28 Mayıs 2011 Cumartesi

ISTANCOOL - THE FESTIVAL: YERİNDEN İZLENİMLERİM

Geçtiğimiz sene sıcak havaları bahane ettiğim ve Hanif Kureishi ile Philip Theracy'i kaçırdığıma üzüldüğüm ben, bu sene de neredeyse yolu bahane ederek katılmamayı planlıyodum. (Sanırım geçtiğimiz sene organizasyonun davet / party kısmı daha fazla konuşulmuştu, ne de olsa katılımcılar arasında Franca Sozzani, Leigh Lezark ve Waris Ahluwalia gibi isimler mevcuttu.) Ancak olay şu ki 2011 organizasyonu en azından katılımcılar göz önünde bulundurulucak olunursa çok daha havalıydı. Sonuçta ne Kirsten Dunst ne de Tilda Swinton her Vakko Kültür / Moda Merkezine gittiğinizde görebleceğiniz isimler değil. Zaten kim allahın dağındaki bir merkeze de gitmek isterse artık ?

Anyways, oldukça meşakatli geçen ''nasıl gidilir?'' aşamasını geçebildikten sonra kolay sayılabilecek şekilde saat 13.00 civarı kendimizi Vakko'nun muhteşem binasında bulduk. Almış olduğu ''Design Award''ı sonuna kadar hak etmiş olduğu aşikar olsa da böyle bir yoğun ilgiye sahip organizasyonun oldukça küçük bir oditoryumda yapılmış olması da hayret verici. İlk bilmem kaç sıranın basına ayrıldığını da hatırlatarak geriye az yer kaldığını da belirtmeliyim. Yine de şanslı azınlıktan olup yer kapabildiğimiz için sanırım mutluydum. Bir diğer olumsuz yorumum da salonun fazla soğuk olması üzerine. Alttan soğutulan salon beni pek etkilemese de başta açık ayakkabılara gelen arkadaşımı ve diğer kadınları dondurmuş olsa gerek.

Alin Taşçıyan sunuculuğunda geçen birinci günün ilk iki konuğu ise Terry Gilliam ve Alphan Eşeli oldu. ''The Imaginarium of Doctor Parnassus'', ''The Grimm Brothers'', ''12 Monkeys'' ve ''Brazil'' gibi filmlerin yönetmeni / yazarı olan Gilliam tam da festivalin adına yakışır şekilde cool haliyle karşımıza çıktı. Ayağında sandaletleri ile bir saat boyunca esprili biçimde hem filmlerini çekerken karşılaştığı zorluklardan hem de filmlerinde oynattığı (ancak pek de istemediği) Sean Connary ve Tom Cruise'u da çekiştirdi. ''Doctor Parnasus''u çekerken Heath Ledger'ın ölümünün nasıl ekibi etkilediğini ve Johnny Depp'in falan da nasıl son dakikada filme dahil olup hikayeyi kurtardığını anlattı. ''Brazil'' filmini nasıl vizyona soktuğunu ''Fisher King'' filmindeki dans sahnesinin bir gece gibi çok kısa sürede çektiğinden ve onun zorlu sahneleir kısa sürede bitirirken Barbara Streisand'ın bir yürüme sahnesin bile bir haftada çektiğinden bahsederken tahmin ettiğiniz gibi salon yine koptu.

İkinci oturum ise beklenen anlar volume 1: Kirsten Dunst, Nurgul Yeşilçay, Venedik Film Festivali direktörü Marco Müller ve oturumun moderatörlüğünü üstlenen isim Atilla Dorsay. İnternet çağı, torrentler, online film siteleri derken Müller'in değindiği konu ''Film Marketing'' oldu. Aynı soru Yeşilçay'a sorulduğunda ''Müller beyin dediklerine canı gönülden katılıyorum'' demekle yetindi. O soruyu bırakın, kendine özel olarak sorulan, kariyeriyle alakalı daha şahsi sorulara bile cevap vermekte zorlanan Yeşilçay, ya sahneye çıkmadan önce yeşilçayın dozunu fazla kaçırıp rehavete kapılmıştı, ya alkolun etkisinden dili tutulmuştu, ya da organizatörlerle alakalı bir sıkıntısı vardı. Belki de adı poster üstünde adı yazılmadığından içerlemişti. Ancak bu içerleme kendisini rezil etti diyebilirim. Ve sıkı durun günün bombası yine Yeşilçay'dan geldi.  ''Ben de Cannes Film Festivali'nde favoriydim, ama ödülü alamadım. Bomba yanıt ise Kirsten Dunst'tan gelir. ''Yanımda getirdim, istersen gösterebilirim''. O anda bütün salon bir yana benim attığım kahkahalar bile hala kulaklarımda çınlamakta. Kirsten Dunst ise aldığı ticari risklerden bahsederken ''iMDB''ye bakabilirsiniz'' diyerekten o şeker görüntüsüyle bir espri daha patlattı. Dorsay gazetelerde çıkan Dunst'ın dansözlü sahnelerini sorarken izleyicilerden gelen bir kaç sorudan ikisi de oldukça ilginçti. Program sonrası fotoğraf çektirip çektiremeyeceğini soran genç bizleri bile utandırırken bir diğeri ''Eternal Sunshine of the Spotless Mind''da Dunst'ın yatak üstünde neden t-shirtle zıpladığını ve üstsüz yapmadığını ima ederken Dunst'ın ilk Almodovar filminde göğüslerini göstereceği dedikodusunun gerçek olup olmadığını sordu. Merak edenlere evet Dunst böyle demiş, ama Trier'in filminde göstermiş sanırım. Aynı zamanda Trier'in yaptığı açıklamalar üzerine yorum yapmaktan zaman zaman kaçınsa da durumdan rahatsız olduğunu ve Trier'in özür dilemesini sağladığını da ima etti. Müller ve Dunst'a ortak yöneltilen bir diğer sorunun ilginç olmasının nedeni ise Trier ve Polanksi farkının / benzerliğinin vurgulanması oldu !

Konunun belki Türk Edebiyatı / Tiyatrosu olması nedeniyle, belki aynı anda Haider Ackermann'ın wokshopunun olması sebebiyle belki de insanlar Dunst sonrası Swinton öncesi dinlenebilmek için Murat Daltaban ve Hakan Günday konuşması daha sakin geçti. İkilinin sanki bir arada Beyoğlu'nda bir barda lakırdamalarıı ve stand-up vari söyleşilerinden aslında kenara not edilecek çok da şey çıktı. Pişmanlıklar, tiyatronun ticarileşmesi derken oturum aslında daha fazla-soru cevap üzerinde yoğunlaştı.

Ve günün en cool ötesi anı. Şıpıdık terlikleri, lacivert pantalonu ve beyaz şirin t-shirtü ile ince, uzun, androjen Tilda Swinton ile tezat bir görüntüyle Serra Yılmaz sahnedeydiler. Tilda'nın karşısında Serra'yı oturtmak kimin fikriydi bilemeyeceğim ama onun karşısına seçilebilecek en doğru isimdi belki de, en azından Nurgül'den iyi. Sanırım ikilinin konuşmasını ağzımın suları akarak dinlediğimden ve daha fazla Swinton'u izlediğimden pek de ne konuştuklarına konsantre olamadım ama Swinton'un şu cümlesi belki de onun konumunda olan herkesin hayat hikayesini özetler nitelikte ''I have a more playful life than I had when I was 10'' gibilerinden bişiler. Serra Yılmaz'ın ''risk nedir?'' sorusuna verdiği cevap ise yine salonu kahkahalara boğdu. ''Kendimi yeşile boyayıp Hulk'ı oynamak olurdu''. Swinton'un bir daha asla İngilizce aksanıyla İtalyanca konuşamayacağını da öğrendikten sonra sevgili arkadaşım tarafından sorulan ve karşı taraf tarafından nasıl anlaşıldığı anlaşılmayan ''minimalistic / animalistic movies'' ikilemi de yine akıllara kazınan başka bir andı sanırım.

görseller via, istancool.com.tr / ilk photo google images

1 yorum: