PS: Okumadan önce düşülen bir ön not, sanırım filmleri sevmemin en büyük nedeni önce senaryosu, sonra da yönetmenin filme kattığı bakış açısı, dolayısyla sanki az biraz senaryosunu en fazla sevdiğim filmleri sıralamış gibi de olabilirim.
10: Beginners
Bir kere senenin en sade ve sevimli filmi. Üstelik köpek ''The Artist''dekinden daha havalı. Ewan McGregor ve Melanie Laurent'in tatlı aşkının yanında ödül sezonunda gay baba rolünde Christoper Plummer öne çıktı. Filmin beni çeken yanı ise senaryosu ve yönetimindeydi. Tıpkı Patti Smith kitabında odluğu gibi ''şu yılda şunlar böyleydi''ve McGregor'un işinin anlatıldığı sahneler beni en fazla büyüleyen yerler oldu.
9: Carnage
Esasında sahnedeki halini de çokça merak etsem de Kate Winslet'ın filmdeki kusma sahnesi, Jodie Foster'ın şişen damarları ve yönetmenin Roman Polanski oluşu filme olan ilgimi bu kadar yüksek düzeyde tuttu. Küçük, saçma ve daha da önemlisi basit bir konudan çıkan tartışma, sona doğru büyür evlilik ve kadın erkek ilişkilerine kadar ilerler, tüm absürd oyunlar gibi sonunun nasıl biteceği konusunda sürekli tavanda olan heyecan ve insanın bir dakika dahi yüz kaslarını rahatlatmasına izin vermeyen kahkaha attırıcı senaryosu -uyarlama olsa bile- / kurgusu ile senenin en iyi filmlerinden biri olma nedeni bence.
8: The Ides of March
Politika hiç bu kadar ilgi çekici gözükmemişti sanırım bana. Ryan Gosling, George Clooney, Evan Rachel Wood ve sinir bozucu karakteriyle Paul Giamatti. Clooney ve Gosling bir kenara senaryosunun politik düzeyinin az olması ise sanırım filmi sevmemin en büyük nedenlerinden. Seçim kampanyaları, oy pusulalarının verdiği gerginlik, ihanetin ve dönen dolapların getirdiği entrika ile mezelenen filmin en fazla parlayan yıldızı ise bugüne kadar hiç olmadığı kadar sert ve güzel oynayan Ryan Gosling bence. (Evet 'Drive'dan bile daha iyi.)
7: The HelpPolitika hiç bu kadar ilgi çekici gözükmemişti sanırım bana. Ryan Gosling, George Clooney, Evan Rachel Wood ve sinir bozucu karakteriyle Paul Giamatti. Clooney ve Gosling bir kenara senaryosunun politik düzeyinin az olması ise sanırım filmi sevmemin en büyük nedenlerinden. Seçim kampanyaları, oy pusulalarının verdiği gerginlik, ihanetin ve dönen dolapların getirdiği entrika ile mezelenen filmin en fazla parlayan yıldızı ise bugüne kadar hiç olmadığı kadar sert ve güzel oynayan Ryan Gosling bence. (Evet 'Drive'dan bile daha iyi.)
Çok sert kaçmak istemem ama bir yerden sonra tıpkı Türk dram dizilerinin ya da Mahsun Kırmızıgül gibilerinin insanların duygularını sömürerek iş yapmaya çalışması gibi görüyorum siyahların Amerika'nın kuruluşundan günümüze kadar yaşadıklarının filmleştirmelerini. Diğer filmlerdeki kötü adamların daime siyahların olması ve siyah hikayelerinin de olabildiğince insanı ağlatma çabası ise başka bir durum. Ancak yine de -belki de bu kabaca- yaklaşımım ''The Help''e bayıldığımı, bir saniyesinde dahi sıkılmadığım gerçeğini değiştirmeyecek. Yani sömürün beni.
6: The Artist
Kostümler 'glamouros', Berenice, Marion'dan hallice (hala bu rolü onun oynaması gerektiğini düşünüyorum) Jean Dujardin ise ismini söylemesi en hoş erkek oyuncu, rakipleri arasından ise sevimlililiği ile göze çarpan isim. Onca entrika, gizem ve sinemanın son teknolojisinin kullanılarak yapılan diğer filmlerin aksine geçmişe göz kırptığından hepimize sevimli gelen filmin yine de bütün erkek oyuncu ve en iyi film ödüllerini kazanması ise gün sonunda ''enough is enough'' dedirtmiyo değil. Ek olarak sanat yönetiminin ''Hugo'' ya da ''Midnight in Paris''den daha iyi olup olmadığı konusunda kararsız kalsam da Oscar Adaylıklarının iddia ettiği gibi o kadar da şahane/ görkemli bir kurgusu yok.
5: A Seperation
Karakterlerin yalnızlıkları, insnalık, vicdan, adalet gibi konuları işleyiş bakımından insanın boğazınızı düğümleyen enfes bir senaryo. Beni ikilemde bırakan iki yanı var ancak. Çok daha ciddi ve duygusal bir konuya parmak bastığından senaryosu beyni etkileyerek ''Midnight In Paris''den daha mı iyi olmuş oluyor yani? Ya da sizi sarsması konusunda ''La Piel Que Habito''dan daha mı marifetli. Mesele sarsmak ve muhteşem bir filmin senaryo ise ''Incendies'' ikisinden de iyi değil mi aslında? Senaryonun kurgulanarak, kamera ve daha bilimum şeyle ekrandan aktarılması konusunda ''La Piel....'' hepsini sollasa da senaryo / hikaye açısından üçleme düştüm de denilebilinir.
4: The Girl With The Dragon Tattoo
İkinci kez vizyona uyarlanan filmin, açılış sahnesi, Rooney gibi bir karakterin yaratılması, sinematografisi ile ekrana yapıştıran filmin bir diğer iyi yanı da heyecanının bir an bile son bulmamasıydı. Fincher'ı, İsveç'i ve Daniel Craig'i de unutmamak lazım elbette. Klişe ağızla Mara'nın nefes kesici performansını ikiye katlayan şey ise filmin görüntüsü, kurgusu, sesleri ve diğer tüm teknik yönleri.
3: DriveCalifornialı modern zaman super-man hikayesi, dokunaklı bir aşk masalı, Ryan Gosling ve Carey Mulligan. Salondan çıkar çıkmaz eve gidip albümünü indirmek isteyebileceğiniz film olma özelliği, Gosling'in deri eldivenleri, yengeçli bomber cekedi. Senaryonun Gosling'in back-ground'una pek fazla inmemiş olması gizemi katmerlerken, filmin sonunda -belki de beklenildiği gibi olsa da- değişik bir karaktere bürünmesi, yönetmenin Gosling'e odaklanması ve ellerini her sıktığında eldivenlerin çıkarttığı sesin kulaklarımıza kadar sokulması film bittğinde ağızdan dökülen ''vay be'' ünleminin çıkmasını tetikleyen nedenlerdendi. Cidden, bence, yönetmenlik harikası bir film öte yandan. Evet evet, senenin yönetmenlerini sıralayacak olsam Martin Scorsese, Nicolas Winding Refn ve David Fincher.
2: La Piel Que Habito
Hikaye ve senaryosunu göz önüne aldığımda bu listedeki filmler arasında beni en fazla sarsan filmin bu Almodovar yapımının olduğunu söylemeliyim. Yılın en büyük şokunun filmin Oscar radarına girememesi olduğunu düşünüyorum. Filmdeki en büyük gizemin ortaya çıkmasıyla titreterek duvara yapıştırmasını ise başka hiçbir filmde yaşamamıştım. (Derken eskilerden''Savage Grace'' ve yukarıda da bahsettiğim gibi ''Incendies'' geliverdi aklıma). Bu arada ''A Separation''u geçip 2 numaraya koymamın sebebi ise filmin diğerinin aksine sadece senaryo güzeli olmaması. Gerçi 'A Separation'daki oyunculuğu da yavana atamam, ama yönetmenlik ve kurgu açısından LPQH sanki ezer mi? Yok yani böylede diğerleri gibi çok bilmiş bilmiş konuşmak istemiyorum, ama sadece beni etkileyebilmiş olma temasını göz önünde tutuyorum.
1: Hugo''Immortals'' ve ''The Adventures of Tin Tin''i sadece görkemiyle değil, senaryo, kostüm ve kurgusuyla da ezen ''Hugo'' aynı zamanda bana / ağzıma bacak kadarken okuduğum fantastik / macera kitaplarının bıraktığı tadı verdi. Sinemanın geçmişine duyduğu saygıyla da beni büyüleyen filmin bir diğer özelliği de sanki es kaza büyülü bir şeyler keşfetmişim de beni dünyanın en mutlu çocuğu yapmış gibi bir havaya sahip olmasıydı.
1: Midnight In Paris
''Woody Allen ne yapsa büyülenirim''in dışında da bir şeyler vardı bu filmde. Lea Seydoux, Kathy Bates, Marion Cotillard işin artısı olsa da, daha önce de bahsettiğim gibi aklımdaki sinemaya uyarlanmasını istediğim 3 hikayeden birini çektiği için filmi bu kadar sevdim. 20lı yılların Paris'i sanat ve edebiyat dünyasının can bulmuş hali Fitzgerald ve Hemingway ile tanışmış olmanın heyecanı ve Paris sokakları.
''Woody Allen ne yapsa büyülenirim''in dışında da bir şeyler vardı bu filmde. Lea Seydoux, Kathy Bates, Marion Cotillard işin artısı olsa da, daha önce de bahsettiğim gibi aklımdaki sinemaya uyarlanmasını istediğim 3 hikayeden birini çektiği için filmi bu kadar sevdim. 20lı yılların Paris'i sanat ve edebiyat dünyasının can bulmuş hali Fitzgerald ve Hemingway ile tanışmış olmanın heyecanı ve Paris sokakları.
PS: Ödül sezonunda adları geçse de halen ''War Horse'', ''J Edgar'', ''Young Adult'' ve ''Extremely Loud Incredibly Close''u seyretmedim.