26 Temmuz 2012 Perşembe

MOODBOARD: BATMAN

Siyah, erkekler için bu sezonun trendi denebilecek bir renk değil. Koyu renkler hep hakim. Ama siyah; pelerin, deri ve az biraz futuristik materyallerle birleşti mi aklıma ilk gelen şey Batman oluyor. Ya da bu günlerde 'algıda seçiciliğim' bu yönde çalışıyor. Neyse, ama korkmayın ''pelerin is the new it piece'' olurken pek sevimli modacılar tayta aynı sempatiyi göstermemişler. Huzurlarınızda Fall/ Winter '12 Men's Fashion Show'larına Batman Yorumu!


Türkiye'nin en güzel giyen kadını Aslı Abbasoğlu. Üstelik moda evleri gibi onun da kendine yapıştırdığı bir DNA'yi var. Yürüyen Celine kampanyası gibi bir kadın dersem olayı da özetlemiş olurum. Ya da she has real sense of style. (Burdaki sense of styleın ne olduğundan daha önce çokça bahsetmiştim. bknz. Lisbeth Salander) Her neyse, konumuz erkekler ancak hanfendinin twitter biosundaki şu cümle oldukça etkileyici. Owner of a wardrobe that's somewhere between Batman and Nan Kempner. Hah! İşte bence hazır Batman geri dönmüşken kendimize bir parça Aslı-touch getirebiliriz. 

Formülü biraz değiştirerek cümleyi biz ''between Batman and Bruce Wayne'' olarak yorumlayabiliriz. Wayne hiçbir filmde James Bond ya da Inception'daki erkekler gibi jillllet gibi takım elbiselere bürünmese de zengin playboy karakteriyle örtüşen kıyafetleri giymekten geri kalmıyor. Gece oldu mu ise pelerin ve Burberry'nin zımbalı eldivenleri en büyük destekçisi.

Görüldüğü gibi Batman olmak hiç bu kadar kolay olmamıştı!
Burberry Prorsum
Dolce & Gabbana
Emporio Armani
Hermes
Maison Martin Margiela- Lanvin
Nicholas K- Mugler
Simon Spurr- Rick Owens- Rad by Rad Hourani
Valentino
Yves Saint Laurent
Viktor & Rolf
Ha yeri gelmişken. Herşeyi unuturum ama bunu unutmam!
Tüm görseller style.com
Aslı Abbasoğlu, vogue.com.tr

ps. Bana bir gün üzerine saatler boyu konuşmak istediğin fotoğraf var mı deseler, hiç düşünmeden Abbasoğlu'nun bu karesini de seçerdim.

25 Temmuz 2012 Çarşamba

THE NEWSROOM

'Parası olan düdüğü çalar' sonucunda HBO yine göbek adı olan 'Görkem'in hakkını verdi. Senaryolarını sinemada izlemeye alışık olduğumuz Aaron Sorkin bu sefer TV dünyasının en baba işlerine imza atan kanal için kalemi eline aldı. Üstelik dağıtılan roller de en azında kendi kadar tanıdık isimlere gitti. Sonuç HBO Yıldız Savaşları'nda yine 1-0 önde. 

İlk bölüm başlar başlamaz sarf edilen onca politik cümle ilk başlarda dizinin George Clooney elinden çıkmış olduğunu düşündürse de (çünkü sırf Clooney politik-dram yazıyor. Neyse belli ki 'Ides of March'ın tadı hala damağımda) aslında senaryo ve yapım iki Oscar Adaylı (ki 'The Social Network' ile de ödüle sahip) Aaron Sorkin'e ait. Bunca laf salatasından sonra aslında dizinin politika ile sınırlı olmadığını da söylemeliyim. Kablolu yayında olan bir Amerikan TV kanalında hazırlanan haber bülteninin mutfağına konuk oluyoruz.

''Öff haberler çok sıkıcı'' dediğinizi duymiim. Çünkü dizi; ivmeyi tam da ekibin haberlere hazırlandığı zaman kazanıyor. Her ne kadar ''Moneyball'' ve ''The Social Network''u sevsem(k) de bence kabul etmeli, zekice planlanan ve karakterlerin hepsi de güzel konuşan senaryolara sahip olsalar da bir şekilde olaylar yavaş akıp insanlar sıkılmaya başlamıyor mu? (Yoksa sırf ben miyim?) Özellikle 75 dakika olan ilk bölümün hikayeyi bağlama kısımları 'yeter uleyn' dedirttiriyor. Ki bu öteki bölümlerde de devam ediyor. Öte yandan haberlere 5 kala ve bültenler sırasında Mackenzie MacHale'in (Emily Mortimer) yaşadığı stresin size geçmesi. Priceless. Üstelik beni etkileyen sadece Mortimer'ın aldığı şekiller değil muhteşem aksanı da. (Bknz. ass deyişine kurban). Popülaritesini sürekli Jay Leno ile karşılaştıran (ama daha coolu) Will McAvoy'un (Jeff Daniels) sakince geçidiği sinir krizleri ise ''böyle patron düşman başına'' cinsiden, ayrıca Amerika'ya atılan bütün taşlar ve politik eleştiriler de yine Will'den geliyor. ''The first step in solving any problem is recognizing there is one-America is not the greatest country in the world anymore.''


Sadakat yanlısı Maggie Jordan'sa (Alison Pill) diziye komedi, sakarlık ve aşk üçgenini sokan isim. Hali hazırda sevgilisi olan Don Keefer (Thomas Sadoski) mi yoksa Mackenzie'nin yardımcısı bir anlamda Mag'in erkek versiyonu Jim Harper'la (John Gallagher Jr) mı ideal ilişkisini yaşayacak merakla bekliyoruz. Sadakat demişken.. yaptığı yanlış sonrasında Jim'in Maggie'yi koruması ve Mackenzie'nin sürekli tüm ekibini kollaması da belirtilebilinir. Will ortalarda yokkense arkasından yeni bir ekibin kurulmaya başlanması da sadakatin başka bir örneği. Öyle ya da böyle Maggi'nin ağzından çıkan sadakat dizinin bence anahtar kelimelerinden biri. Zira kelime sadece iş ilişkileri konusunda gitişatı belirlemekle kalmıyor, dizide yer alan birkaç duygusal ilişkinin de temeline dönmemizi sağlıyor. 
Dizinin sosyal medyayla olan ilişkisi de yavana atılamaz. Neal Sampat (Dev Patel) blogger olarak şirkette yerini alırken medyanın sahibi Charlie Skinner'ın (Sam Waterston) -hayır Martin Scorsese değil- olan biteni tweettirmeye çalıştığını izliyoruz. Ve yıldız kadronun son ünlüsü ise Sloan Sabbith karakteriyle Olivia Munn. Kader değişmez, dizide de yükselmesinin sebebi -elbette ki aklının yanı sıra- fiziği. Aklı derken şaka yapmıyorum. Kadın ekonomist. 


İlk üç bölüm sonrasında ikinci sezonunun garantisini alan dizinin akış hızı hala yavaş olmaya devam eder mi bilmiyorum ama yaratılan her bir karakter için bile dizi izlenmeye değer, ama yine de uyarmadı denmeyin, dizi öyle biriktirilerek arka arkaya 4-5 bölüm seyredebileceklerinizden değil. Başlarda böyle bir dizinin neden yazın yayınlandığını sorgulasam da seyirci heycan dolu ana-sezonda slow-motion bir yapıma bağlı kalmak istemez cevabını uygun buldum. 

20 Temmuz 2012 Cuma

EMMY ADAYLIKLARI!

Türkiye saatiyle dün akşam üzeri açıklanan Emmy Awards adaylıkları, özellikle yurdum yabancı dizi takipçileri arasında büyük sansasyonlar yarattı. Kullandığım kelime ise abartısız. Sevilen dizi ve oyuncuların kazandığı adaylıklar yerine yapılan haksızlıklar ve abartılı bir şekilde gereksizce dağıtılanlar daha fazla konuşuldu. 



KOMEDI

Outstanding Comedy Series dalında adaylık elde edemeyen ''Parks & Recreations'' bence akademinin ilk büyük ayıbı. Her ne kadar bu ayıplarını Amy Poehler ve Outsanding Writing dalıyla ört bas etmeye çalışsalar da hepimize biliyoruz ki ekip yeniden elleri boş ayrılacak geceden.

Duruma aslında hiçbir itirazım yok ama ''Desperate Housewives''dan Karen McCluskey karakterini canlandıran Kathryn Joosten ne oldu da birden 'Konuk Oyuncu' sıfatından bu kategoriye atladı şaşırdım doğrusu. Ha bana soracak olursanız kendisi zaten yardımcı oyuncuydu ama eğer geçtiğimiz aylarda kendisini kaybettiğimizden ötürü böyle bir şey yaptılarsa...Hepimiz de biliyoruz akademilerin bu tür oyunculara duyduğu sempatileri. Her şey bir yana bu sezon Eva Longoria da kendini aşmıştı, üstellik Vanessa Williams da pek fena sayılmazdı. Ama tabii Desperate Housewives bir Mad Men olmadığından ondan birden fazla adaylık bekleyemeyiz. Öte yandan bence akademinin de en zorlanacağı dallardan birinin bu olduğunu düşüyorum. Hükümet gibi ''Modern Family'' kızlarının yanı sıra bir de Kristen Wiig var, ki kendisi SNL'den ayrıldıktan sonra popülaritesini America's Sweatheart mertebesine yükseltti. Bakalım! Bir de bunların erkek versiyonu var ki sormayın. Her türlü Modern Family'den biri kapar diye umuyorum / düşünüyorum.
Gelen adaylıklardan beni en fazla şaşırtanı da Lena Dunham'a gelen destek oldu. 3 adaylık kapan Dunham'a pek ödül gideceğini sanmıyorum, ama Mad Men'le gözü kararan bir akademinin yeniye ve gençlere de şans vermesi güzel. Özellikle Amerika'da dizi hakında yapılan ''erkekleri çok alçak'' görüyorlar eleştirilerinden sonra.  


DRAM


Gelelim Outstanding Drama Series dalına. Sanırım fırtınaların koptuğu asıl dal da burası. 'Game of Thrones' sonrası senenin en baba dizisi 'The Good Wife'tı. Ki hadi ilki daha fazla epic şeyler anlattığından görkemli olması olağan. Geçtiğimiz günlerde -şimdi hatırlamıyorum- okuduğum -yerli/ yabancı hatırlamıyorum- dizilerden biri Good Wife'ın en büyük başarısının dizinin Amerikan gündemiyle beraber ilerlediğini söylemişti. Ana kadroyu geçtim konuk olan oyuncular bile #allahuekberwoohoo Matthew Perry, Michael J Fox ve Martha Plimpton. Her biri için oluşturulmuş karakter, background ve senaryo. Sonuca çok zorla ulaşılan ama pürüssüz bir şekilde size gülümseyen matematik problemi gibi akan bir hikaye/ senaryo. Ama pardon Mad Men daha iyiydi di mi? 'Breaking Bad' olayına ise hiç girmiyorum zaten.Dizinin en büyük fanı olduğuman ise ''Downton Abbey'' bu sene Mini-series kategorisinden çıkmış olmasına seviniyorum. Ama ne oldu da bu terfi gerçekleşti o da muamma. Yine de doğrusu buydu. Kazanan ise kuvvetle muhtemel Mad Men olacaktır, ki bu da Game of Thrones'a çok büyük hakaret olur.


Sanırım beni en tatmin eden kategorilerden biri de Outstanding Lead Actress in Drama oldu. Michelle Dockery ve Julianna Margulies'in yanı sıra Claire Danes, Kathy Bates ve Glenn Close diğer adaylar. Kuvvetle muhtemel ödül Claire Danes'e gider, ilk iki isim ise benim favorim. Yardımcı rollerde ise yine başka bir çekişme bence tüm zamanların en iyi karakter / tiplemelerinden biri olan Kalinda Sharma rolüyle Archie Panjabi ve yine The Godd Wife'tan Christine Baranski aday olurken Maggi Smith de adaylar arasında. Geçtiğimiz sene ödülü kapan Maggie Smith mini-series kategorsindeydi. Bu daldaki ödülü ise tamamıyla alakasız biri kazanmıştı. Bu arada gerçekleşen buzzların aksine geçtiğimiz sene olduğu gibi 'The Killing'e bu sene adaylık çıkmadı. 


Outstanding Actor kategorisinden adaylık kazanan Hugh Bonneville'in yanı sıra Supporting Cast arasında da yini ki Abbeyci bulunuyor. Bunlar ise Brandon Coyle ve Jim Carter. Sizin anlayacağınız Dockery dışında dizinin tüm yaşlı castı adaylık kaptı. Aynı kategoride ise favorim geçen sene ödülü alan Peter Dinklage. 
Guest Actress kategorisi adaylarından biri de Martha Plimpton. En azından burada yenmemiş Good Wife'ın hakkı. Bu arada bu dizideki rolüyle geçen sene ve evvelki sene aday olmayışı da garip. Aynı kategoride bir de Hollywood yıldızı var, ki bizler ona Uma Thurman diyoruz. Bu arada kategorinin erkek versiyonunda aynı diziden Dylan Baker'ın olması da sevindirici. ''En iyi Dizi kategorisini size vermedik, ama geri kalan adaylıkların hepsi de sizin olsun. Tüm bunlar birleşse bile en iyi olamıyorsunuz çünkü Mad Men değilsiniz.''


Yine senaryo dalında Mad Men'e üç ödül giderken geri kalan diziler için bir dakikalık saygı duruşu. 


MINI SERIES- TV MOVIE


American Horror Stories ve Luther (BBC) gibi dizilerin yanında göze çarpan iki yapım ise Sarah Palin'i anlatan ''Game Change'' ve Hemingway'in hayatına selam çakan ''Hemingway and Gellhorn''. Aynı kategorinin oyuncu verisyonları ise Oscar yarışı gibi Nicole Kidman, Julianne Moore ve Emma Thompson ile Kevin Coster, Clive Owen, Bill Paxton ile Idris Elba aynı kategorilerde yarışıyorlar. Geçen sene Kate Winslet aldığı ödül ise umarım Moore'un olur. 


Bir dakika Mad Men'in neden adaylığı yoktu?

19 Temmuz 2012 Perşembe

YENİ SEZON DİZİLER- VOLUME I

Mayıs ayında TV Kanalları yaptıkları toplantılarla gelecek sezonun dizilerini birbir sıralarken geçtiğimiz hafta düzenlenen Comic Con'la bazıları kendine şimdiden fan grubu kurmayı başardı bile. Gün ve saatleri henüz kesin olmamakla beraber eylülde hangileri için torrent başında oturup inmesini beklerken sinir krizi geçireceğimizi düşünmeye başlasak iyi ederiz.

Kuşkusuz gelecek sezonun en hit ve mainstream olması beklenen dizisi ABC yapımı olan ''666 Park Avenue''. ''Desperate Housewives'' ile yeniden gündeme gelen Vanessa Williams'a eşlik eden isim ise ondan daha popüler olan ''Lost'' yıldızı Locke'un ta kendisi Terry O'Quinn. Upper Eeast-Siderların yaşadığı bir apartmanda geçecek olan dizinin korku, bilim-kurgu ve beraberinde gelen gerilimle alışılageldik dramlardan başka bir yerde duracağı belli. Belki tür/ belki mekan nedendir bilinmez ama ilk günden beri dizi bana sürekli ''Rosemary's Baby''yi çağrıştırıyor. ''Be Careful what you wish for!'' taglineıyla yola çıkan dizi şeytanlarla yapılan yuvarlak masa toplantıları ipuçlarıyla devam ediyor. Belki de şeytan Williams ve O'Quinn'in bedenini çoktan satın almıştır bile.

Lena Dunham varken Anna Sophia Robb'u kim ne yapsın dediğinizi duyar gibiyim. HBO'nun efsane dizisi ''Sex And The City'' için hazırlanan prequel ''The Carrie Diaries'' SATC yazarları dışında ''Gossip Girl'' ve ''The OC'' yapımcısı Josh Schwartz tarafından CW için hazırlanmakta. Carrie'nin 80lerdeki hayatını konu alacak dizinin gardrop sorumlusu yapımda '80 klişelerinden uzak duracağını belirtmişti. Böyle bir açıklama sonrasında üstelik 'Girls' hali hazırda kısmen böyle bir mesuliyeti üstlenmişken (ki kendisi hem daha sofistike, hem daha indie hem de daha kaliteli) bu çaba niye? Ocak 2013te yayınlanması planlanan dizinin ilk bölümünün çok ilgi çekeceği ve Anna Sophia'nın birer Teen Vogue ve Nylon kapağı kapacağı kesin. Ancak gerisi? Büyük ihtimalle birçok kişi gereksiz olduğunu düşündüğünden izlemeyi bırakacaktır! Bets open!
İngiliz Sherlock hikayesini New York'a taşıyan CBS başrol oyuncuları olarak da ''Trainspotting'in cool/sick kid on the block'u Jonny Lee Miller ve ''Charlie's Angels''dan Lucy Liu'yu uygun görmüş. Geçen sezonun en çok ses getiren yapımı ''HomeLand''in de yapımcı ve yönetmen isimleri arasında yer alan Michael Cuesta ise yönetmen koltuğunda. Eylül ayında yayınlanmaya başlayacak ''Elementary'' için şimdiden hard-diskte yer açmalı.

Eylül ayında başlayacak bir diğer CBS yapımı ise ''Partners''. ''One Three Hill''den Sophia Bush ve Brandon Routh'u bir araya getiriyor. sit-com'un aynı adlı '95 yapımının yeniden çekimi olduğu söylense de ilkini izleyenler? O halde nur topu gibi yeni bir sit-comumuz oldu.

Şimdiden adı çok fazla geçmeye başlayan ''Vegas'' ise geçtiğimiz sezon ''Hell on Whells'' (Ağustos ayında 2. sezonu geri dönüyo bu arada- bu ne ya? )ile başlayan televizyondaki western boşluğunu doldurma niyetinde. Vereceğim tek cevap ise ''Allah razı olsun hacı!''. Eylülde başlayacak dizi de yine CBS elinden çıkma.
CW ise gençlik dizilerine yeni bir açılım getirerk 'comic book' genreına zıplayarak ''Arrow''u yayına sokmak için ekim ayını bekliyor. ''Once Upon A Time''ın peri masalları karakterleri süper-kahramanlara karşı. ''Avangers'', ''Spiderman'' ve ''Batman'' derken 1 sene içinde insanın kafası süper kahramanlarla dolmuşken göz atmamak olmaz. Ha yükselen çıtayı memnun eder mi? Bak bilemedim şimdi!

17 Temmuz 2012 Salı

SKARSGARD: A ROYAL FAMILY

Kardeşler, aileler. Kimi zaman Tanrı sadece birine değil, ikisine değil tüm aileye 'yürü ya kulum' diyor. Bu aileleri neye göre seçiyor bilmiyorum ama; geri kalanların da kıskançlık içerisinde olanları takip ettiğine eminim. 

Sadece müziği değil, sinema ve modayı da kapsayan koca bir hanedanlığa sahip Gainsbourglar ilk akla gelenler olurken Fransız-Rus Roitfeldler sanat ve modayı iç içe geçirip ünlerine ün kattı. Üstelik aileye gelen gelin ve damat da yine aynı alandan. Sıra Jaggerlara geldi mi ise müzik sınırları kaldırıyor ve aile tıpkı Gainsbourglar gibi bir marka olmanın tadını çıkartıyor. Bir de Kardashianlar elbette. Cooluk düzeyi 0ın altında olan ailede evcil hayvanlar dışında ünlü olmayan yok gibi. 

Toplam nüfusun 9Milyon civarlarında olduğu (ki bu 2012 verisidir) İsveç nüfusunun %10unu kaplayan Skarsgård Hanedanlığı ise sinema endüstrisinin yeni süper gücü. Stellan Skarsgård ile başlayan ailedeki bu ün Alexander, Valter, Sam, Gustaf ve Bill ile devam etti. Üstellik anne My Skarsgård da şöhretten geri kalmamış. Üstelik gelecek sene neredeyse izleyeceğimiz birçok yapımda da onların adları geçiyor. 

'True Blood' ile bir anda patlama yaşayan Alexander Skarsgård ''Melancholia''da da yer aldıktan sonra sadece TV yıldızı olmadığını ispatlama isteğindeydi. Yayınlanacak 4 filmi bulunan Skarsgård'ın işlerinden biri de Julianne Moore ile yer aldığı dram 'What Maisie Knew' ile Andrea Riseborough ile oynadığı 'Hidden'.

Alexander'ın bir boy küçüğü Gustaf Skarsgård ise gelecek senenin çok konuşulması beklenen, en azından duyduğum günden beri benim merakla beklediğim TV dizisi 'Viking'de yer alıyor. Mit, tarih ve 'costume drama' türlerinin başarılı örenkleri 'The Tudors', 'Borgias' ve 'Camelot' gibi yapımların da arkasında yer alan ekibin diziyi yarattığı düşünülünce ağzımın sulanması çok da abartı olmamalı. Yine de dizinin Starz yapımı değil de History'nin elinden çıkması olası 'explicit sceene'leri de engelleyebilir. Dolayısıyla bir 'Camelot' ya da 'Spartacus' performansı beklemek de boşuna. Dizide yer alan diğer önemli isimlerden bazılarıysa Gabriel Byrne ve Clive Standen Bugüne kadar abisi ve babası kadar popüler yapımlarda yer almasa da adının geçtiği bir diğer ünlü yapım geçtiğimiz seneki İstanbul Film Festivali'nde de gösterimi yapılan 'The Way Back'. 
95 doğumlu Valter Skarsgård henüz sadece ülkesinin yapımlarında yer alırken 90 doğumlu abi Bill Skarsgård 12 senelik kariyerini 'Anna Karenina'da yer alarak taçlandırmışa benziyor. Aile tarafından gelen güçlü referans eğer başarılı bir performansa dönüşürse yer alacağı tek büyük yapım da bu filme sınırlı kalmaz. 
Ve sürünün başı Stellan Skarsgård. Yeni bir 'Romeo & Juliette' uyarlamasında tekrardan Lars von Trier ve Charlotte Gainsbourg ile birleşip 'The Nymphomaniac'da, Colin Firth ve Nicole Kidman ile 'The Railway Man' ve 'Thor'un devam filminde karşımıza çıkacak. Gerçi duruşu ve genelde oynadığı karakterler bana hep itici, hafiften de de korkutucu gelir ama.
Öyle ya da böyle yıl içerisinde karşımıza çıkacak 5 yapımdan 1inin künyesine Skarsgård soyadı tüm ihtişamıyla Isveç karları gibi parıl parıl parıldayacak. Hem Kuzeyliler, hem ünlü, hem sarışın hem de cool. Cidden Tanrı onları yaratırken tüm boş vaktini onlar için harcamış olsa gerek.  

13 Temmuz 2012 Cuma

YENİ NESİL 3 SİLAHŞÖRLER

Lana del Rey çoktan eskidi bile, hala albümündeki şarkılara bir bir video çekmekle uğraşsa da ilk günkü havası kalmadı gibi. Yine de yerine geçen isimler tek başlarına onu aşağı alamasalar da üçü birleşti mi del Rey’in havasını katmerler. (Yoksa abarttım mı?) Gerçi önemli olan birine takılıp onu mu dinlemek yoksa en yeninin peşinden mi koşmak? Ya da bu benzetme ne ölçüde yerinde orası tartışılır.Bahsettiğim isimler ise 21.YY-model şarkıcılar; Grimes, Azealia Banks ve Asap Rocky.
Kanada’dan gelen Grimes yeni albümünü 2012de yayınladı. ‘Visions’ sadece onun üçüncü albümü değil sesini dünyaya duyurtan ve kritiklerden geçer not almasını da sağlayan albüm oldu. Kaydedilmiş iki albümü olsa da aslında pek de bilinmiyorlardı. Grimes’in coolların hip kültürüyle tanışmasına vesile olan ise Dazed & Confused’un Givenchy göndermeli nisan kapağıydı. Kapakta modifiye edilmiş Lisbeth Slander- Rooney Maralı şekline benzeyen Grimes’in şarkıları ise o kadar karanlık değil. Ucundan kıyısından elektronik ama daha fazla pop ve synthpop olan albüm -en azından bana- şaşırtıcı gelse de insanı inanılmaz dinlendiriyor. Belki de bu Claire Bucher'in ses tonundan da kaynaklanıyordur. Albümün son haftalarda favorim olmasının tek sebebi ise modu: Cumartesi gece klübündesiniz, saat 2 olmuş, dans etmekten çok yorgunsunuz, ama oturmak da istemiyosunuz, elde bira ve siz hala ayaktasınız, çünkü Grimes'in şarkıları tam da bunu sağlıyor. (Benim 2m sizin 4ünüz de olabilir). Sen çok yaşa synth-pop. Bir de nedense albümü dinlerken bilinç altımda su altı, havuzda yüzen insanlar ve baloncuklar beliriyor. Bu arada albümden favorim olan şarkı ''Skin''.
Azealia Banks ise yeni Missy Elliot. Şarkılar ipod'da dönerken masa altından ahenkle dans eden ayak karelerini de instagramlayabilirsiniz. Rap ve Dance karıştımıydı ortaya çok güzel urban-style dans figürleri de çıkabilir. 00lerin başlarında yapabilmesi pek cool olsa da günümüzde apaçileşen figürden bahsediyorum; siz yine de yapmak istiyorsanız kolları göz hizasına getirin, avuç içleriniz dışarı baksın ve kalça ile kollar ters orantılı bir şekilde bir içeri bir dışarı doğru ittirilsin.  Azealia'nın background'u ise pek de şaşırtmayan cinsten, Harlem çıkışlı Banks üstelik 91 doğumlu. Doğum tarihinin 90lar sonrası olması kendisine pek koymamış olsa gerek ki, ilk albümüne -ya da EP demek daha doğru olur- 91 ismini vermiş. 0km şarkılardan oluşan bir albüm yolda olsa da şimdilik henüz dün yayınlanan mixtape ile idare edebilirsiniz. Bir de duyduğum kadarıyla yerden bitme Nicki Minaj ile de kavga halindeymiş. Tabii de Banks FOREVER*******cıyım ben.

Asap Rocky ise gündemi henüz bir albümle meşgul etmese de patlaması yakın. Aslında yakın demek bile saçma; zira albüm çıkmadan adı çoktan duyuldu. Önce Dazed & Confused'un ardından Jalouse'un kapağında yer aldı. Lana del Rey'in 'National Anthem' videosunda legendery Mr Kennedy rolünü kaptı. Tıpkı Grimes gibi birkaç senedir endüstri içinde olan Asap Rocky'nin bir anda tanınınmasının sebeplerinden biri de yıl başında Drake ile yaptığı çalışma. Bling bling altın zincirler, dolar sembolleriyle tipik American hip-hopperı olan Asap R aynı zamanda iade-i ziyaret olaraktan da del Rey'le şarkı kaydetti. Ancak kim ak kim kara belli olması için biraz daha sabretmek gerekir. Tıpkı Banks gibi o da ilk albümünü sonbaharda yayınlamayı planlıyor.

11 Temmuz 2012 Çarşamba

METROPOLI- POST MODERN KAPAK TASARIMI

Başlık ilk düşününce garip gelebilir, ama emin olun siz de Metrópoli'nin kapaklarını gördüğünüzde şaşırabilirsiniz. Eğer post-modern şeyler bir anlamda ana-akımda alışık olduğumuz şeylere uzak ve ona karşı 'cool bir tavırla' duruyorsa Metrópoli'nin çizgisi de öyle. (Ya da tam adıyla La Luna de Metrópoli).
Metrópoli meşhur Ispanyol gazetesi El Mundo'nun haftasonu eki aslında. Böyle de dedimse bizde bu tür şeylerin olmaması nedeniyle de içim cız etti. Derginin içeriğini henüz ele geçirmiş değilim ama anladığım kadarıyla lifestyle ve Time Out serisinin 'art work' yanı ağır basan haftalık versiyonu gibi. Merak ettiğim tek şey ise Istanbul'da El Mundo satan noktaların bu eki de gazetenin yanında verip vermedikleri. (Zira yabancı dergilerin ekleri pek de kiyosklara uğramıyor.) Derginin art directörü ise Rodrigo Sánchez. Sanırım böyle bir dergide çalışıyorsanız konumunuz genel yayın yönetmeninkinden daha havalı. Çok da abartıya kaçmış olmak istemem ama eğer bütün bu tasarımlar Rodrigo'nun beyninin içinden çıkmışsa 'tell the bitches Jesus is back in the town.'
Yayımlanan her kapak ise haftanın önemli olaylarına dikkat çekiyor ya da box office filmlerine selam çakıyor. 
Bütün kapaklar bir yana biraz aşağıdaki dantel ve örümcek ikilisi, geçtiğimiz haftaya ait bir kapak. Sanırım mesaj alındı. Daha aşağıdaki barkod ve ikiz kuleler temalı kapak da yine tüm olayı tasvir eden muhteşem bir sembol bence. Aslında kapak spotu olmadan, tek bir görselle verilen mesaj kapağı minimal yaparken, tasarımın zenginliği olayı aynı zamanda komplikeleştiriyor. Post-modern tagini de boşa koymadık yani.
Daha fazla yaratıcı kapakla karşılaşmak istiyorsanız. 

ps. dergiden beni haberdar ettiği için de E. Kurtuluş'a teşekkürler, teşekkürler.


9 Temmuz 2012 Pazartesi

YENİ MODEL IT-GIRL: KATE UPTON

Birçok Amerikalı model gibi Kate Upton da belirli bir duruş, karakter ve karizmadan yoksun. Yine pek çok Amerikalı model gibi onu da meşhur eden seksi olmak. Ve o şu günlerde -her nasıl olduysa- moda dünyasının zirvesine oynamaya başladı. 

'92 doğumlu olmasının yanı sıra bugünlerde asıl ününü tıpkı onun bir başka versiyonu olan Brooklyn Decker gibi Sports Illustrated'a hatta daha doğrusu özel  'swimsuit issue'ya- ki derginin kendisinden daha meşhurdur (bir bakıma Vogue'un September Issue'su gibi) borçlu.
IMG photocall- Guess Campaign
2009 yılında Guess ve iç çamaşırı kampanyasıyla başlayan serüven bu yıl içerisinde Esquire US, GQ US ve Muse gibi dergilerin kapaklarında göğüslerini sergilemekle devam etti. (Lara Stone ve Joanna Kulig korkmaya başlarsa iyi olur.)

Dolgun dudaklar, kıvrımlı bir vücut ve uzun sarı saçlar, Amerikalı Aphrodite ya da yerel dille American Bombshell. Erkek dergilerinin stereotiplerine tam manasıyla uyan Upton'un asıl şaşırtan becerisi ise Anna Wintour, Carine Roitfeld, V ve Harper's Bazaar US'in de radarına takılmış olması. Moda dünyasına kendini kabul ettirmeye çalışan Upton geçtiğimiz haftalarda Burberry defilesinde ön sıradayken magazin basınını da ihmal etmemek için Cannes'daki 'On The Road' prömiyerine katılmıştı.
Muse by Sebastian Faena
Erkek dergilerinin Upton peşinden koşma nedeni belliyken, moda dünyasını onu neden tercih eder? sorusunun cevabı ise 'nihayet' değişen beden ölçüleri ve seksilik anlayışı olabilir. Aşağıdaki görsel ise Vogue İspanya editöryalinden kopup geldi. Fotoğrafa iki sefer bakmanızı istiyorum ve kendinize şunu söyleyin. 1: SI kapağındaki ucuz kızla alakası yok. 2: V Spain kapağındaki mayolu Saskia mı sizi kıskandırır / mayoyu sattırır yoksa bu poz mu?
Classy şeyler üretmekten geri kalmasa da Carine Roitfeld edepsiz işleriyle daha ünlü demek abartı olmaz büyük ihtimalle. Eylül ayında çıkartacağı CR Fashion Book'un kapağına yerleştireceği Kate Upton'ı Terry lensinden çıplak mı yoksa Bazaar'daki gibi high-class kıyafetlerde mi koyacağı aslında merak konusu. Ancak bana kalırsa her iki şekilde de fark etmez, zira tıpkı editöryal başlığında bulunan atıf gibi she just brought sexy back!
Bazaar US
Başlıkta da belirttiğim gibi o bir it girl. Ama yeni model. Alternatif sularda yüzmüyo, tumblr'da street style fotoğraflarıyla dolaşmıyo, ama yayımlanan her dergide kendine yer bulup editörlerin yeni gözdesi olmayı başarıyor. Erkeklerin kalbine giden yol olan SI'ı çoktan fethetti. Eh Wintour ve Roitfeld de 'biz de varız' dedi! Geriye tek pek de söylenecek bir şey kalmıyor. Memelerin parlasın! Pardon. Yıldızın parlasın Upton girl! 

8 Temmuz 2012 Pazar

APOLLO MAG: NO 23 || SUMMER-TIME SADNESS

photo: Mario Sorrenti
model: Natasha Poly
editor: Emmanuelle Alt
issue: Vogue Paris J/ J '12