31. Kez şehre dönmeye hazırlanan İstanbul Film Festivali için yeniden panik halinde, heyecanla, ''ııh nasıl yapsam da listeme bir-iki film daha sıkıştırsam'' vakti gelmiştir. Cumartesi günü genel olarak satışa çıkacak biletler için uzun kuyruklar, ardından da 31 Mart-15 Nisan arasında elinde Starbucks kahveleri ile Atlas'a koşuşan bir sürü insanla karşılaşma zamanı.
Elbette liste yapmasına bayılan biri olaraktan Festival'in ''bence en iyi 10'unu'' seçme hakkını da kendime veriyorum. Aslında işin argosuna kaçacak olursam seçmiş olduğum 15 filmden ağzımın sularını şapur şupur akıtanları bir araya getirdim diyeyim.
Yıl içerisinde Ryan Gosling ile çekmiş olduğu film vizyona girmeden önce festival sayesinde ona karşı olan özlem son buluyor. Geçtiğimiz sene Ludivine Sagnier'le ''Devil Wears Prada''nın gerilim/ suç versiyonu ''Crime D'Amour''la Festivalde izlediğimiz Kristin Scott Thomas ''La Femme de Veme'' (Gizemli Kadınlar) için ise bu sefer Ethan Hawke ile çalıştı, üstelik hikaye yeniden gerilim türünde.
Goethe'nin efsanevi karakteri ''Faust'' bir kez daha sinemaya konuk oluyor, üstelik bu sefer Rus yönetmen Alexander Sokurov ile.
Filmleri -benim gibi- genelde oyuncuları için seçenler için yeni bir fırsat. Juliette Binoche ''Copie Conforme'' sonrası bir kez daha yurdum festivallerine konuk oluyor. Bu sefer ''Elles''(Kadınlar) ile. Fahişelik yapan bir öğrencinin dramını izleyeceğimizi tahmin ettiğim film aynı zamanda bana geçtiğimiz yaz okuduğum ''Telekız'' romanını hatırlatıyor. Orda da ana karakter fahişelik yapan bir master-öğrencisi / üniversite hocasıydı.
Giorgos Lanthimos'un bir önceki filmi Oscar'lara kadar uzanan ''Dogtooth''idi . Hatırlarsanız izole olmuş bir hayat ve 3 kardeş şehirden uzak bir yerde aileleriyle yaşıyordu. Babaları dışında şehre gidip gelenin olmadığı gibi cinsellik dahi her türlü gündelik ihtiyaçları bile kendi aralarında karşılayacak kadar reel dışıydılar. ''Alpies'' (Alpler) ile yeniden akışkan kanlarımızı dondurmaya hazırlanmalıyız gibi hissediyorum. (Gerçi mayınlı bölge filmi ''Michael'' dururken?)
''Before Sunset'' ve ''Before Sunrise''. Tüm zamanların en tatlı duygusal / romantik filmlerinden sanırım. Lisa Kudrow ya da Gwyneth Paltrow'u aslında o filmlerde yer alan kadın oyuncu Julie Delpy yerine biçilmiş kaftan olarak düşünsem de Oscar adaylığı bulunan zat benzer temalarda filmler üretmeye devam ediyor. ''Paris'te 2 Gün'' filminden sonra şimdi de ''2 days in New York'' (New York'ta 2 Gün) zamanı. Unutmadan, film festival kapsamında Akbank Gala'ları başlığı altında.
Kesinlikle Top 10 listemin zirvesinde yer alan film ise Marina Abramovic belgeseli ''M.A. Sanatçı Aramızda''. Bence çağdaş sanat ve post-modern dünyanın en büyük temsilcisi olan sanatçının uzaktan da olsa yaptıklarının içine girebilecek olma hissi bile beni heyecanlandırıyor. ''Keşke New York'ta olsaydım da -performans sanatı- olarak icra ettiği işini? -sessizce masa başında oturup sabah 9-akşam5 konukları ağırlamasını- görebilseydim. Bu anlamda gösterileri içinde ''bedenini'' fazlaca kullanan Abramovic bence yine geçtiğimiz yaz okuduğum ''Başyapıt'' kitabına da ilham vermiş.
Bronte kardeşlerin Emily'sinin tek romanı ''Wuthering Heights'' (Uğultulu Tepeler) bir kez daha vizyona uyarlandı. Oyuncu kadrosu beni hayal kırıklığına uğratsa da yönetmeni ''Fish Tank''i de çeken Oscar'lı Andrea Arnold. Yine de lezziz edebi eserlerin sinemaya uyarlanması beni her zaman heycana sürüklemiştir. Kendisini pek sevmesem de bir Keira Knightley görmek isterdik sanırım değil mi ?
Aşk, seks, skandal, tarih ve kraliyet sarayları. Benim için daha merak uyandıran bir kurgu olamaz sanırım. Nikolaj Arcel filmi olan ''En Kongelig Affaere'' (Yasak Aşk) ise işte tüm bunları barındırdığından enfes. İsveç yapımı ''Girl With The Dragon Tattoo''yu yazan kişinin yönettiği film Danimarka saraylarında geçiyor. Üstelik bir de ''three some love'' da eklenmiş hikayeye. 2 Adam 1 Kadın. Bakalım aşk çekilir mi aradan?
Kimi filmler vardır hikayesi ve oyuncularından fazla geçmiş olduğu coğrafya nedeniyle izleyiciyi / en azından beni kendine çeker.''Der Fluss War Einst Ein Mensch'' (Nehir Bir Insandı) da tam da buna örnek. Sırt çantanızı hazırlayın. Yolculuk Güney Afrika'ya.
Kristin Scott Thomas ve Juliette Binoche dışında festivalin üçüncü kraliçesi Isabelle Huppert. Sizin anlicağınız bir Charlotte Rampling eksik. Geçtiğimiz sene ''Copacabana'' filmiyle festivalde bulunan -üstelik açılış filmiydi- Huppert bu sefer ''Captive'' (Tutsak) la aramızda. Filipinler'de geçen filmin konusu teröristler tarafından tutsak alınan turist grup olarak geçse de, yani bir bakıma sıkıcı bir şeyler izleyebileceğimizi sezsem de god saves Huppert.
ve Plus 1. Ben maalesef programa bir türlü yerleştiremesem de Akbank Galaları kapsamında yer alan ''Les Infideles'' (Sadakatsizler) de festivalin hit filmlerinden.7 farklı yönetmen tarafından oluşturulan 7 farklı hikaye. Yönetmenler arasında ''The Artist''ten Michael Hazanavicius ve Jean Dujardin de bulunuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder