Irlandalı yönetmen Alexandra McGuiness'ın ilk filmi olan "Lotus Eaters"ın bizleri eğlendirmesi ve başarısı sadece izleyicileri değil yönetmenin kendisini bile fazlaca şaşırtmış. Ilk filmi icin her zaman ülkesini ya da sıcak bir aile hikayesini anlatacağını düşünen Alex belli ki tamamıyla yolunu kaybetmiş. Zira ilk filminde sex- uyuşturucu- sınırsız özgürlük/eğlence ve dibe vurmuşluk kavramları üzerine yoğunlaşmış. Londra'da yazın geçen bir hikaye, bolca parti ve bir grup fazlaca şımarmış arkadaş.
Tam bir öğrenci - yönetmen filmi olan Lotus Eaters'ın dikkat çeken taraflarından biri kıyafetler. Biraz burjuva -elit ama ayni zamanda indie takılan gençlerin kıyafetleri kimi zaman Topman ruhunda kimi zaman da St. Martins tasarımları ya da Dolce & Gabbana meets young talents kıvamında. Filmin modayla alakalı olması bu kadarla da sınırlı kalmıyor. Filmin yapım aşamasında Alex görsel yönetmenle fazlaca Helmut Newton ve Lindeberg'ün bugüne kadar çekmiş oldukları siyah-beyaz moda fotoğraflarına sığınmış. Zaten filmin bir anlamda da dergiden fırlamış editöryal havasında geçtiğini söyleyebilirim, baştan beri Alex'in istediği de bu olduğundan sonuç başarılı.
İlhamlarını buradan alan ikili, filmi siyah-beyaz çekmenin yani sıra zaman zaman "A Single Man" ve "I am Love" zarifliğinde de ekrana yansıtmış. Londoner upper class indie grupie'nin hikayesi Guillaume Canet'nin "Les Petits Mouchoirs"ın başka bir versiyonu aslında. Ya da daha iyi bir benzetmeyle modayla, sanatçı, oyuncu ve sanatla bu kadar iç içe olmasından ötürü Jane Birkin'in rol aldığı 60lar filmi ''Blow Up''la da bağdaştırabiliriz. Hem de Alex'in bakış açısı ve yönetme şekli de o ruhun yeniden canlandırılmış hali gibi.
Lüks-boho hayatın anlatıldığı hikayenin bir diğer ilgi çekici yanı da müziklerdi. Hatta film Glastonbury Festival alanına kadar bile uzanıyor. Tabi arkadaşların bir kısmı da yatlarla Güney Fransa sahillerinde gezinirken. Filmde yer alan oyuncuların çok büyük kısmının ilk deneyimi bu. Aynı zamanda hepsi de genç, yalnız hikayeyi bu kadar doğal yapan sadece bu değil. Alex yapim sürecini anlatırken şöyle dedi. "Senaryoyu oyunculara verdik, ancak film çekilirken onlardan da bir şeyler katmaları istendi.'' Yani filmin belirli bir kısmı da doğaçlama.
Film ilk gösterimini 'New York Tribeca Film Festivale'nde gerçekleştirdi. Üst sırada tam ortada yer alan Alice (Antonia Campbell- Hughes) filmin baş rol oyuncusu. Ex-model, actress to be Londoner Alice etrafında dönen hikaye fazlaca arkadaşları ile olan iletişimi üzerine kurulu. Sağ yanında yer alan Orna (Cynthia Fortune Ryan) -ki bana Daphne Guiness'i hatırlatıyor- filmin hem ''villain''i hem de yıkıcı gücün tetikleyicileri arasında, aynı zamanda en derinlikli karakter olan Orna'nın çok alışılageldik bir biçimde dipten gelen savunmasız bir tarafı da var.
Her ne kadar ''hikayenin bitişi ile bir mesaj vermeye çalışmadım'' dese de ''yok edilme'' teması filmin can damarı, özellikle bunun üzerine kurulu olan filmin final sahnesi de 80dk'lık filmin en can alıcı noktası.
Konu üçüncü filme gelince Alex kampını bu sefer de Berlin'e taşımış. Biraz rüya, biraz film içinde film. Gelecek güz vizyona girecek filmde aynı zamanda daha fazla internatioanlly-known oyuncularla çalıştığını soyleyen Alex genelde kadrosuna aynı insanları seçerek setinde aile havası yaratmayı sevdiğini de ekledi. İrlanda ruhu bu olsa gerek. Ufak da bir not gösterim öncesi (Randevu Istanbul Festivali'nde gösterildi film) yan masamda oturduğunu film sonrası söyleşisinde fark ettigim Alex ultra fashionable extra guzel bir Kate Moss gibi.
Kimi zaman bazı arkadaşlıklar ''Friends''deki gibi samimi ve saf değildir. Dışarıdan her şey harika görünse de ortamın bir parçası olma hissini sizde uyandırsa da sonunda belki de en iyisi sadece özenerek izlemektir.
PS. Filmin yapım aşaması ve yeni film hakkındaki bilgileri gösterim sonrası gerçekleşen söyleşiden derledim, yaptığım kolajlar ise Alex ve filmin cinematographer'ı Gareth'in yapım aşamasındaki moad-board'undan. (Filmin facebook sayfasına bakabilirsiniz). Ayrıca karelerin canlanmış halini de filmde görmek mümkün.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder