29 Eylül 2010 Çarşamba

MUSIC IN SEPTEMBER

Sonbaharın kendini iyiden iyiye hissetirmeye başladığı şu günlerde dinlediğim şarkıların da değişmeye başladığını hissediyorum. Yaz aylarında seçmiş olduğum ''song of the week''ler eller havaya tarzıyken bu sefer daha smooth, daha karamsar melodilere sahip. Üstüne üstlük ay boyunca ise indie / rock / alternative takılmışım.

Bunlar dışında en fazla Maroon 5'ın ve Seal'in yeni albümlerini dinler oldum. Ancak ay boyunca üç favori albümüm vardı.
Barndon Flowers // Flamingo
Scissor Sisters // Night Work
Hurt //

Son zamanlarda ortalık ise Britney Spears ile çalkalanıyor. Hayır ortada yeni bir albüm henüz, ama Glee vs Britney hanımıkızımız açısından oldukça karlı oldu. Ortada ne sansasyon var, ne de Starbucks'dan çıkarkenki görüntüleri. Ancak Brit kadar konuşulan bir şey daha varsa o da  gençlerin ''Toxic'' yorumu. Dinler miydiniz ?


Şurda ise Brittany / Britney promo videosu.


oldukça iştahlı. nımımnım. Bu arada Glee hakkındaki yazımı okumadıysanız. Clic.

Rihanna sadece ''Only Girl In The World'' şarkısıyla sadece listelerde fırtına gibi esmiyor aynı zamanda iki yeni videoyla da TVleri fethetmeye hazırlanıyor. İşte onlardan bazı görüntüler.

Bu arada 3 hafta içerisinde Beyonce'nin yeni şarkısı da liste yarışına girmeye başlayacak. Önümüzdeki yıl müzik piyasası karışacak. Beyonce, Britney, Lady GaGa, Shakira, Rihanna, JLo. Bakalım best female kim olacak ? Beyonce hakkında da daha önce şurada yazmıştım ! Tık. 

Jennifer Lopez cephesinden de son günlerde yeni yeni haberler gelmeye başladı. American Idol jürisi olduktan sonra, bir sene önce çıkması planlanan LOVE? albümünün aralıkta piyasaya süreceğini açıklamış. Zaten albümden nete düşmeyen şarkı kalmamıştı nerdeyse. Onun hakkındaki yazım için de. tık.

Upcoming Albums on october

David Archuleta // The Other Side of the Down
Ciara // Basic Instinct
KT Tunstall // Tiger Suit
Belle & Sebastian // Write About Love
Yann Tiersen // Dust Lane
Bob Dylan // The Bootleg Series: The Witmark Demos: 1962-1964
Kings of Leon // Come Around Sundown
Ne Yo // Libra Scale
Shakira // Sale El Sol (The Sun Comes Out)
Rod Stewart // Fly mE To The Moon
Good Charlotte // Cardiology
Kid Cudi // Man On The Mon II: The Legend Of Mr. Rager
Taylor Swift // Speak Now

28 Eylül 2010 Salı

BEN BU HAFTA SONUNDA

Bu hafta sonu internetim kapandığı için mutlu oldum aslında. Yazlıkta aldığım 3 aylık internet paketim son bulunca ben de kendimle baş başa bir hafta sonu geçirdim =) =)

İlk olarak Gabriel Garcia Marquez'in ''Yüz Yıllık Yalnızlık'' kitabına yarısına gelmeme rağmen bir türlü ısınamadım ve nadasa bıraktım. Yeni kitabım ise Mark Twain'den ''The Adventures of Huck Finn''. Yerel güneyli ağzıyla yazılmış, hem realist, hem dönem eleştirisi, hem yerel motifller hem de Amerikan Edebiyatından ''masterpiece''. E daha n'olsun ?

Cumartesi günü bir ara TV'ye bakarken ''Türkan'' adlı dizinin tekrarıyla karşılşatım. Dönem edebiyatı ve dönem filmlerine karşı olan tutkum dizi sayesinde yeniden pörtledi. Hem Heybeliada'dan manzaralar hem de eski Istanbul mevzu bahis olunca diziyi radarıma almadan geçemezdim. Bir de gerçek kesit !

IstanbulModern'den satın aldığım şu defteri ve kitap ayraçını da size de önermek isterim. O defterin içine hayatım hakkında aldığım kararların ''pros & cons'' tarafını yazdım. Ayrıca FilmEkimi programını ders programına uydurmaya çalıştım. Hocaların ders programını ne zorluklarla hazırladığını öğrendim. Defter Burhan Doğançay'ın ''Doğa''adlı çalışması. Kitap ayracı ise Fikret Mualla'dan ''Sofra''. Telefonla çekilirse ancak bu kadar kaliteli olabiliyor. :P


Seal'in en yeni albümü ''Commitment''ı dinledim. Ayrıntılar coming soon. Maroon 5 albümündeki Lady Antabellum oraklığına bayıldım.

Herkesin gözü de şu bozuk para cüzdanımda kaldı. Bu görsel de göründüğü gibi daha kaliteli çünkü kendisi http://lulusjoyfulblog.blogspot.com/ blogunun şeker insanı tarafından çekildi. Yeri gelmişken de belirteyim, kızceğiz blogunun adresini değiştirmiş o yüzden karışıklık olmuş, isterseniz bir click daha yapın :P


Her yerde karşıma çıkan IKEA'dan sıkılmaya başladım. Yurtdışında ''ıhh IKEA'dan mı döşedin evini ?'' bakışı atılırken Türkiye'de bunun tam tersi olduğunu IKEA'dan alışveriş yaptıklarında kendilerini bi bok yerine koyan insanlardan nefret ettim.

Sahilde bisiklete bindim, yürüyüş yaptım ve Nirvana'ya erdim.

Marilyn Monroe yatmadan önce üstünde sadece Chanel NO 5  olduğunu iddia ediyorsa benim de söylediğim şudur. Bang by Marc Jacobs veya Tom Ford for Men yeterlidir.
Diğer yorumlara ve bloglara ayrıca maillere akşam üzeri dönerim =)=) Şimdi okul zamanı.

1Ekimi bekleyin.

Bisou bisou. 

23 Eylül 2010 Perşembe

FESTIVAL ZAMANI || FILMEKIMI




En son Istanbul Film Festivali ağzımda güzel bir tat bırakınca uzun zamandır FilmEkimi'ni sayıklar olmuştum. Filmlerin açıklancağı günü tıpkı Oscar'ların ve Grammy'lerin açıklandığı gün gibi sabırsızlıkla bekledim. Sonuç mu ? Benim gibi orta şekerli bir sinema izleyicisi olarak oldukça tatmin edici filmler var. Henüz gideceğim seansları ayarlamadım ama en azından hangi filme gideceğimi biliyorum ! Eğer siz de kararsız kaldıysanız belki önerilerime bakarak zevkinize uygun bir şeyler seçebilirsiniz.

THE TOWN: Yönetmen koltuğunda Ben Affleck olduğu için bir hayli merak uyandırıcı. Onun dışında Blake Lively ve Rebeca Hall'un filmde yer alması insanı kendine çeken bir diğer sebep. Ah Jon Hamm ve Chris Cooper'ı da unutmamak lazım. Bir de Toronto Film Festivali'nde de dünya prömiyerini yaptığını belirtsem iyi olacak.




NEW YORK I LOVE YOU: Uzun zamandır merakla beklediğim filmi sonunda izleyebilecek olmam gayet hoş. Tema New York olunca seyretmeme lüksüm yok diyebilirim. 11 Farklı yönetmenin 11 farklı bakış açısıyla oluşturduğu filmde yönetmen koltuğundan 3 isim ilgi çekiyor. Natalie Portman, Fatih Akın ve Shekar Kapur. Hayden Christensen, Rachel Bilson, Orlando Bloom, Christina Ricci, Bradley Cooper, Blake Lively, Chirs Cooper, Ethan Hawke, Julie Christie ve Uğur Yücel ise filmler içinde karşımıza çıkacak oyunculardan bazıları. 




SOMEWHERE: Venedik Film Festivali'nde Altın Aslanı kucaklayan filmin yönetmeni ve senaristi ise tanıdık bir isim: Sophia Coppola.

KABOOM : Gümm olarak Türkçe adı verilen filmin ise beni kendine çeken yanı tamamıyla konusu. Cannes'da Eşcinsel Palmiye ödülünü kucakladığını belirtmeliyim.

THE TREE: Oyuncu kadrosunda koskoca Charlotte Gainsbourg'un ismini gördüğümde verdiğim tepki zaten şuydu. ''Abi bu film kaçmazz.'' Filmin afişi ise başka bir güzellik zaten. Yönetmen Julie Betucelli ise yavana atılmaması gereken başka bir güzellik. (yönetmen olarak yani).







MY SON, MY SON, WHAT HAVE YE DONE ?:
Yapımcı koltuğunda David Lynch. Oyuncular ise Willem Dafoe ile muhteşem Chloe Sevigny.

CERTIFIED COPY: Iranlı senarist / yazar Abbas Kiarostami ile tanışmak için güzel fırsat. Çekim yerleri ise Toskana. Ama hepsinden daha önemli bir şey varsa, o da Juliette Bincohe'un filmde yer alması ve rolüyle Cannes'da en iyi kadın oyuncu ödülünü almasıdır.

HAPPYTHANKYOUMOREPLEASE: How I Met Your Mother? yıldızı Josh Radnor tarafından hem kaleme alınmış, hem çekilmiş hem de kendisi oyuncu olarak bulunmuş. Ünlü yönetmen ve rejisör Elia Kazan'ın tornu Zoe Kazanı da filmde merak etmiyor değilim.

JACK GOES BOATING: Romantik komedi olmasına artı olarak bir de künyesinde hem oyuncu hem de yönetmen olarak Philip Seymour Hoffman'ı görmek filmi seyretmek için yeterli bir neden sanırım.


Bu 10 film dışında 3 tane daha izlemek istediğim var ! Onlara henüz karar vermedim, bakalım. Turne / Tournee. İnsanlar ve Tanrilar / Des Hommes et Des Dieux ve Devrim / Revolucion.

Bir diğer öneri listesi için. http://www.thebalkabaa.com/2010/09/filmekimi-2010-onerileri.html

22 Eylül 2010 Çarşamba

BAŞKA DİLDE AŞK !


Birçoğumuzun yaşadığı aşk zaten başka başka dillerde yazılı değil mi? 
Herşeyi göz ardı edip sevdiğin kişi uğruna riskleri almaya hazır mısın ?
Ötekileştirmeden arana alabiliyor musun bir takım insanları !
Sadece filmlerde, kitaplarda anlatılan masalsı ve şiirsel aşklara özenip onları gerçek hayatta da aramayı deniyor musun ?

Siz de benim gibi Mert Fırat, Saadet Işıl Aksoy ve Lale Mansur'un başrollerini paylaştığı tüyleri diken diken edici, bol mendil kullandırıcı ve sosyal içerikli film ''Başka Dilde Aşk''ı vizyondayken izleyemediyseniz bence en yakın D&Ra gidip DvDsini alıp seyretmelisiniz. Hem Lale Mansur'a bir kez daha aşık olursunuz hem de Saadet'e hayran kalırsınız nasıl bir genç yetenek olduğunu görürsünüz. 
İyi seyirler

20 Eylül 2010 Pazartesi

KAPAK YAKIŞIKLISI: BRANDON FLOWERS // FLAMINGO


Eylül başında şurada bir kapak yayınlamıştım. Tık. Artık Gossip Boy'un da bir kapağı var, her ay başında bir kapak güzeli/ yakışıklısı sizleri karşılayacak. Hatta önümüzdeki aylarda sürpriz bloggerlar da yer bulacak orda =) İlk kapakta solo kariyerine adım atan ve bu yüzden adından sıkça söz ettiren Brandon Flowers'ı seçmiştim. Hem müzik ve giyim konusunda stil sahibi hem de Apollo Boy / Gossip Boy ruhunu iyi yansıttığı için bundan iyi bir ilk kapak olamazdı değil mi ? (Jessica Stam ve Vogue detayını atlarsak :P) Siz ekim kapağındaki sürpriz isim tahminleri üzerine bahis oynamaya devam edin, ancak ara verdiğinizde ise bu ayki kapak konusu yazısına göz atmayı unutmayın !

The Killers'ın muhteşem solisti Brandon Flowers'ın solo olarak albüm çıkaracağını duyduğumda ağzım kulaklarıma varmıştı. ''Flamingo''yu dinlemeye başladığım anda ise bunca yıldır grubu sadece Brandon için dinlediğimi fark ettim. Aynı fikri benimle birçok müziksever daha paylaşmış olmalı ki albüm çıktığı hafta Ingiltere Top 40 listesinin zirvesini ele geçirmeye başardı. Albümden çıkan ilk single ''Crossfire'' Ingiliz listelerinde ilk 10da kendine yer bulmuşken Amerikan Rock ve Alternatif listelerinde 11 ve 8. numaraya kadar yükselip zirveye doğru adım atmaya devam ediyor.

Yakışıklının her anlamda Las Vegaslı olduğu belli. Albüm ''Welcome to the Fabulous Las Vegas'' şarkısıyla başlıyor zira. Nedense grubu da kendisi de bana her daim Brit soundunu hatırlatır, belki de bu yüzden bana hatırlatma yapmak istiyor. Ve ilk şarkıdan sizi kendine hayran bırakabiliyor. Güzell. İkinci single olarak belirlenen ''Only The Young'' ise yine başka bir favori. Prodüksiyon koltuğundaysa Stuart Price oturmakta. =) Yorulmadan bir kez daha yazıyorum bir işte Stuart Price varsa ortaya çıkan iş oldukça karizmatiktir.

Hangi şarkıyı öveyim bilemedim, zira hepsi de doyurucu, müzikalite anlamında oldukça başarılı, sözler ise sığ değil kaliteli. ''Hard Enough''ı dinlerken bir süre sonra siz de bir taraftan '''And this has been hard enough on you // I know it's been hard enough on me //Been telling myself that I can roll with the changes''diyerek hem Brandon'a hem de bi başka La Vegaslı indie şarkıcı Jenny Lewis'e eşlik ederken buluyorsunuz kendiniz.

Temponun arttığı ''Jilted Lovers & Broken Hearts'' şarkısında ise rodeo üstinde klasik bir country klübünde dans etmek isteyebilirsiniz.


Hemen arkadan gelen ''Playing With Fire'' ise hem sound olarak hem de sözler olarak albümün en vurucu şarkılarından biri olsa gerek. ''Daddy, I'm not gonna tell you that I'm sorry // But there aint nothin you can do to change my mind //I'm not here to know the things I cannot do //We've seen the outcome of the Boy's Who Didn't Fly // That road outside that you've been taking home forever // That'll be same road that I'll take when I depart''

Ya bilmiyorum ama bu albüm bana resmen country havası yansıtıyo, belki de Brandon'ın Nevada ile olan ilgisi sonucunda bu hisse kapılıyorumdur. İşte karşınızda ''Was It Something I Said?''.

Albüm kapanmadan hemen önce ''Crossfire''. Modern Klasikler arasına gier mi ? Girer ! Ve son. ''On The Floor''. Şarkıyı dinlerken ise tepkim şu '' Tanrım uzun zamandır böyle dinlendirici bir şarkı dinlememiştim''.  ''When the lights go down in the city getting real low  //Settling in my room I'm unnoticed // When the still comes in through my window // Letting me go // I feel a calm, come over me //On The Floor .

Brandon'un muhteşem albümüne doyamayanlara ise deluxe edition önerilir. Deluxe editionda ise normal versiyondaki 10 şarkıya ek olarak 5 tane daha var. Bunlardan gözdem ise ''country'' havası estiren '' The Clock Was Tickin''. Ki gerçi albümün geneldinde de o alternative /inde-rock havası altında country tınıları duymak mümkün.

Albümün genelinde aynı melodirler olmasına rağmen çok sıkıcı değil, ancak dolayısyla karşınıza çıkan her bir şarkıda ''abi adam yine şaşırttı beni'' gibi tepkiler vermiyorsunuz, ama pek de sıkılmıyosunuz. İlk albüm için fazlasıyla iyi ve de albümü alıp ona bir şans tanımak için oldukça fazla geçerli sebepeler var.



smokin giymiş ve takım elbiseli görseller American GQ tarafından hazırlanmıştır. Erkekler için trend raporu temalı görsellerdir. Alttaki kolaj ise British GQ Eylül edisyonundan alınmıştır. Diğer kolaj ise video çekimlerinden oluşturulmuştur.

18 Eylül 2010 Cumartesi

DICE KAYEK || ISTANBUL MODERN

Biliyorum biliyorum, gitmeye geç kaldım, hatta yayınlamaya da ... Hatta yarın son gün sanırım. Ama eğer henüz siz de gitmediyseniz bence bugün bir kez daha yolunuzu modern sanatlar mabedi olan Istanbul Modern'e düşürün. Hem gelecek hafta başlayacak olan TransitHayatlar temalı sinema programını edinirsiniz, hem yeniden Hüseyin Çağlayan'ın muazzam koleksiyonuna göz atarsınız, daimi sergilerde gözden kaçan detayları yakalayıp modayı bir kez daha sanatla buluşturan IstanbulModern'e teşekkür edip bu güzelim şehri kıyafetlere taşıyan Dice Kayek sergisini gezip sonra da 5 çayınızda kendinize muhteşem manzaralı cafe'sinde yer edinebilirsiniz.

IstanbulKontrast temalı serginin içinde Dice Kayek, Istanbulu ve şehrin tarihini bir kez daha yorumluyor. Bunlar  danteller, parlak taşlar, tüller, saten kumaşlar 12 farklı temada 26 değişik tasarımla karşımıza çıkıyor ve her biri bizlere 7 tepeli şehri tekrardan anlatıyor. Temalar ise: Kubbe, Itanbul Geceleri, Kumru, ıstanbul Çiçekleri, Istanbul Modern, Dolmabahçe, Galata Köprüsü, Ayasofya, Lokum, Kaftan, Topkapı ve Boğaziçi. Istanbul daha başka nasıl anlatılabilinir ki ?

Sergiyi gezerken ise tasarımlar hakkında ufak anektodları, bilgileri Elif Şafak'ın (Şafağın) kaleminden, dilinden okuyabilirsiniz.

Serginin açılış gecesinden görüntüleri ise şuradaki yazımda bulabilirsiniz. Tık. 

resimler google images'dan alınmıştır. 

NEW YORK FASHION WEEK || MEN'S SCENE S/S '11 VOL IV

Tamam tamam son kez. New York Fashion Week. Men On Runway. 2011 İlkbahar / yaz trendleri bu kadardı. 4 postta da resimleri bana araklattığı için GQ'ya ve Style'a çok teşekkür ederim

Marc Jacobs ''Marc'' by Marc Jacobs'da kadınlarda olduğu kadar erkeklerde de göz doldurmayı başarmış. Kahverenginin kullanımı, aksesuarlar ve ayakkabılar 10 numara. kutlamak lazım. Vintage ve Indie ruhu bir arada gibi.
Michael Kors ise inanılmaz karizma. İçlerinden çorap giydirse de sandaletler harika. Ancak anlamadığım tek şey şurda görmüş olduğunuz kazak. Oldukça zamansız bir kreasyon.
Neden bilmiyorum ama Nicholas K 'ya da bayıldım. Koyu renkler, salaş tarz ama harika. Tek problem pantalonların boyunda. Bir de ayakkabılar, ah pardon postallar.Gözlüklere de dikkatinizi çekerim.
 Davidelfin'deki sıradışı takim elbiselere ve rengin mükemmeliğine bayıldım.
ve son olarak General Idea. Rengarenk olmasa da beyazdan siyaha, kırmızıdan kahverengiye kadar giden değişik renk skalası vardı.

17 Eylül 2010 Cuma

NEW YORK FASHION WEEK || MEN'S SCENE S/S '11 VOL III

Birbirinden şık takım elbiseler, rengarenk kıyafetler ve plajlardaki ''slip'' mayo rüzgarı 3. defa New York Men's FW '11 ile devam ediyor.
Simon Spurr da bir başka gözdem oldu. Takım elbiseleriyle beni benden alırken pudra / ten renginin kahverengi ile uyumu da gayet hoş. Gözlükler ve deri eldiven ile takım elbisenin uyumu ise muazzam.

Tommy Hilfiger ise tam anlmaıyla panayır yeri gibi. Rengarenk. Mr. Hilfiger renk konusunda oldukça bonkör davranmış olsa gerek.


Michael Bastian ise baştan aşağı ''must have'' tüm parçalara aşık oldum desem yeridir. Turuncu slip bile var. ov may gad. sneakerlar muhteşem ötesi. takım elbiselere değinmek bile istemiyorum. Komple yıkılıyor. Ayrıca sonunda kısalan deniz şortlarını bulduk. 

Perry Ellis Signature ise tıpkı bizdeki AVVA gibi. Gidip bütün parçaları alası geliyo. Renkler soft, hafif, uçuk pembeler, ten renkleri ve ekoseler, yeniden blazer ve şortlar ön planda.
Deriler ve deneysel işler ise Yigal Azraou'nun elinden çıkmıştı. Seçtiğim trench seçkiden favorim, ayrıca değişik ayakkabılara / sandaletlere de bayıldım. Tıpkı Hatice Gökçe'deki gibi.

Spor kıyafetlerin bir insanda nasıl şık duracağı da ''Gant'' by Michael Kastian tarafından kanıtlanmış oldu. Yukarıda sahil şıklığı ve diğer casual kıyafetleri varken burda da ''Gant'' markasıyla karşımızda. Hazırlamış olduğu takım elbiselerle de nasıl ''dandy'' olabilirimin tanımını anlatıyo sanki !