''The Artist'' filmi, Gucci, Etro ve Balenciaga derken Art Deco ile Jazz Age bir kez daha gündeme geldi, üstelik sene sonuna doğru yayınlanacak Fitzgerald uyarlaması ''Great Gatsby'' de Baz Luhrmann gözünden üçüncü kez beyaz perdede.
Büyük Buhran'dan hemen evvel. Birinci Dünya Savaşı sonrası
canlanan ekonomi sayesinde daha önce durma noktasına gelen sanat sahnesinde de
yeşermeler hatta 'altın çağ' yaşanmaya başlar. Amerikan Kültürü'nde ise belki
de Kıta’nın keşfedilişinden bu yana en deli dolu günlerin yaşandığı
yıllardır.
Realiteden kaçan yazarların yeni başvuru noktası modernizmdir,
artık sadece olanlara bir aynadan bakmıyoruz, onun öteki tarafına da geçmek
istiyoruz, bilinç içine kaymaya başlayan anlatılar nedeniyle okuduğumuz hiçbir
şeye inanmamamız gerektiğine her şeye şüpheyle yaklaşmamız gerektiğini
öğreniyoruz. Belki de bu yüzden ''Great Gatsby'' romanını sadece Gucci'nin
ilham kaynağı olarak değil de 20li yılların el kitabı olarak görmeliyiz. Hikâyenin
anlatıcısı Nick Carraway'in dediklerine inanma zorunluluğumuz, Gatsby'nin
yalanları, savaş sonrası yaşanmaya başlayan yıllarda artık hiçbir şey eskisi
kadar düz olamazdı elbette!
Yıllar aynı zamanda kadın kimliğinin oturması için de önemliydi. 20lerin
hemen başı. ''Donwton Abbey'' sezon finaline doğru malikânenin en küçük kızı
Lady Sybil baş kaldırmaya ve kadınlar hakkında konuşmaya başlamıştı. Dahası
giydikleri de bunu kanıtlıyordu. Pantolon! Oldukça devrimsel değil mi?
Etrafımda ne zaman saçını kestiren bir kadın görsem ve ona bunun nedeni
sorulsa daha 'modern' olduğunu söylemeleri de belki modern çağın başladığı bu
yıllardan kalan bir şeydir. Elbette ki biten savaştan sonra geri gelmeyen
erkeklerin yerine geçmesi gereken kadınlardadır sıra. Ancak hala romantik ve
mantığa pek de uygun görülmeyen kadınlar; yolu 'erkeklerin dünyasına erkek gibi
davranarak onlar gibi var olarak' girmeye çalışmakta arar. Aslında herkesin
kendini dışa vuruş şekli farklılaşmıştır. Böylece dönemin aynı zamanda felsefe
akımlarından olan ekspresyonizm de böyle böyle doğmaya başlar.
Bir diğer deyişle 'flepper' kadınlarının da zamanıydı artık. Onlar
şimdinin YSL smokinleri kadar seksi takım elbiseleri ve kısa saçları ile
ellerinde tuttukları sigaraları ile de Gatsby partylerine gidebiliyorlardı.
Elbette Jordan Baker gibi tüm bu kılık kıyafeti kendine yeni bir imaj olarak
seçenlerin yanında hala Daisy'ler de vardı. Onlar da hala erkeğin ve aşkın
peşinden koşarak var olma çabası içinde olanlardandı. Saçaklı, sallanan elbiseler
içinde çalan o jazz ritmleri arasında tüm o zenginliğin sefasını sürmeye
çalışmaları aslında hiç de absürd değil.
Dönemin yapı taşlarından olan bir diğer modern edebiyat örneği Ernest
Hemingway kitabı ''Sun Also Rises''da da yine bu temalarla karşılaşıyoruz.
Maskülen hayat çizmeye çalışan kadınlar, erkekler gibi sadece zevklerin
peşinden koşmak isteyen Lady Brett Ashley buna en güzel örnek. Hatta yine
sezonun en hit trendlerinden biri olan Matador esintileri de ilhamını
maskülenlik ve erkekliğin buram buram koktuğu Hemingway romanından almış
gibi.
Jane Birkin şarkısı ''18'' ise sanki yukarıdaki şarkıların ya da Gatsby romanının fon müziği gibi.
Jane Birkin şarkısı ''18'' ise sanki yukarıdaki şarkıların ya da Gatsby romanının fon müziği gibi.
ps1:-Bugün eski yazımı bir kez daha okuduğumda beğenmediğim- hem film hem de kitap üzerine ettiğim iki çift lafı da şuradan okuyabilirsiniz. http://apolloyournextdoorboy.blogspot.com/2011/04/great-gatsby.html
ps2:-pics via, vogue türkiye mart 2012/ models.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder