31 Ekim 2011 Pazartesi

DAS IST OKTOBERFEST

Bakmayın başlığa ! OktoberFest yazısı değil bu. Ekimde dinlediklerimi konuşma ve Kasım'daki önemli tarihleri not etme zamanı.

Bu ay Beyonce'nin ardı arkası kesilmeyen videolarından zaman bulan Britney Spears, Rihanna, Florence + The Machine ve ColdPlay de yeni videolarını yayınladılar. Aklımdaki kurguladığım ''Criminal''dan farklı olasa da uzun yıllar sonra Britney'den gelen en iyi videoydu sanırım. Konu kötü şarkılara iyi video çekmekse Rihanna, Lady GaGa'dan ders almış gibi. Bknz ''We Found Love''. Geri kalan iki isim ise yine cooluktan ölen şarkılarına coolluktan ölen videolar çekmişlerdi. Ay bitmeden de uzun zamandır beklenen iki yeni albüm yayınlandı. ''Stronger'' ile geri dönen Kelly Clarkson ve ''Ceremonials'' ile Florence + The Welch.

Kasım'da Charlotte Gainsbourg, Rihanna ve Pink Martini yeni albümlerini yayınlayacak. Ay sonunda Wild Beasts Babylon'da konser verecekken coolest music hall in the town'da bombalar da devam etmekte. Aralığın ilk günü The Maccabees sahne aldıktan sonra Ocak ayında da ülkemin uzun yıllar sonra tanık olabileceği en cool event gerçekleşecek. Jane Birkin sings Serge Gainsborg's song for Japan. Biletler tükenmeden alın bence.

Sabah uyanır uyanmaz twittera bakmanın en büyük zararını ise bu sabah gördüm. Adele'in gırtlak kanseri olduğu tt olmuştu. Henüz tam anlamıyla bir açıklama yapılmadıysa da umarım aklımızda beliren kadar ciddi bir şey yoktur. Hem şarkısı hem albümü ile American Billboard listelerinde zirveye çıkan Adele blogumun ''song of the week'' köşesine ise bu ay geçtiğimiz kıştan sonra yeniden geri döndü.

Unutmadan haftaya MTV Europe Music Awards'da görüşmek üzere ! Ay sonunda ise American Music Awards'lar dağıtalacak. Hep beraber Bloomberg'den yayınlamasını diliyoruz yeniden.

xx

22 Ekim 2011 Cumartesi

INCREDIBLE MR BILL CUNNINGHAM

Dışarı çıkıp ''Contagion'' mu yoksa romantik-komedi mi diye evde vakit öldürürken daha önce indirdiğim ''Bill Cunnigham: New York''u seçip de cuma gecesini neşelendirebileceğim aklımın ucundan geçmezdi. İçinde sırf Anna Wintour var diye bir senedir torrentte peşine düştüğüm filmi sonunda izlemek ise bana büyük bir haz ve daha da ötesi ilham verdi diyebilirim. Sonuç olarak tıpkı Dolan'ın ''Good Neighbours''u -en azından bana- pazarlamış olduğu gibi Wintour'un da aynı görevde bulunmuş olduğunu anladım.

Bir bisiklet -ki tüm New York'u arşınladığı bisikletleri 28 kere çalınmış, filmde göreceğiniz olan 29.- fotoğraf makinesi ve New York sokakları, akşam olunca ise partyler. Öte yandan tüm yaşamını tevazu ve alçak gönüllülük gibi kodlar üzerine kuran bir adam. Üstelik bahsetmiş olduğum adam dünyanın en bilindik ve işinin ehli fotoğraf sanatçılarından biri. İki iş yaptı diye havalanan yeni yetme gençlerin sadece iş anlamında değil, ''hayat felsefesi'' - ki bu kelimeyi kullanmaktan pek hoşlanmasam da- anlamında da öğrenmeleri gereken çok şey var bence. Here is the talented Mr Bill Cunningham.

Filmde onun için ''he photograped the real life'' deniyor. Podyumlardan fazla hoşlanmıyor ve gerçek modanın da sokaklarda olduğunu göstermeye çalışıyor. Tabi bunlara ek olarak fotoğrafladığı isimlere de dikkat ediyor. Mesela New York Times için moda fotoğrafçılığı yapan Cunnigham Paris'te defile çıkışında tüm papparazzilerin peşinden koştuğu Catherine Deneuve'ye burun kıvırıyor. ''Ben papparazzi değilim, kıyafet çekerim'' diyor. Yani -aslında kadınlara da değil- kıyafetlere aşık biri. Büyük ihtimalle Deneuve o anda zaten üstünde dünyadaki en güzel ve özel Dior parçasını taşıyo olsaydı bile Cunningham onu yine fotoğraflamazdı. Neden mi ? Kıyafetin değerini bilip de ona para sayan insanlar kendisine göre asıl fotoğraflanması gerekenler bir anlamda; çünkü hepsi de ''real sense of style'' kavramının farkındalar, çünkü ünlülere kıyafetler genelde PR firmaları tarafından giyilmesi için gönderilir. Oscar'larda bile ünlülerin hemen hemen hepsi giymiş oldukları muhteşem couture kıyafeleri showdan hemen sonra iade edecekleri için hayıflanırlar. Tüm zamanların en iyi stil ikonu Anna Piaggi'den de övgüyle söz ediyor bu arada. ''Poet of clothes, and the real good one''.

Kendisi aynı zamanda bizim Ali Rıza Bey gibi moral code'ları fazlaca güçlü olan biri. Zorlama ve sinir bozucu olma konusunda teşbih yapacak olursam hata olabilir ancak. Partylerde çalışırken kendisine ikram edilen yiyecekleri ve içecekleri geri çeviriyo, fotoğraf çekmesi için çağrıldığı eventlere ise ünlü insanlar varsa pek gitmiyor, daha fazla hayır amaçlı düzenlenen toplantılara ve davetlileri tanımadığı yerleri seçiyo.

Yaşadığı yer Carneige Hall'da - ki zamanında dünyanın en ünlü Hollywood yıldızları ve sanatçıları da ikamet etmiş-  ufacık stüdyo bir daire moda dergileri ve 50lerden bu yana oluşturmuş olduğu fotoğraf arşivi mevcut, kimine göre fotoğrafçılık ve modanın 50lerin ve döneminin tek gerçek arşivi Cunningham'ın elinde. Yemek yemek için mutfak yok, banyo yok. Kıyafetleri hiç yok. Üstelik hiçbirini de takmıyor. Fotoğrafçılık onun için meslek ya da para kazanma aracı değil, adeta tutku. Yemiyo, içmiyo, hatta müzik bile dinlemeden fotoğraf çekiyor, 80lerin başında çalışmış olduğu Details ve Conde Nast patronu Newhouse'dan gelen çekleri yırtıyo çünkü ona göre para almadığı zaman yapacağı işlerde karışılma gibi bir derdi olmayacağından daha özgür davranabilecek. Aynı zamanda para onun için ucuz ancak özgürlük pahalı olan kavramlar. Tüm bunların yanı sıra her şeyin sadesinden yana, belli ki kıyafetlerin değil (çektikleri söz konusu olunca elbette). Ucuz olan her zaman güzeldir diyo, Paris'te içmiş olduğu kahveleri değil de New York'un sıradan cafelerinden aldığı en ucuz kahvelerin tadına daha iyi varıyor. Giymiş olduğu mavi gömleği ise market tarzı bir yerden, hatta sokakta çalışan temizlik görevlileriyle aynı gömlekten. ''Fotoğraf makinem sürekli giydiklerimi yırtıyor' diyo, sonuç olarak fazla para vermeye ne gerek var hatta Fransız kültür bakanından Officier de l'ordre des Arts et des Lettres nişanının aldığında bile üstünde aynı gömlek var. Belki de bu yüzden de podyumlardan daha fazla sokağı ve realieti seviyor.

Ona ilk kez fotoğraf makinesi hediye eden bir üstadı ise makineyi bir kalem ve not defteri gibi taşıması gerektiğini söylüyor, şirkette kendi odasından yan odaya geçerken bile boynundan çıkmıyor, kendi adına verilen davetlerde fotoğraf çekmeye devam ediyor.

Özel hayatına gelecek olursak ise tam bir kapalı kutu. Yakın arkadaşları bile onun hakkında pek fazla bir şey bilmiyor, gerçek sosyete ile beraberken inanılmaz rahat olmasını onun da sosyeteden gelmiş olabileceğine bağlasalar da o işçi sınıfı bir aileden geldiğini söylüyor, hayatı boyunca hiç aşkı tatmamış bir adam olan Cunningham küçüklüğünde kiliseye kadınların şapkasını bakmaya gitse de büyüdüğünde nedenlerin farklılaştığını söylüyor, ayrıca ruhun ihtiyacı olduğu müziği de pazar sabahları gittiği kilisiede karşılıyor. Sosyete ya da içşi sınıfı, transeksüel ya da Hollywood yıldıız Cunningham herkese eşit ilgi ve saygı göstermeyi de biliyor. Kesinlikle hümanist.

''Paris is the education for eyes'' diyor orda izlediği haute couture showlardan sonra, en iyi şeyler ne de olsa oradan çıkma. New York Times için olduştrudğu sayfa ise Vogue editöryallerinden farksız. Yaratıcı insanları her hafta farklı / aynı tema içinde bir araya getirmek. Düşük bel pantalonlar, çöp torbası kıvamında paltolar, siyah, ince belli erkekler, bacaklar bu temalardan bir kaçı. Sabahtan akşama kadar Avenue köşelerinde onları çekip her pazar son dakikaya kadar sayfayı tamamlamaya çalışıyor.

Tıpkı ''The September Issue''nun sadece Anna Wintour değil de Grace Coddington'un da üzerine kurulmuş olduğu gibi bunda da Editta Sherman'ın da hayatına göz atmış bulunabiliyoruz. Hayatının 2 asırdan fazlasını Carnegie Hall'da geçirmiş olan fotoğrafçıya ''The Dutchess of Carnegie Hall'' lakabı da verilmiş. Tüm Hollywood yıldızlarından Andy Warhol'a kadar gelmiş geçmiş en ikonik isimleri fotoğraflamış olan Sherman aynı zamanda Cunningham'ın hem yakın dostlarından hem de 50lerde onun şapkalar tasarladığı günlerden beri en sıkı ve yakın takipçisi / destekçisi.

Bu arada googleyaıp Carnegie Hall'un tarihini okumanızı da şiddetle tavsiye ediyorum. İlham verme ya da sizlerde en azından bende uyandırmış olduğu his ''The Beat Hotel'' ve ''Hotel Chelsa'' ile aynı.

Sonuç olarak he is a real muse ve god of the street style photographing.

18 Ekim 2011 Salı

RÖPORTAJ || AYHAN YETGİN - ''POZİTİF DİRENÇ'' ÜZERİNE

Genç tasarımcı Ayhan Yetgin geçtiğimiz günlerde ilk koleksiyonunu görücüye çıkarttı. Tema ise ''Pozitif Direnç''ti. Dikkat çekmek istediği nokta ise AIDS. İlk koleksiyonunda böyle bir sorunu konu edinmesinin de bende merak uyandırması üstüne kendisiyle ufak bir röportaj yapmak istedim.

Ayhan Yetgin 2009 Elle Dergisi Moda Tasarım yarışmasının 1.si olduğu gibi 2009 ITKIB Kumaş Tasarım Yarışması'ndan da 3.lük elde etmiş. 2010 ITKIB Koza'da stilist ve kostüm tasarımcısı Patrica Field'in favorisi olduğu gibi aynı koleksiyonla moda editörü / gazeteci / blogger / Elle ve Vogue gibi dergilerin siteleri için editörlük yapan Diane Pernet'in blogunda da yakın markaja alınmış. Sırada ise yeni koleksiyonun çalışmaları hazırlığında.

AIDS konusunun toplum içerisinde kendi dikkatini çeken en önemli temalardan biri olduğunu söyleyen Yetgin bu yüzden ilk koleksiyonunda böyle bir şey yapmak istediğini belirtiyor. AIDS'in halen ''maalesef'' ülkemizde neredeyse tabu derecesinde olduğu için hazırlamadan önce insanlardan gelecek tepkilerden de çekindiğini ve bu yüzden endişe duyduğunu da söylüyor, ancak belli ki endişeler onu yıldırmamış, aksine hem buna hem de tabulara bir parça da karşı gelmek ve konu üzerine bir şeyler söyleyebilmek adına koleksiyonunu hazırlamış.

''Pozitif Direnç''in hikayesine gelecek olursak ise Yetgin ''HIV Pozitif'' olan bir kadının ruhsal devinimini anlattığını söylüyor. Kadını AIDS'in simgesi olarak değil de onun bununla mücadelesini betimlediği için AIDSle sembolleşen ''kırmızı'' renginden kaçınarak daha fazla beyaz, gri ve siyah renkleri üzerine yoğunlaştığını belirtiyor.

''Çizmiş olduğum kadının profilini ise temiz ve sade şekilde anlatmak benim için en önemli hususlardan biriydi'' diyor ve kadının güçlü duruşunu silüet ve detaylarla vurguladığını ancak sade yanını da renklerle tamamladığını ekliyor. Sonuç olarak formlar iddialı ancak genel görünüş ise sade. 

9 Ekim 2011 Pazar

THE KANYE STYLE !

Anlaşılan ben her işi yaparımcılar sadece ülkem topraklarından çıkmıyor. Moda dünyasının içindeyim, iki Anna'yla da yakın arkadaşım, giyinmeyi biliyorum, stylish profilim var demek ''tasarımcı'' olmak için yetmiyormuş. Belli ki Kanye West, yurdum moda bloggerlarının biolarını çok okumuş ''editor, singer, stylist, designer, bla bla bla''.

MTV Sahnesinde yaptığı Taylor Swift çıkışından sonra iyicene star olan West moda dünyasında da Givenchy'nin kadın koleksiyonundan bir parçayı sırtına atıp Anna dello Russo onun şarkılarını kendi videolarında kullandıktan sonra bir anda it-boy olup çıktı.

Gençtir, heves etmiş. West bu sezon sadece front-row'dan defileleri izleyip style.com için Tim Blanks'le video röportajlar yapmadı. Ülkesinde, New York Fashion Week'te ya da ''new-comer''lara daha fazla açık olan Londra Fashion Week yerine modanın merkezinde Paris'in yoğun takviminde kendine yer açtı. Bunu yapması yetmiyormuş gibi tıpkı Hakaan gibi front-row'a en cool insanları çağırmayı başarıp podyumda en ünlü modelleri yürüttü. Hadi Kanye ünlü, cool ve çevresi geniş. Yine de ''money talks bebeğim''. Anja Rubik'in açtığı showu Chanel Iman kapattı. Karlie Kloss, Eniko Mihalik, Jourdann ve Abbey Lee de diğer modellerdendi. Azzedine Alaia, Dsquared2 kardeşler ve Olsen ikizleri de defilenin en hip konuklarından.
Defileden en beğendiğim 3 look.

Ancak belli ki konu Anna Wintour olunca o sadece kendi cebini doldurmanın peşinde ! Nasıl mı ? Defile sonrasında Wintour'dan birkaç kelime etmesi söylenince ''başkasına sorun'' diye cevap vermiş. Belli ki sevdiği ünlüler arasında yer alan West'in show'undan pek de memnun ayrılmamış, ancak buz kraliçesi karakterinden soyunup onu kırmak da istememiş, zaten gelecek sezonun editöryallerinde kendisine yer vermese biraz geç de olsa Wintour'un gerçek cevabını öğrenmiş olacağız.

Sezonun en fazla beklenen defilesi Alexander McQueen showuna giden Anna Dello Russo ise kıyafetini Kanye West'ten seçmiş. Showlara giderken genelde o sezonun en kilit kıyafetlerini seçen ve bir şekilde hem kendi hem de moda evlerinin PRını yapan Russo kanımca West'e bir jest yapmamıştır. Bunu bilen West büyük ihtimal bin rica bunu ondan istemiştir. Bundan sonraki diğer adım ise müzik dünyasındaki dostlarından kendi kıyafetlerini giyilmesini istemek olacaktır büyük ihtimal.
solda defilede Eniko Mihalik. Sağda ise Kanye West giyen Anna dello Russo.

Gelelim koleksiyona. Genellikle yeni ''tasarımcıların'' işlerini style.com'da görmesek bile West'in parçaları da defile biter bitmez hemen sitedeydi. Defileden önce beklediğim şey klasik Amerikan hip-hop & r&b / urban tarzıyla karşılaşmak olmuştu, ancak ortaya çıkan bu değildi. Rihanna ya da Beyonce gibi isimlerin ödül törenlerine giderken giyebilmesi için yapılmış gece kıyafetlerinden de yoksun üstelik. En önemlisi ise moda yazarlarının sevmiş olduğu klasik moda dilinden oluşturulmamış bir koleksiyon olmuş; demek istediğim ''ilhamını 60lardan almış, ilhamını sokaktan almış'' ile özetlenebilecek işler değil, bunun ötesinde göze batan bir diğer özellik kanımca kıyafetlerin birbirinin devamı olmamış olması bir diğer deyişle bütünlük yok. Sanki West masa başına oturup -eğer eskizleri kendi çizdiyse- aklına gelen birbirinden alakasız fikirleri bir araya getirmiş.

Deriler hatta kürklerin bile olduğu ilkbahar / yaz koleksiyonunda Balmain / Zadig & Voltaire'in rock chic tarzı, Balmain'in disko topları ve Hakaan'ın beyaz tulumları ve Herve Leger'nin vücudu streç filmle saran kıyafetleri izlerine de rastlanabilir.

This is how Kanye West sees Fashion but appearently West won't be the new Victoria Beckham.

images via style.com

1 Ekim 2011 Cumartesi

APOLLO BOY MAG: NO 14 || THE MOVIE ICONS ISSUE

Kate Winslet & Marion Cotillard. Biri Ada'dan biri de Fransa'dan. Sadece oyuncluklarıyla değil güzellikleriyle de dillere destan. Duruşlar ve bakışlar. Her ikisini de tam anlamıyla tanıdıktan sonra iki aktristin birçok fanının kurduğu hayali ben de canlandırmıştım aklımda. Her ikisi de aynı filmde beraber ! Yazılanlar ve konuşulanlara bakacak olursak ikisini bu ay vizyona girecek ''Contagion''da yan yana görme ihtimalimiz %0. 
Aynı filmde rol alacaklarını öğrendikten sonra ise kurduğum hayal ikisini (belki de yanlarına Gwyneth Paltrow'u da alarak) Vogue ya da başka her hangi bir mainstream kapağı beraber taçlandırmaları yönündeydi.
Başta Wintour ve Alt beni hayal kırıklılığına uğratsa da, yalnız başlarına bile kapak yüzü görEmeseler de oynadığım oyunu en iyi şekilde tamamlamak istediğimden bu şekilde kendimi tatmin etme kararı aldım diyebilirim.
Diğer ikisinin yanında Kirsten Dunst ve Anne Hathaway ise daha masum ve çocukça duruyor.
Henüz ayakları yere basan kadın değil de bir kız kardeş gibi. Coppola'nın ''Marie Antoinette''i sonrasında
 ışıldayan Dunst, Cannes'daki ödül sonrası kariyerini tavan yaptırdı ve elde etmiş olduğu Oscar adaylığının ardından rol aldığı  ''Devil Wears Prada'' gazıyla da Hathaway kendini kabul ettirdi.

Hiç kuşkusuz sinemada A List isimler sayılmak istendiğinde akla ilk gelen kişilerden bu 4 icon da. Ve madem Ekim ayını sinemayla özdeşleştirdik ve de bu ay vizyona girecek olan 3 muhteşem filmde bu 4 isim karşımıza çıkıyor,  eh onları kapak yapmamak olmazdı. 
credits:
Kate Winslet: Vogue China by Peter Lindbergh
Marion Cotillard: Vogue Paris by Mert Alas & Marcus Piggott
Kirsten Dunst: British Elle by David Slijper
Anne Hathaway: British Marie Claire by Mark Abrahams
Julianne Moore: Vogue Paris by Mario Testino