Emma Bovary, Effie Briest, Nora ve Anna Karenina. Hepsinin ortak noktası "yasak aşk". Ancak bunların arasında en popüler olanı Leo Tolstoy'un ve (Rus) edebiyatın(ın) baş yapıtı olan "Anna Karenina". 1911 yılından bu yana neredeyse 25 uyarlama. Sadece geri kalan uyarlamalar değil yılın tüm yapımları arasından sıyrılan kurgusuyla 2012 yapımı "Anna Karenina" ise Joe Wright imzalı.
Film tıpkı bir tiyatro oyunu gibi. Yalnız mesela "8 Women"da olduğu gibi sadece tek bir mekan kullanıldığından değil. "Dogville"e daha yakın aslında. Gerçi o da "setting" konusunda kendini aşmış olduğundan onla da pek kıyaslama yapılamaz. Filmde Levin'in (Domhnall Gleeson) doğal yaşam ortamı olan kırsal kesim dışında kamera neredeyse hiç dışarıya çıkmıyor. Kulisler sokak oluyor, atlar opera salonun sahnesinde koşturuyor. Belli bir süre sonra kendinizi kaptırdığınızdan rahatsızlık ve hayal kırıklığı da ortadan kayboluyor. Hatta Wright'a değişik fikirden dolayı teşekkür bile ediyorsunuz. Yani ben ettim.
Keira Knightley'nin Anna Karenina rolü için ne kadar uygun olduğu hala tartışıladursun asıl konuşulması gereken bu iş için Joe Wright'ın ne kadar "doğru" isim olduğudur bence.
Filmin en güzel yanı "A Single Man" ya da "I am Love" gibi narin bir mücevher kadar incelikle işlenmiş olması. Filmde konuşulması gereken iki karakter ise Levin ve Alexei Karenin (Jude Law). Soğukkanlı ve mesafeli duruşu. Aldatılan koca. Drama yaratmaması. Sinir bozucu sakinliği ve donukluğuyla Law kesinlikle filmde karakterini en iyi canlandıran oyuncuydu. Willem Dafoe çirkinliğinin muhteşem bir zariflikle kaynaşması gibi. Körle yatan şaşı kalkar olmuş olacak ki Knightley de en az Law kadar soğuktu. Karenina ve Vronsky (Aaron Taylor-Johnson) arasındaki aşk ise beklenildiğinin aksine şehvet ve tutkudan yoksundu. Aşk en az Law'un karakteri kadar donuktu. Belki buzlar sadece bir parça ikilinin ilk kez seviştiği sırada eridi ama o kadar. Knightley'nin koca filmde en akılda kalınır sahnesi ve kendini gösterebildiği yer ise kuşkusuz Vronsky'nin attan düştüğü sahneydi. Karenina'nın oğluyla olan ilişkisinde bile sevgi ve duygu yoktu. Johnson'un canlandırmış olduğu Vronsky ise dandy-serseri, baştan çıkartıcı ve flört etmeyi bilen genç bir askerden çok daha uzaktı. Yani yine donuktu. Öte yandan Kitty'nin (Alicia Vikander) düzenlemiş olduğu baloda ikilinin dansı ve tüm o sahne filmdeki en görkemli dakikalardandı.
Sonuç: Wright; karakterler dışında herşeyi yönetebilmiş. Ya da daha doğrusu filmin yapı taşları Knightley ve Johnson dışında her şeyi ve herkesi idare edebilmiş. Belki de gözde oyuncun Knightley yanlış seçimdi ha Wright? Ya da sorunu kökten çözmek için Wright'ı mı ekarte etmek gerekiyor. Bu kadar görkemli bir hikayenin başka biri tarafından yönetilmesi daha doğru olabilirdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder