Dışarı çıkıp ''Contagion'' mu yoksa romantik-komedi mi diye evde vakit öldürürken daha önce indirdiğim ''Bill Cunnigham: New York''u seçip de cuma gecesini neşelendirebileceğim aklımın ucundan geçmezdi. İçinde sırf Anna Wintour var diye bir senedir torrentte peşine düştüğüm filmi sonunda izlemek ise bana büyük bir haz ve daha da ötesi ilham verdi diyebilirim. Sonuç olarak tıpkı Dolan'ın ''Good Neighbours''u -en azından bana- pazarlamış olduğu gibi Wintour'un da aynı görevde bulunmuş olduğunu anladım.
Bir bisiklet -ki tüm New York'u arşınladığı bisikletleri 28 kere çalınmış, filmde göreceğiniz olan 29.- fotoğraf makinesi ve New York sokakları, akşam olunca ise partyler. Öte yandan tüm yaşamını tevazu ve alçak gönüllülük gibi kodlar üzerine kuran bir adam. Üstelik bahsetmiş olduğum adam dünyanın en bilindik ve işinin ehli fotoğraf sanatçılarından biri. İki iş yaptı diye havalanan yeni yetme gençlerin sadece iş anlamında değil, ''hayat felsefesi'' - ki bu kelimeyi kullanmaktan pek hoşlanmasam da- anlamında da öğrenmeleri gereken çok şey var bence. Here is the talented Mr Bill Cunningham.
Filmde onun için ''he photograped the real life'' deniyor. Podyumlardan fazla hoşlanmıyor ve gerçek modanın da sokaklarda olduğunu göstermeye çalışıyor. Tabi bunlara ek olarak fotoğrafladığı isimlere de dikkat ediyor. Mesela New York Times için moda fotoğrafçılığı yapan Cunnigham Paris'te defile çıkışında tüm papparazzilerin peşinden koştuğu Catherine Deneuve'ye burun kıvırıyor. ''Ben papparazzi değilim, kıyafet çekerim'' diyor. Yani -aslında kadınlara da değil- kıyafetlere aşık biri. Büyük ihtimalle Deneuve o anda zaten üstünde dünyadaki en güzel ve özel Dior parçasını taşıyo olsaydı bile Cunningham onu yine fotoğraflamazdı. Neden mi ? Kıyafetin değerini bilip de ona para sayan insanlar kendisine göre asıl fotoğraflanması gerekenler bir anlamda; çünkü hepsi de ''real sense of style'' kavramının farkındalar, çünkü ünlülere kıyafetler genelde PR firmaları tarafından giyilmesi için gönderilir. Oscar'larda bile ünlülerin hemen hemen hepsi giymiş oldukları muhteşem couture kıyafeleri showdan hemen sonra iade edecekleri için hayıflanırlar. Tüm zamanların en iyi stil ikonu Anna Piaggi'den de övgüyle söz ediyor bu arada. ''Poet of clothes, and the real good one''.
Kendisi aynı zamanda bizim Ali Rıza Bey gibi moral code'ları fazlaca güçlü olan biri. Zorlama ve sinir bozucu olma konusunda teşbih yapacak olursam hata olabilir ancak. Partylerde çalışırken kendisine ikram edilen yiyecekleri ve içecekleri geri çeviriyo, fotoğraf çekmesi için çağrıldığı eventlere ise ünlü insanlar varsa pek gitmiyor, daha fazla hayır amaçlı düzenlenen toplantılara ve davetlileri tanımadığı yerleri seçiyo.
Yaşadığı yer Carneige Hall'da - ki zamanında dünyanın en ünlü Hollywood yıldızları ve sanatçıları da ikamet etmiş- ufacık stüdyo bir daire moda dergileri ve 50lerden bu yana oluşturmuş olduğu fotoğraf arşivi mevcut, kimine göre fotoğrafçılık ve modanın 50lerin ve döneminin tek gerçek arşivi Cunningham'ın elinde. Yemek yemek için mutfak yok, banyo yok. Kıyafetleri hiç yok. Üstelik hiçbirini de takmıyor. Fotoğrafçılık onun için meslek ya da para kazanma aracı değil, adeta tutku. Yemiyo, içmiyo, hatta müzik bile dinlemeden fotoğraf çekiyor, 80lerin başında çalışmış olduğu Details ve Conde Nast patronu Newhouse'dan gelen çekleri yırtıyo çünkü ona göre para almadığı zaman yapacağı işlerde karışılma gibi bir derdi olmayacağından daha özgür davranabilecek. Aynı zamanda para onun için ucuz ancak özgürlük pahalı olan kavramlar. Tüm bunların yanı sıra her şeyin sadesinden yana, belli ki kıyafetlerin değil (çektikleri söz konusu olunca elbette). Ucuz olan her zaman güzeldir diyo, Paris'te içmiş olduğu kahveleri değil de New York'un sıradan cafelerinden aldığı en ucuz kahvelerin tadına daha iyi varıyor. Giymiş olduğu mavi gömleği ise market tarzı bir yerden, hatta sokakta çalışan temizlik görevlileriyle aynı gömlekten. ''Fotoğraf makinem sürekli giydiklerimi yırtıyor' diyo, sonuç olarak fazla para vermeye ne gerek var hatta Fransız kültür bakanından Officier de l'ordre des Arts et des Lettres nişanının aldığında bile üstünde aynı gömlek var. Belki de bu yüzden de podyumlardan daha fazla sokağı ve realieti seviyor.
Ona ilk kez fotoğraf makinesi hediye eden bir üstadı ise makineyi bir kalem ve not defteri gibi taşıması gerektiğini söylüyor, şirkette kendi odasından yan odaya geçerken bile boynundan çıkmıyor, kendi adına verilen davetlerde fotoğraf çekmeye devam ediyor.
Özel hayatına gelecek olursak ise tam bir kapalı kutu. Yakın arkadaşları bile onun hakkında pek fazla bir şey bilmiyor, gerçek sosyete ile beraberken inanılmaz rahat olmasını onun da sosyeteden gelmiş olabileceğine bağlasalar da o işçi sınıfı bir aileden geldiğini söylüyor, hayatı boyunca hiç aşkı tatmamış bir adam olan Cunningham küçüklüğünde kiliseye kadınların şapkasını bakmaya gitse de büyüdüğünde nedenlerin farklılaştığını söylüyor, ayrıca ruhun ihtiyacı olduğu müziği de pazar sabahları gittiği kilisiede karşılıyor. Sosyete ya da içşi sınıfı, transeksüel ya da Hollywood yıldıız Cunningham herkese eşit ilgi ve saygı göstermeyi de biliyor. Kesinlikle hümanist.
''Paris is the education for eyes'' diyor orda izlediği haute couture showlardan sonra, en iyi şeyler ne de olsa oradan çıkma. New York Times için olduştrudğu sayfa ise Vogue editöryallerinden farksız. Yaratıcı insanları her hafta farklı / aynı tema içinde bir araya getirmek. Düşük bel pantalonlar, çöp torbası kıvamında paltolar, siyah, ince belli erkekler, bacaklar bu temalardan bir kaçı. Sabahtan akşama kadar Avenue köşelerinde onları çekip her pazar son dakikaya kadar sayfayı tamamlamaya çalışıyor.
Tıpkı ''The September Issue''nun sadece Anna Wintour değil de Grace Coddington'un da üzerine kurulmuş olduğu gibi bunda da Editta Sherman'ın da hayatına göz atmış bulunabiliyoruz. Hayatının 2 asırdan fazlasını Carnegie Hall'da geçirmiş olan fotoğrafçıya ''The Dutchess of Carnegie Hall'' lakabı da verilmiş. Tüm Hollywood yıldızlarından Andy Warhol'a kadar gelmiş geçmiş en ikonik isimleri fotoğraflamış olan Sherman aynı zamanda Cunningham'ın hem yakın dostlarından hem de 50lerde onun şapkalar tasarladığı günlerden beri en sıkı ve yakın takipçisi / destekçisi.
Bu arada googleyaıp Carnegie Hall'un tarihini okumanızı da şiddetle tavsiye ediyorum. İlham verme ya da sizlerde en azından bende uyandırmış olduğu his ''The Beat Hotel'' ve ''Hotel Chelsa'' ile aynı.
Sonuç olarak he is a real muse ve god of the street style photographing.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder