17 Mart 2013 Pazar

SANA KASET DOLDURDUM

Nisan sonu, mayıs başı bahar havası vardır ya hani. Belki de okullar o zaman tatil olsaydı o günleri yazdan çok daha fazla sevebilirdim. Ama artık çalışmaya başladığıma göre dengeler değişebilir. Ya da alışkanlık edinmek için 20 küsür gün mü gerekiyordu, belki birkaç mevsim sonra bahar en favorim olabilir.
Neyse, nisan sonu, mayıs başı havasında kalmıştık ya. Zahmetsizce cool olabilen insanlar gibi o günler aslında. Bir de bu günler bana hep 16 yaşındaki bir ergenin yatakta uzanarak loop'a aldığı "Crush"ı dinlemekle harcadığı saatleri anımsatır. Elbette daha cool şarkılar vardır, ama o ruha o şarkı çok güzel gidiyo mesela.

Sonra bir de o şarkının bir kasette çaldığını düşünün. Ama o şarkının size kasetle başkası tarafından verildiğini düşünün. Şimdi de biraz bahçesinde ağaç evi olan Amerikan banliyösü geldi gözümün önüne.

Kaset çok dinledim, parmaklarımı sokmaya çalıştım, büyük geldiğini idrak ettiğimde kalem soktum. Hem kulağa da dirsekten daha ufak bir şey sokmamamız gerekiyormuş ya. Ablamla beraber kasete şarkı da çok çektik. Bir de onların iki versiyonu mu ne vardı, bazıları ya da bazen dış sesleri almazdınız. Bi sefer sokaktan sütçü geçiyordu. Onun sesi de kaydolmuştu şarkıyla beraber so 90s.
00'lerin başında, hatta hemen hemen 2003'te daha kaset kaydettiğimi de hatırlıyorum. Odamda CD çalar olmadığından aldığım CDleri önce kasete kaydettirdiğim zamanlar da olmuştu. Sonra mp3ler halinde CDler dolmaya başladı. Neyse, bana CD veren de olmadı, ama "Pretty Little Liars"ın ilk sezonunda Toby ve Emily birbirlerine karışık CD yapıyolardı. Tamam referans yine cool olmamış olabilir, o eski ruhu taşımamış olsa da o da ayrı bi' sevimliydi.

En son, geçtiğimiz gün izlediğim "Perks of Being a Wallflower" da bununla karşılaştım. Üstüne Yaprak Aras'ın Vogue'daki "Kasette Rönesans" yazısı, yeni telefon kabım da eklenince kendimi bir anda yeniden "senseless repetition" içinde buldum.
Beraber film izlemek o ruhu yansıtmaz, belki kitap vermek çok daha iyisidir, ama dinlediğin müziği paylaşmak sanırım bambaşka bir duygu. O andır. Bir dönemdir. Ruhtur. Histir. Bazen sıradan bir kitsch pop şarkı bile iki yaz evvel saçma bir kulüpte eğlendiğiniz anı aklınıza getiriyorsa bunun duygulu şarkı versiyonunu düşünsenize.

Tıpkı kafanızı arabanın üst camından çıkarıp kollarınızı açmak gibi olmaz mı?
Aynı yeri aynı ruhu tutmaz belki ama bir de "niyet yeter" versiyonu çıkmış. Post-modern kaset doldurma "sharetapes".
 PS. Muhakak Perks'i izleyin. İstanbul FF'nde de oynuyo, torrent'te de var. Üstelik sonra bir de şarkıları bir araya toplayın. Sizde varsa bile toplayın Wallflower albümü yapın.

5 Mart 2013 Salı

THE RED HEADS

Dizilerden çok şey öğrenir insanlar. mesela Viking’ler kılıç sallarken “Ungh” diye çığırırmış biliyo muydunuz?
image
Uzun zamandır merakla beklediğim “Vikings” sonunda yayılandı. İlk bölümü küçükken TRT’de izlediğim çizgi filimden çok daha farklıydı. Gerçi never judge a book with its cover. Yani bir de ikinci bölümü seyretmekte fayda var.
image
Starz ya da daha öncemlisi HBO kalitesinde bir iş beklemek zaten ayıp olurdu. Bunu ilk günden beri belirttim. (#nothingnew) Görkemi daha az, bütçesi daha kısıtlı. Dolayısyla prodüksüyon o kadar da abartılı ya da efsane büyüleyiciliğinde değil. 
image
Yine de dediğim gibi ilk bölüm biraz fazla atmosferi anlatalım havasındaydı. Asıl dizi geminin yapılmasından sonra başlayacak. Görselden de anlaşılacağı gibi bizim kafadarlar suya indi hatta. Yani birinci bölümün son sahnesinde “let the journey begin” dendi.
Sadece bir “on the road” macerası değil aynı zamanda Kral’a başkaldırış da olması “ohh gelsin entrikalar” anlamına da geliyor.  Gerçi kimse “Camelot”tan Eva Green‘in eline su dökemez bu konuda. 
Diziyi izlerken ister istemez bir “Game of Thrones” karşılaştırması yapmak zorunda da kaldım. Bu da Viking’lerin omzuna ekstradan bir yük bindirmiş de olabilir. Fakat, heyecanım ikinci bölüm konusunda daha yüksek. Bakalım devamı için var mıyım, yok muyum?
Gerçi bir İskandinav efsanesi ne kadar can sıkabilir ki?
Yeni bölüm 10 Mart’ta.

1 Mart 2013 Cuma

APOLLO MAG: NO 31 || ON THE ROAD ISSUE

THE ROAD GONNA SAVE US


Ve ondan sonra yolun sonu.

Sanırım blog'un da sonu geldi artık. 
Yine de burdan devam edebilir. http://apolloboy.tumblr.com/
Gitmeden: On the Road'a 22 gün kaldı.

Yolun sonu hiç gelmez ki. Aynı yolu ikinci kez bile geçersin. Farklı bakarsın.