delisine dönüşen futbol oyuncuları gibiler.

Kitap boyunca, değişen insan ahlakı incelenirken aynı zamanda iç içe geçen aşk hikayeleri ve Gatsby'nin verdiği partylerle de eğlenebilirsiniz. (Tamam belki cümlenin ikinci kısmı sadece film için geçerlidir).

Filmde ise Jay Gatsby'yi Robert Redford, hikayenin anlatıcısı Nick Carraway'i Sam Waterstone ve Daisy BuchananMia Farrow canlandırıyor. 2 Oscarlı '74 yapımı bir film. Kitabı sayfası sayfasına beyaz perdeye aktarılan filmde kısacası hiç bir ayrıntı gözden kaçmıyor. Yüksek yaşam standartlarının göz önüne serildiği filmde kostümler ise şahane. Bir de party esnasında çalan müzikler. Buchanan'ların şahane evlerine hayran kalırken kitaptaki sıcak havanın filmde oyuncuların sürekli terlemesi ile görebiliyoruz ve de kadın oyuncuların abartılı rol kesmeleri ise filmin eksi yanlarından.

Önce okumalı sonra izlenmeli  bence. Hatta izlemeden sadece okumanız şiddetle tavsiye edilir. Ufak da bir not. Leonardo di Caprio, Carey Mulligan ve Isla Fisher'ın baş rolünü oynayacağı film (yeniden çekim) Baz Luhrmann tarafında bir kez daha sinemeye aktarılmayı bekliyor.

Kitap kapağında gördüğünüz gözler ise T. J Eckleburg'a ait ve tam West Egg ile New York'u birbirine bağlayan ''Valley of Ashes''da yer alan bir billboard. Tanrının gözleri tüm bu kötüleşen toplum düzenini gözetliyor gibi. Sanırım George Orwell bir selam çakmış Fitzgerald'a.

22 Nisan 2011 Cuma

IT'S BRITNEY BITCH !!!

''Baby One More Time''ı ilk 99 Aralığında MTV'de görmüştüm. Daha sonra ise okulda ne zaman saate baksam (hala da) videonun o meşhur sahnesi gelir aklıma. Ardından gelen ise ''Crazy''. Hatırlayın o zamanların muhteşem kızı Melissa Joan Heart'ın dizisi ''Sabrina''ya konuk olmuştu. Hatta videoda da Melissa oynamışt. Daha debut albümü ''Baby One More Time'' ile Amerika'da ve dünyada büyük ses getiren Brtiney ilk albümü için pure ve soft pop şarkılar seçmişti. ''Sometimes'', ''Born To Make You Happy'' ve ''From the Bottom of My BrokenHeart''. Hiçbir zaman yolları ayrılmayacak olan Max Martin ile yolları buradan başlamıştı.  

O zamanlar sadece sıradan bir şarkıcıydı benim için, ta ki ikinci albümüne kadar. ''Ooops I Dit Again''i Amerika'daki kuzenimden istetmiştim. İşte sanırım tee 2000lerden başlamış bendeki Britney fanlığı ! Ergen yıllarında çokça dinlediğim ''Don't Let Me Be The Last To Know'' da bu albümdeydi. Daha sonradan Rolling Stones coverı olduğunu öğrendiğim ''Satisfaction'' da en favori Brit şarkılarımından biri olan ''What U See, Is What U Get'' de ikinci albümün içinde yer alanlardandı.

Britney sanırım hiçbir zaman daha önce yaptığını tekrar etmedi, her albümde yenilik, ya da aynı şeyin üstüne yeni bir şeyler ekleyip sunmuştur en azından. Üçüncü albümü ''Britney'' de böyle bir şeydi. Komşu kızından, sokak kızına dönüşen  bir karakter. ''Boys'' ve ''I'm a Slave 4U'' herhalde Spears'ın o güne kadar yapmış olduğu en provakatif işlerdendi. Çoğumuzun (erkeklerin) söylerken çekindiği - en azından benim - ''Im Not A Girl Not Yet A Woman'' ve diskografisinden en nefret ettiğim şarkı, aynı zamanda bir cover olan ''I Love Rock'n Roll'' da albümün diğer meyvelerinden.

7 Britney albümü içinde favorim olan ve bana ''top albümlerim'' sorulduğunda muhtemelen zirve ya da zirve ortağı olarak sayacağım ''In The Zone''. Aslında nedenler çok. Koskoca Madonna albümde. ''Me Against The Music'' dışında en süper Britney şarkısı ''Toxic'' de burda. Ve bugüne kadar sahip olduğu en harika ballad. ''EveryTime''. Tabi bir de en seksi Britney de aynı zamanda bu albümde. Videosu yayınlanmadığı için ve dolayısıyla hak etmesi gereken ilgiyi yakalayaman ''Outrageous'' ile ''Showdown'', ''Breathe On Me'', ''Early Mornin''. Asıl femme fatale burda.

4 sene bekledikten sonra karşımıza çıkan ''BlackOut'' ise belki de onca bekleyişin ardına ilaç gibi geldiğinden pek de hayal kırıklılığı sayılmaz. Sadece müzikler değil, şarkı sözleri bile çok seksi üstelik bu sefer. Hatta içinde afrodizyak etkisi yaratabilecek şarkılar bile. ''Gimme More'' içinde karşımıza çıkan ve kısa zamanda Britney imzası haline gelen ''It's Britney Bitch'' sözü ise uzun zaman boyunca telefonumun melodisi olarak kalmıştı. ''Heaven on Earth'' ile ''Ooh ooh Baby'' ise albümden gözde cariyelerim.

Son 10 yılın en çarpıcı turneleri sayılsa herhalde ''Circus'' albümü ile gelen show dizisi bunun içinde muhakkak yer edinir. İkinci ''Toxic'' vakası ''Womanizer'' ile sanki ''In The Zone''a bir göz kırpış vardı. Britney hala dans ve pop yapmaya devam ediyor, ancak bu sefer biraz daha karanlık. ''Mannequin'', ''Kill The Lights'' (bu açıdan yine In the Zonevari)... ''Shattered Glass'' ile '' Lace and Laeather''da yine albümün favorilerinden. ''If You Seek Amy'' ise nasıl unutulur ki ? Benim gözümde ''In The Zone'' kadar kuvvetli (hatta onla boy bile ölçüşür) ve kariyerinin en bomba ikinci albümü budur.

Aralarda ise 2 greatest hits 1 remix albümü ! ''My Prerogative'' ile ''Do Something''. Britney'nin bunlardan daha fazla sert durduğu başka şarkısı var mı ? Videosu olmadığı için içlerlediğim ''And Then We Kiss'' ve doğmamış çocuğuna yazmış olduğu ''SomeDay I'll Understand You'' ile hiç olmadığı kadar şeffaf. Ve en dirty haliyle ''3''.

''BlackOut'' dışında 6 albüm de Billboard Top 200de zirvede. BlackOut da ona yakın. #2 Numara olmuş. 4 tane de zirveye çıkmış (Billboard Hot 100) single. ''Me Against The Music'' ile ''Toxic'' de kesinlikle bunu hak edenlerdendi bence ama ne yazık ki. 80.000.000 gibi de albüm satışı. Her zaman dediğim gibi Madonna sonrası en büyük pop yıldız değildir de nedir ?


ps. femme fatale yazısı için beklemede kalın :)
images via. google images; the upper one: american vogue november 2001, the second one modified (not an original from google images)

17 Nisan 2011 Pazar

NOW 21 !

Bugün 21. doğum günüm. 21 tıpkı Carine Roitfeld, Sarah Jessica Parker ve Javier Bardem gibi çirkin ama karizmatik bi sayı.
Ancak doğumgünümde pek de keyifli olduğum söylenemez. Yarına ve çarşamba gününe 2şer sınavdan etti sana 4. No party durumları! Sanki çok party boymuşum gibi konuştum ama :D

Yeni yaşımdan beklentilerim çok ! Bakalım tüm yükü 21'in üstüne atmak istemem ama bu sene sadece çok gülmek istiyorum o kadar. Neyse Victoria Beckham ile aynı gün doğmuşum o da bir şey. Böğğ

Bu da doğum günü pastam :) Ekmek yoksa macaron yiyin. En sadık gladyatörüne, kraliçesinden. AveTuba'dan.  http://avetuba.tumblr.com/

14 Nisan 2011 Perşembe

STARRING EVA GREEN: THE CAMELOT


Son günlerde heyecandan seyrettiğim başka bir dizi ise ''The Dreamers''ın muhteşem yıldızı Eva Green'in (Bence Angelina Jolie ve Adriana Lima'yı unutun. Koskocaman yemyeşil gözler ve beyaz bir ten ! Öhöm ! Neyse konumuz) başrolünde bulunduğu yeni tarihi-epic dizimiz ''Camelot''.

Camlot King Arthur'un muhteşem kalesi, evi ! Aslında muhteşem, evet ihtişamlı ancak The Tudors'da gördüğümüz veya daha yakın yüzyıllarda karşımıza çıkan saraylardan farklı. Tabi King Arthur'un 5.-6. yüzyıllar civarında yaşadığını da belirtmem gerekir. Aslında King Arthur ve Camelot bence Britanya'dan çıkmış çok eğlenceli ve gizemli bir efsane / mitolojik hikaye.

Dizinin ilk bölümlerinde ise Kral Arthur'un nasıl tahta geçtiği ve geçerken üvey kız kardeşi Morgan (Eva Green) ve onun yandaşları ile çekişmeleri / kavgaları (mini-savaş mı denir buna ?) konu ediliyor.

Dizi Starz yapımı ! Sanırım bu isim ''Spartacus'' serisini hatırlatmış olabilir. Bu kanalın yapmış olduğu dizileri seviyorum. Efsaneleşmiş tarihsel olaylar ve mitoloji. Kısa zamanda, Odissey ve Illiad, belki Zeus falan... bekliyorum. Peki dizi bir Starz yapımı olup ''explict content''e sahip olmazsa olur mu ? Evet Spartacus kadar kan ve seks içermese de kılıç dövüşleri ve cinsellik yine dizide karşımıza çıkan şey. Hatta daha dizinin 5. dakkasında bir sevişme sahnesine hazır olun. Elbette Arthur olup da, efsane olup da içinde Merlin geçmese olmaz. Dolayısyla biraz büyüden kimseye zarar gelmez. Anlayacağınız dizide her şeyden var.

Bu arada Arthur'u canlandıran Jamie Campbell Bower ise gelecek günlerde vizyona giren (RandevuIstanbul'da izlediğim) ''London Boulevard''da oynuyordu. (Aynı zamanda Twilight serisinde de oynamış.) Ve Merlin'i canlandıran Joseph Fiennes, kraliyet ve dönemsel / tarihi filmlere pek tanıdık bir yüz. (''Elizabeth'', ''Luther'', ''Shakespeare In Love'').

(Yuvarlak) Masa toplantılarının ve eğlencelerin çokça yer aldığı Camelot aynı zamanda ''Sir Gawain and The Green Kinght''a da konu olmuştur. Ki yine Arthur'un en bilindik efsanelerindendir, umarım dizide bir yerde karşımıza çıkar bu da. Neyse şimdilik çok fazla şey beklemeden sadece Eva Green'i seyretmek de gayet heyecan verici.

12 Nisan 2011 Salı

KATE WINSLET BACK IN THE ARENA !


Kate Winslet .aka. dünyanın en zarif kadını bir gladyatör olarak arenaya geri döndü. ''The Reader'' ile senelerdir beklediği Oscar'ı kucaklamasının ardından Sam Mendes ile olan ayrılığıyla gündemi meşgul eden Winslet şimdilerde HBO'nun 5 bölümlük mini dizisi ''Mildred Pierce'' ile ortalıklarda.

30ların California'sında geçen hikayede Mildred Pierce'ı canlandıran Winslet boşanmanın ardından ayakta kalmaya çalışan iki çocuğa sahip bir anneyi canlandırıyor. Aslında anlayacağınız gibi Winslet'ın pek de zorlanmadan canlandıracağı bir karakter olmuş. Belki de Pierce'den Winslet'ı ayırabileceğimiz tek nokta onun para kazanmak için saatlerce sokak sokak gezmemesidir.

Dizinin hem ''Great Depression'' zamanlarında geçmiş olmasından dolayı hem de (dolayısyla) dönemsel bir yapım olması beni Winslet'tan sonra kendisine çeken bir diğer neden. Dönem kıyafetlerinin yanı sıra, kullanılan arabalar ve teknolojik! araç gereçler de bir hayli ilginç.

Dizide Kate Winslet'a eşlik eden isimler ise ''Factory Girl'', ''Animal Kingdom'' ve ''The King's Speech''ten hatırlayabileceğiniz Guy Pearce, geçtiğimiz Oscar Töreninde antipatik konuşmasıyla ve ''The Fighter''daki rolüyle karşımıza çıkan Melissa Leo ve Winslet'ın kızını canlandıran Evan Rachel Wood. (Wood son olarak festivalde gösterilen ''The Conspirator''da rol aldı. Festival filmleri hakkında yazılar yakında blogda !)

Kate Winslet'a dönücek olursak ise; gelecek kış sinemalar şenleneceğe bezniyor sayesinde. ''Movie 43'' ve ''Contagion'' filmlerinde neredeyse bütün Hollywood ile kamera karşısına geçmiş. Cidden şölene hazır olun. Bir de Christopher Waltz ile ''God of Carnage'' ve ''Americana''. Anlaşılan birileri sinemaları şenlendirmeye, ödülleri toplamaya ve yine dergi kapaklarını süslemeye geliyor.
Bu arada şiddetle gidip Nisan ayının British Vogue'unu alıp içindeki Kate Winslet yazısını / röportajını da okumanızı tavsiye ediyorum. Sevenler bir kez daha hayran kalabilir, sevmeyenler de sevebilir. 

images from, google images (Mildred Pierce, Glamour April, Vogue London April 2011)

11 Nisan 2011 Pazartesi

KÜÇÜK EGOLU BÜYÜK YILDIZLAR

Müzik piyasasında pop şarkıcıların hemen hemen hepsi rapperler ve hip-hop yıldızlarıyla iş birliği yapar, ki bunun dışında da neredeyse birçok büyük / çok popüler R&B şarkısında da ''featuring'' kelimesine sıkça rastlarız. İşi biraz daha büyütecek olursak Madonna bile ''Hard Candy''de bu trendi görmezden gelmemiştir. Justin Timberlake ve ''4 Minutes''ı hala unuttuğumuz söylenemez.

Ancak her zaman için bizi daha fazla heyecanlandıran bir şey varsa o da iki extreme A-List şarkıcının bir araya gelip bir şeyler kaydetmiş olmasıdır.

Sene 2003 Britney'nin kariyerinin en bomba albümü (Femme Fatale'ı henüz dinlemedim.) ''In The Zone'' yayınlanmak üzere, aylar öncesinde MTV VMA'da Madonna işle öpüşmesi yetmiyormuş gibi bir de albüm için onunla ''Me Against The Music'' için stüdyoya giriyor. Dünyanın en büyük iki pop şarkıcısı bir arada desek pek de abartmış olmayız sanırım.

Konu albümlerin ''deluxe'' editon'larını yayınlamaya gelince kimse Beyonce'nin eline su dökemez. Sene 2007 ''B-Day Deluxe'' piyasa çıkacaktır ve o bahar belki de tüm zamanların en seksi R&B şarkılarından biri de piyasadadır. Shakira ve Beyonce. Videoda kimi zaman ''hangisi, kim?'' dedirttiren muhteşem şarkı ''Beautiful Liar''.

Beyonce her zaman için müziğin en tepedekileriyle çalışmaktan kaçınmaz. Konu ''I Am... Sasha Fierce''ın Deluxe editonıysa bu sefer de yanına Lady GaGa'yı alır. Sonuç olumlu olduğuna göre hemen ardından da Lady GaGa ''The Fame: Monster'' için Beyonce'yi stüdyoya çağırır. Bu sefer de tüm zamanların en iyi video ve pop şarkılarından biri ortaya çıkar. ''Telephone''.

Beyonce bir de Alicia Keys ile ''Put It In A LoveSong''u kaydeder. Rengarenk, karnaval havasındaki videosu da çekilir, ancak nedense yayınlanmaz. Lakin şarkı Keys albümü ''The Elements of Freedom''un en renkli kaydıdır.

Popüler müziğin gündemindeki son ortak yapım ise Rihanna ve Britney Spears'a ait. Yeni bir şarkı yaratmak yerine tıpkı ''VideoPhone'' gibi remix'e başvuran ikili beni diğerleri kadar pek tatmin etmese de sonuç olumlu. ''S&M'' yeniden.

Ancak nihayetinde hepsinde ortak bir payda arayacak olursak onları ''kendilerini aşmış, egosuz'' insanlar olarak yorumlayabiliriz. Hiç merakla beklemeyin önümüzdeki yüzyılda Tarkan ve Mustafa Sandal, Nazan Öncel ve Sezen Aksu düeti de gerçekleşemez. Bizler sadece kendimizi severiz çünkü. Elbette başkaları da parayı sever.

Ancak bazen önemli olan tek şey para da değil. Hatırlatmada yarar da var. Geçriğimiz hafta Christina Aguilera, Britney'e twitterdan sevgisini yolladı. Jennifer Lopez şu anda kendiyle beraber listede olan diğer pop kadın şarkıcılara ''hepimiz biriz'' dedi. Diyorum ya bazı şeyleri aşmış olmak gerekir sanırım belli noktaya geldikten sonra.

Bundan sonra tek isteğim de Beyonce & Rihanna ve Beyonce & Britney Spears düeti. Her fırsatta çalışmak istediklerini dile getiren Queen B ve Little Bitch B bakalım ne zaman bir araya gelecek.

PS. elbette hızlıca hazırlanmıştır ve ilk akla gelen şarkılardan oluşmuş bir listedir. biraz kafa yorduktan sonra volume 2 ve 3 ler de muhakkak hazırlanır.

images via; google images

7 Nisan 2011 Perşembe

BETH DITTO GOSSIPING ALONE

Hepimiz (ya da ben) Beth Ditto'yu Gossip grubu ile tanıdık. Ekranlarda şimdiye kadar alışık olduğumuz kadın şarkıcı sterotipine pek de uymayan biri vardı. XXL görünümü ve şarkıları gibi rengarenk kıyafetleri. Görüntüden beklenenin aksine klasik müzik veya opera sanatçısı da değildi üstelik. İnsanları eğlendiren pop / dans / elektronik / indie türünde müzik yapan biri o !

Daha sonra ise muhteşem Katie Grand'ın dergisi -ki kısa zamanda neredeyse kültleşmiş işlere imza atan- Love'un kapağındaydı. Üstelik Demi Moore ya da Heidi Klum cesaretinde çırılçıplak. Genişleyen ölçülerle moda dünyasında da kendine yer edinden Ditto, Jean Paul Gaultier ile BFF olup podyumda modacı için yürüdü.

Şimdi Gossip'e kısa süreli bir ara. Zira solo sularda yüzerken hazırladığı bir albüm var. ''Beth Ditto EP''. 4 şarkılık mini albümde ise kulağa ilk anda çarpan şarkı aynı zamanda single olarak da yayınlanan ve videosu da olan ''I Wrote The Book''. Diğer favorim ise ''Open Your Heart''.

Biraz hareketlenin, enerjiniz yerine gelsin. Belli mi olur, albüm bitiverdiğinde redbull'a ihtiyaç duymadan havalanmaya başlarsınız.

Videodaki dans figürleri, Ditto ve kurgu harika !

2 Nisan 2011 Cumartesi

ÖNEMLİ OLAN BOY DEĞİL İŞLEV !

Konu sinemalar olunca özellikle A List oyuncuların son teknik ekipmanlar, muhteşem yönetmenler ve allah vergisi yetenekler sayesinde ne kadar kaliteli oyunculuklar çıkarttıklarını hepimiz biliyoruz. Ancak bir de belki ileride A list olacak, ya da olmayacak olsa dahi ne kadar başarılı rol kestiklerini gördüğümüz küçük oyuncular var ki, onlar bizleri daha da büyülüyor. Bizler 8 yaşındayken Barbie ya da Power Rangers'larımızla oyun oynuyorduk değil mi ? Onlar ise sette gerçek anlamda Harikalar Diyarında gezintiye çıkıyorlar.

''Let The Right One In'' daha sonra Hollywood tarafından yeniden çekilse de 2008 yapımı İsveç yapımı bir vampir / korku / gerilim filmi. Filmin aynı zamanda IMDb'de Top 250 Movies listesinde de yer aldığını belirtmem lazım. Eğer siz de Kristen Stewart ve Robert Pattinson'un basit ergen hikayesini sevenlerdenseniz bence bir de bunu seyredin. İlkokul çağındaki iki küçüğün oyunculukları, aralarındaki aşk hem daha gerçekçi, hem de daha başarılı işlenmiş ve oynanmış. Karakterler arasındaki dram ve romance birçok romantik filmdeki ilişkilere taş çıkartacak cinsten.

Geçtiğimiz aylarda ''IF''te gösterilen ''El Ultimo Verano de la Boyita'' ise beni dahil herkesi şaşırtmıştı. Nedeni ise konusunun başka bir şey olabileceğini sanırken, başka bir şeyle karşılaşmış olmamız olabilir mi ? (acaba). Bireylerin cinsel yaradılışları üzerine kurgulanmış filmde, erkek olan küçük çocuk, bunla başa çıkmaya çalışırken ona en büyük yardım ise cinsel konularda fazlaca meraklı yaşıtı bir kız arkadaşından geliyordu. Filmin tüm ağır yükü, başrolleri yine iki küçük üstündeydi, sanki Leonardo Di Caprio ile Kate Winslet karşılıklı oynuyorlarmış gibi.  (Cinsel yaradılış konusu açılmışken ''XXY'' filmini seyretmenizi de öneririm.)

''Los Amantes Del Circulo Polar'' ise (abartmış olabilirim de) sanırım bugüne kadar seyrettiğim filmler arasında beni en fazla derinden etkileyen filmdi. En romantik film olma düşüncesi de cabası. İki küçüğün birbirleriyle tanışma evresi, ergenlikleri ve gençlikleri .. Her bir evre ve iki gencin arasında soğuk - duygusal - romantik bağ yaşlar ilerledikçe değişen sevgi gösterisi. Otto ve Anna'nın ilişkisi her evrede fazla güzel, ancak hiçbir şey çocukluk döneminde yaşanan aşkın yerini tutamaz sanırım.

Charlotte Gainsbourg gibi bir ikonun yanısıra ''The Tree'' filminde başarılı bir oyuncu(luk) vardıysa o da babasını yeni kaybeden ve ruhunun ağaçta yaşadığına inanması sebebiyle, ona karşı büyük bir aşk ve sevgi besleyen küçük sarışın kızdı.

Ve belki de tüm zamanların en bilindik film serisi ''Home Alone''. Sorarım size hanginizde Kevin McCallister olma cesareti var  ?

İlk anda aklıma bunlar geldi ... Elbette volume 2 de yapılabilir. Neticede seyretmediğim milyonlarca film daha var.