27 Mart 2012 Salı

GAME OF THRONES

İkinci sezonun başlamasına günler kala, hem dizide neler olup bittiğini hatırlamanın, hem de en sevdiğim sahneleri sıralamanın zamanı gelmişti sanırım!

Dizide yer alan üç farklı hanedanın kim olduğunu anlamanın ve aralarındaki ilişkileri sindirebilmek için sanırım ilk bölümünün en az iki kere izlenmesi gereken  ''Game of Thrones'' walking deadvari yürüyen mavi gözlü ölülerle açılıyor; zaten sezon boyunca dizinin üstünde durduğu şey de buydu. Yaklaşık 10 senedir kışın uğramadığı ülkenin karanlığa gömülüp uykularından uyanıp huzurlu yaşamı alt üst etmeleri için ölülerin yeniden geri dönmesine az kalmıştı.

Özetsiz başlayan hemen hemen 1 saat sürüp saniye heyecanını kaybetmeyen dizi eski epic edebiyat anlayışının günümüze taşınması kadar heyecanlı. HBO yapımı olan 'Game Of Thrones' aynı zamanda bence tüm zamanların en büyük prodüksiyonlu dizisidir. Sanki olaylar kısaltılamadığından filmin yapılmasından vaz geçilmiş de diziye dönüşmüş gibi. Edgar Allan Poe meets Lord of The Ring havası olan dizinin en mistik ve ilgimi çeken kısımlarından biri de haberleşmenin kuzgunlar tarafından sağlanması. Baknız. ultimate myth-epic figure.
Dionisiac ritüelleri anımsatan bir düğünle evlenen ve dizinin en popüler ve karakteriyle background'u en fazla merak ettiğim Daenerys Targeryen (Emilia Clarke) ise dizide neredeyse sevdiğim tüm sahnelerin içinde bulunuyor. Uçuşan perdeler ve sıcak küvete girdiği sahneyle tanıdığımız Khaleesi dışarıdan bakınca inanılmaz naif ama karakterini irdeleyince korkusuz, sert ve bir erkekten bile daha fazla erkek. Drago'yu gördüğü ilk anda ürkse bile amaçları uğruna, istediğini alma adına evlenmemek için itiraz edip direnmeyen Targeryen, ilerki sahnelerde canlı canlı bir hayvan kalbi yiyerek ne kadar dayanıklı oldğunu gösterip dizinin final sahnesinde hikayenin mit ve epik düzeyini tavana taşıdı.
Senaryonun akıllıca kurgulandığını düşündüğüm dizinin en fazla sevdiğim bir diğer yanı da bu elbette. Örenğin 7 Kingdoms hakkında direkt olarak fazlaca bir şey sunulmasa da ne olup olmadıkları konusunda Bran Stark'a (en küçük erkekten bir büyüğü) ders verilirken öğreniyoruz. Entrikası ve seksi (tarihsel drama olup da ensest-gay-lesbian-straight ilişki olmazsa zaten o dizi gerçek hayatı tam yansıtmıyor demektir) bol dizide yine Petyr Baelish ve lezbiyen seks sahnesinin sadece görselliği değil de arkada geçen diyaloglar da kuvvetliydi. Tywin Lannister'ın hayvanı keserken (ki dizide çokça dökülen kanın sahiplerinden bazıları da hayvanlardı)oğlu Jaime Lannister.'a nutuk çekmesi de yine önemli/ önemsiz ikili olaylardan biriydi. Ya da Arya Stark'ın kılıç sallarken hocasının verdiği bazı öğütleri buna örnek gösterebilirim.

Finali hatırlayacak olursak, buzlar ülkesi'nden gelen Eddard Stark ve ölüm kadar korkunç Khal Drogo öldü. Güçlü olduğu var sayılan Jaime Lannister esir alındı, ateş kraliçesi Daenerys hükümdarlığını ve ölümsüzlüğünü ilan etti ve yarım adam Tyrion Lannister saraya gönderildi. Rob ise ufak zaferlerle işe başladı. Anlayacağınız denge oyunları altüst oldu. Bu arada Bakınız: aynı zamanda, dizi buzlar ülkesinde başlıyor ve ateşler içinde bitiyor. (A Song Of Fire and Ice)
Birinci sezondan olan bu konuşma Eddard Stark ölmeden hemen önce gerçekleşmişti. Sadece geleceğin sembolü değil tüm dizinin de ana fikri aslında.

2. sezona dönecek olursak: Girişteki fotoğraf da her şeyi açıklıyor. Babasını öldüren Lannister'la savaş içerisinde olan Rob Stark (Richard Madden) biraz zor görünse de bakalım savaştan galip çıkacak mı? Hesapta oğlu tahtta olsa da ülkeyi yöneten Cersei Lannister'ın - ya da oğlu cidden pabuç bırakmayacak gibi (Lena Headey) iki yanında da kardeşi var. Bir tarafta beraber ensest ilişki içerisinde oldukları Jaime (Nikolaj Coster Waldau) diğer tarafta cüce Tyrion Lannister (Peter Dinklage). Tyrion'un yönetimle pek fazla işi yok gibi gözükse de kurnaz planlar konusunda kafasının çalıştığını ve finalde babası tarafından gözünün açıldığına da şahit olmuştuk. Ve tabii 7 Krallığı yeniden ele geçirmeye hazırlanan Targeryen (Emilia Clarke). Kızdan korkun, beyler! 

Yukarıdaki fotoğrafa girmese de 'piç' olan Jon Snow bakalım duvarı korumaya devam edicek mi? Sansa, Joeffrey ile bir yastıkta kocayıp Aria evin yolunu bulacak mı? Tüm bunların cevabını babam çilekli pasta yapmaya başladığı zaman öğrebilicez bence.

26 Mart 2012 Pazartesi

#TODAYIMWEARING : DAY 14


Today is soo John Lennon!
Bir sneaker aşığı olarak diğerlerinin yanına, dolabımın en nadide parçalarından olacak Isabel Marant sneakerlari sonunda kattim!
Tayt:h&m
Ceket:cedarwood
Deri ceket:stefanel
Çanta:vakko
Bluz:h&m Knot Violance Collection
Sneakers: Isabel Marant

25 Mart 2012 Pazar

#TODAYIMWEARING : DAY 13

She is Madonna!!
Etek:topshop
Kazak:mango
Ceket:stefanel
Sneakers:Nike Blazers
Canta: Longchamp

23 Mart 2012 Cuma

KARLIE GOES XXX

Karlie Kloss Vogue Türkiye 2010 eylül sayısına kapak olduğu zaman yanılmıyorsam Seda Domaniç edito yazısında en fazla Kloss'un defileler boyunca farklı kadın tiplerini en iyi şekilde yansıtmasından etkilendiğini yazmıştı. Ancak Kloss 18 yaşına bastığından bu yana tek bir kadını oynuyormuş gibi! Seksi olmaya çalışan bayan ördek dudak en büyük ikonu sanki. Komşu kızı ve 'America's sweatheart' profilinden Victoria's Secret defilesiyle sıyrılan Kloss ondan sonra sürekli çıplak vücut şekilde gezmeye başlayıp soyadları uyaklı ablası Kate Moss'a özenmeye başladı.
Numero Paris
Son olarak Show Studio tarafından yapılan ve Ruth Hogben tarafından yönetilen ''Fashion Fetish'' adlı moda-videosunda kah sarı perukla çakma Aphrodite olmuş, kah Paris'in arka sokaklarında yaşayan dudak yalayıcı, kırbaç emici bir kadın. Video aslında bir anlamda çıplak kalmadan, fetiş sembolleriyle nasıl seksi olunduğunu / olunabileceğini / olmaya çalışıldığını gösteriyor. İyi seyirler!!

#TODAYIMWEARING : DAY 12

Moulin Rouge


22 Mart 2012 Perşembe

TOKYO FASHION WEEK F/ W '12-'13

Tokyo Moda Haftası'nda sergilenen sürreel koleksiyonlardan sonra Zeynep Tosun'un rotasını kesinlikle yanlış seçmiş olduğunu anladım. Londra'da sergilemiş olduğu son işleri harika olsa da şehrin havasına ayak uydurmayı başarsa da Uzak Doğu etkili defilesi bence tam da fikrini aldığı yerde sergilenmeliymiş.
Antwrep Royal Academy mezunu Yuima Nakazato daha önce Black Eyed Peas ve Lady Gaga ile de çalışmış. Aslında bu referanslar bile yaptığı her şeyi özetler nitelikte. Hem BEP'in son zamanlarındaki soundu gibi futuristic hem de Lady Gaga gibi fazla uçarı. Tüm bunlara Japon motifleri de eklenince bence ortaya çıkan sonuç oldukça sürreel.  
Gelecek kışın rengi konusunda Japonya'yı Batı'yla bağlayan ortak nokta en fazla kullanılan rengin 'siyah' olması Biraz YSL, biraz Jean Paul Gaultire ve Dior Couture havası taşıyan Hiroko Koshino'nun çıkış noktası da siyahtı.
En azından Tim Burton Japon Goth filmi çekiceği zaman Helena Bonham Carter'ın neye benzeyeceğini Alice Auaa sayesinde görmüş olduk ?
'Designer' değil de 'brand' showu olan Whiz Limited da Japonya'nın Tommy Hilfiger'ı olsa gerek ?
Art students goes to college bence In Process by Hall Ohara projesinin çıkış noktası olarak seçilmiş? 
Batı'nın lüks boho'su varsa Doğu'nun da 'lüks bozkır'ı vardır. Moğol kırsallarını anımsatan bu koleksiyon aynı zamanda aklıma i-D'nin pre-spring kapaklarını da getirdi. Ve tabi imza Fur Fur.
Jotaro Saito'da ise ön plana çıkan geleneksel Japon motifleri ile geyşalar oldu. Tabii bir de Etro.


daha fazlası için

#TODAYIMWEARING : DAY 11

Romeo ve Juliet'i yazan adama aşık olmamak mümkün mü?!
palto:stradivarious
bluz:gina tricot
etek:topshop
çanta:mango
babet:bold in ballerinas
peace yüzük:topshop
bilezik:topshop
Kanuni Sultan Süleyman yüzüğüm ise 6 senelik, annemin hediyesi 

21 Mart 2012 Çarşamba

GQ.COM.TR 'deyim + SOME OTHER NEWS

Vogue'un Türkiye'ye gelmesinden sonra aynı kaderi GQ'nun de paylaşacağını öğrendiğimden beri, beni çok büyük bir heyecan kaplamıştı. Heyecanımın nedenlerini yine yeniden anlatmaya başlamıyacağım elbette ama küçük de olsa geçtiğimiz gün o çatı altında bir şekilde kendime yer bulmuş sayıldım. Derginin web sitesi için '31. Istanbul Film Festivali'nde Kaçırılmayacak 10-lu'yu yazdım. Göz atmak isterseniz şuraya tıklamanız yeterli. Umarım birlikteliğimiz bununla sınırla kalmaz.
''Born To Die''da 0 km şarkılar bulunmasına rağmen o daha önce yayınlanan ''Lizzie Grant''tan ''Blue Jeans''i seçti yeni videosu için. Önceki videosunda yer alan killer-boy friend yine burda da yerini alırken bir de timsahın da eklenmesiyle bu seferki kast tamamlanmış. Siyah-beyaz ve bir hayli sinematografik olan video bir anlamda da bana fashion-movie'leri anımsatıyor.
Copy-right hakları nedeniyle tüm sitelerden Madonna'nın yeni videosu ''Girl Gone Wild'' kaldırılsa da izlemiş biri olaraktan hakkında konuşabilirim. Videonun genel havası bir önceki albümden ''Give It 2 Me''yi hatırlatsa da erkek modellerin katılımıyla tabii ki bambaşka bir havaya bürünülmüş. Bu anlamda biraz da 90ların ilk yarısı Madonna'yı anımsata da moda dünyasının en kışkırtıcı fotoğraflarını çeken Mert & Marcus bence hepimizi bir kez daha baştan çıkartmayı başarabildi. Ufak da bir not: Videoda yer alan modellerden ikisi Jon Kortajarena ve Sean O'Pry
Geçtiğimiz gün yayınlanan fragmandan sonra şimdi de bir bir filmin afişleri paylaşılmaya başladı. Tıpkı Tarsem'in ''Mirror Mirror'' uyarlaması gibi Tim Burton da hikayeye kendi gothic bakış açısının yanına bir de zevzek denebilecek komedi unsurları eklemiş gibi ? Bir de Eva Green'in saç rengine ne demeli ?
Önce Madonna, sonra Two Door Cinema Club şimdi de bir kez daha Nouvelle Vague'un Istanbul'a geleceği söyleniyor. Kabare şeklinde gösteri sunacakları söylenen Fransızlar 25 Haziran'da Istanbul'da. Bence şahane! Bir de Vampire Weekend, The Weeknd ve Lana del Rey izlesek? Adele kıskanmasın o da sonbahara. 

#TODAYIMWEARING : DAY 10

Londra, South Bank'ten, baharın habercisi bir günden merhaba :) 
tayt: h&m
gömlek: vintage armani
ceket: stefanel
gözlük: persol
çanta: jansport heritage serisi


19 Mart 2012 Pazartesi

FORM & CONTROL

Bundan iki yıl evvel gerçekleşen Miller Freshtival'de kazara seyrettiğim hippie-living New Yorker grup The Phenomenal Handclap Band 3 yıl aradan sonra yeni albümleri ''Form & Control'' ile geri döndü. Ruh hala 70ler ama daha az hippie ve daha fazla elektronik.
Pop/ rock / indie / folk / soul'u birleştirdikleri ve kendi adlarını taşıyan ilk albümlerinden sonra yayınlamış oldukları bu yeni kayıtta ise yine eklektik bir tarzı benimsemişler ancak bu sefer dance / funk / disco ve electro-pop'u harmanlayarak. Ancak şarkıları söyleme biçimlerinde hala bir coolluk bir indie buğululuğu mevcut. Görüntü kalitesi 70lerden HD olmayan soluk renkli, gri tulumlu ve afro saçlı insanların oynadığı videoları anımsatan albümde toplam 12 şarkı bulunuyor.

Hala sıkılmadan ilk albümlerini dinleyen biri olaraktan kendimi onların büyük fanı olarak sayabilirim, yani oldukça objektif şekilde söyleyebilirim ki ilk işleri sonunda söylediğim ''tanrım bu çocuklar çok güzel müzik yapıyor'' heyecanından çok uzak bu seferki. Coming of age filmlerinde olduğu gibi ya da evde yalnız geçirilen cumartesi akşamı odayı-disco'ya çevirme partylerinin vaz geçilmez albümleri olabilecek kadar eğlenceli olsa da sanırım öncekindeki olan ruh yok.

Tamam tamam, daha fazla iyimser olamaycam, ilk 6 şarkıdan sonra hatta fazlasıyla sıkıcı, bir Abba şarkısıymış gibi açılan albümden favorilerim ise ''The Right One'' old spirit tadındaki ''The Written Word'' ile ''The Unknown Faces at Father James Park'' ve albümle aynı adı taşıyan şarkı ''Form and Control'' ile ''Give''.

5 / 2.5

15 Mart 2012 Perşembe

FESTİVAL'DEN...

31. Kez şehre dönmeye hazırlanan İstanbul Film Festivali için yeniden panik halinde, heyecanla, ''ııh nasıl yapsam da listeme bir-iki film daha sıkıştırsam'' vakti gelmiştir. Cumartesi günü genel olarak satışa çıkacak biletler için uzun kuyruklar, ardından da 31 Mart-15 Nisan arasında elinde Starbucks kahveleri ile Atlas'a koşuşan bir sürü insanla karşılaşma zamanı.

Elbette liste yapmasına bayılan biri olaraktan Festival'in ''bence en iyi 10'unu'' seçme hakkını da kendime veriyorum. Aslında işin argosuna kaçacak olursam seçmiş olduğum 15 filmden ağzımın sularını şapur şupur akıtanları bir araya getirdim diyeyim.
Yıl içerisinde Ryan Gosling ile çekmiş olduğu film vizyona girmeden önce festival sayesinde ona karşı olan özlem son buluyor. Geçtiğimiz sene Ludivine Sagnier'le ''Devil Wears Prada''nın gerilim/ suç versiyonu ''Crime D'Amour''la Festivalde izlediğimiz Kristin Scott Thomas ''La Femme de Veme'' (Gizemli Kadınlar) için ise bu sefer Ethan Hawke ile çalıştı, üstelik hikaye yeniden gerilim türünde.

Goethe'nin efsanevi karakteri ''Faust'' bir kez daha sinemaya konuk oluyor, üstelik bu sefer Rus yönetmen Alexander Sokurov ile.

Filmleri -benim gibi- genelde oyuncuları için seçenler için yeni bir fırsat. Juliette Binoche ''Copie Conforme'' sonrası bir kez daha yurdum festivallerine konuk oluyor. Bu sefer ''Elles''(Kadınlar) ile. Fahişelik yapan bir öğrencinin dramını izleyeceğimizi tahmin ettiğim film aynı zamanda bana geçtiğimiz yaz okuduğum ''Telekız'' romanını hatırlatıyor. Orda da ana karakter fahişelik yapan bir master-öğrencisi / üniversite hocasıydı.

Giorgos Lanthimos'un bir önceki filmi Oscar'lara kadar uzanan ''Dogtooth''idi . Hatırlarsanız izole olmuş bir hayat ve 3 kardeş şehirden uzak bir yerde aileleriyle yaşıyordu. Babaları dışında şehre gidip gelenin olmadığı gibi cinsellik dahi her türlü gündelik ihtiyaçları bile kendi aralarında karşılayacak kadar reel dışıydılar. ''Alpies'' (Alpler) ile yeniden akışkan kanlarımızı dondurmaya hazırlanmalıyız gibi hissediyorum. (Gerçi mayınlı bölge filmi ''Michael'' dururken?)

''Before Sunset'' ve ''Before Sunrise''. Tüm zamanların en tatlı duygusal / romantik filmlerinden sanırım. Lisa Kudrow ya da Gwyneth Paltrow'u aslında o filmlerde yer alan kadın oyuncu Julie Delpy yerine biçilmiş kaftan olarak düşünsem de Oscar adaylığı bulunan zat benzer temalarda filmler üretmeye devam ediyor. ''Paris'te 2 Gün'' filminden sonra şimdi de ''2 days in New York'' (New York'ta 2 Gün) zamanı. Unutmadan, film festival kapsamında Akbank Gala'ları başlığı altında.
Kesinlikle Top 10 listemin zirvesinde yer alan film ise Marina Abramovic belgeseli ''M.A. Sanatçı Aramızda''. Bence çağdaş sanat ve post-modern dünyanın en büyük temsilcisi olan sanatçının uzaktan da olsa yaptıklarının içine girebilecek olma hissi bile beni heyecanlandırıyor. ''Keşke New York'ta olsaydım da -performans sanatı- olarak icra ettiği işini? -sessizce masa başında oturup sabah 9-akşam5 konukları ağırlamasını- görebilseydim. Bu anlamda gösterileri içinde ''bedenini'' fazlaca kullanan Abramovic bence yine geçtiğimiz yaz okuduğum ''Başyapıt'' kitabına da ilham vermiş.

Bronte kardeşlerin Emily'sinin tek romanı ''Wuthering Heights'' (Uğultulu Tepeler) bir kez daha vizyona uyarlandı. Oyuncu kadrosu beni hayal kırıklığına uğratsa da yönetmeni ''Fish Tank''i de çeken Oscar'lı Andrea Arnold. Yine de lezziz edebi eserlerin sinemaya uyarlanması beni her zaman heycana sürüklemiştir. Kendisini pek sevmesem de bir Keira Knightley görmek isterdik sanırım değil mi ?

Aşk, seks, skandal, tarih ve kraliyet sarayları. Benim için daha merak uyandıran bir kurgu olamaz sanırım. Nikolaj Arcel filmi olan ''En Kongelig Affaere'' (Yasak Aşk) ise işte tüm bunları barındırdığından enfes. İsveç yapımı ''Girl With The Dragon Tattoo''yu yazan kişinin yönettiği film Danimarka saraylarında geçiyor. Üstelik bir de ''three some love'' da eklenmiş hikayeye. 2 Adam 1 Kadın. Bakalım aşk çekilir mi aradan?

Kimi filmler vardır hikayesi ve oyuncularından fazla geçmiş olduğu coğrafya nedeniyle izleyiciyi / en azından beni kendine çeker.''Der Fluss War Einst Ein Mensch'' (Nehir Bir Insandı) da tam da buna örnek. Sırt çantanızı hazırlayın. Yolculuk Güney Afrika'ya.

Kristin Scott Thomas ve Juliette Binoche dışında  festivalin üçüncü kraliçesi Isabelle Huppert. Sizin anlicağınız bir Charlotte Rampling eksik. Geçtiğimiz sene ''Copacabana'' filmiyle festivalde bulunan -üstelik açılış filmiydi- Huppert bu sefer ''Captive'' (Tutsak) la aramızda. Filipinler'de geçen filmin konusu teröristler tarafından tutsak alınan turist grup olarak geçse de, yani bir bakıma sıkıcı bir şeyler izleyebileceğimizi sezsem de god saves Huppert.
ve Plus 1. Ben maalesef programa bir türlü yerleştiremesem de Akbank Galaları kapsamında yer alan ''Les Infideles'' (Sadakatsizler) de festivalin hit filmlerinden.7 farklı yönetmen tarafından oluşturulan 7 farklı hikaye. Yönetmenler arasında ''The Artist''ten Michael Hazanavicius ve Jean Dujardin de bulunuyor.

#TODAYIMWEARING : DAY 9

    Bugün size Nottingham kalesinden bildiriyorum. Robin Hood'cugum için özel olarak giydiğim leopar kazağım Topshop, etek zara, paltom ise Stradivarious. Ballerina Bun'ım nasıl olmuş?

14 Mart 2012 Çarşamba

THE VIDEOS OF THE MOMENT

Son günlerde fazlaca cool ve izlenilesi videoyu bir anda görünce hepsini bir havuzda toplamanın en mantıklı şeyi olabileceğini düşündüğümden ötürü, here comes the new post.

Fransız Indie-Pop ikilisi The Shoes yepyeni videolarında daha önce de Vampire Weekends'in ''Giving Up The Gun'' videosunda oynayan Jake Soyadınıartıkgoogle'abakmadanyazabiliyorum'u davet etmişler. Garpitir ki her iki grubun da dünya çapında pek de tanınıyor olmamasına rağmen (en azından o zamanlarda VW o kadar da A List değildi) Gyllenhaal oynamak için arıza çıkartmamış. Bolca gürültülü müzik, let's party, let's dance ve Gyllenhaal her zamankinden daha sert: Bir seri katil rölünde. Lütfen biri çıkıp da evet videomuza ''Good Neighbours'' filmi ilham verdi desin.
İki Ermeni asıllı sanatçı biri fotoğrafçı: Aram Bedrossian diğeri modacı: Kevork Kiledjian, son zamanların en hip oluşumu 'Fashion Movies'e katkıda bulunmak için birleşmişler. Aslında ortaya çıkan pek de artistik ve sinematografik bir film değil, Kiledjian'ın Sonbahar / Kış '12 defilesinin kamera arkası görüntülerinden oluşan bir kolaj da denilebilinir. Bayıldığım kısım Bedrossian'ın 'Drive'ın en baba şarkısını yer yer -remix-leyerek backgrounda döşemesi. Unutmadan son zamanların en yükselişe geçen modellerinden Kendra Spears da videoda. Ve elbette yeni siyah 'kalın kaşlar'.

Massasuchets'li karı-koca Mint Julep ''Songs about Snow'' sonrasında yayınlamış oldukları ikinci albümleri ''Save Your Season''dan ''To The Sea''ye video çekmişler. Beni çeken sadece şarkı ve videonun çekim perspektifi değil, kullanılan kitaplar da ! Güzel bir 'öneri listesi' çıkmaz mı videodan?
Hakkında daha birçok kere konuşacağıma adım gibi eminim. (O yüzden şimdi kısa kesiyorum). GQ Türkiye'nin şurada yaptığı post sayesinde öğrenmiş bulundum ki en favori 3 kitabımdan biri olan ''On The Road''un -sinema uyarlamasının- fragmanı yayınlanmış. Cannes'da gösterilecek filmin Türkiye gösterim tarihi ise FilmEkimi olabilir diye düşünüyorum.
Son zamanlarda yine 'kader' kavramı karşıma pek çıkmaya başladı. Sadece bir senseless repetition mı yoksa bana bir şeyler mi demeye çalışıyor bilemicem ama Peugeot'nun yapmış olduğu reklam inanılmaz eğlenceli ve tam bir komedi aslında ?

#TODAYIMWEARING : DAY 8

Herkese Merhaba!
Bugün sıcacık bir günde parktan bildiriyorum :) Buraya bahar gelmiş bile!
tayt: topshop
bluz: h&m
fular: primark
saat: timex 
Editörün Notu :) Sizce de ilk ve son görsel Hermes Kampanya görselleri gibi olmamış mı ?

13 Mart 2012 Salı

#TODAYIMWEARING : DAY 7

Jessica Chastain'in alev alev yanan saçlarından ilham alınmış bir look.

Bugün çok sade kıyafetlerle aksesuarlarımı ortaya çıkarmak istedim. Berem Topshop'tan atkımı ise kendim ordum. Cheers!

12 Mart 2012 Pazartesi

OH MY FELLOW GINGER: JESSICA CHASTAIN

Sene boyunca bütün ''en iyi yardımcı kadın oyuncu'' dallarına aday olsa da ödüllerin yüzde doksanını Octavia Spencer'a kaptırsa da senenin en fazla konuşulan kadın oyuncusu o oldu. Adı kimi zaman hatta Meryl, Rooney ve Michelle'den daha fazla anıldı bile diyebilirim. Öte yandan tıpkı Michael Fassbender gibi yemeden içmeden çalışıp bir seneye 7 film sığdıran Jessica Chastain hiç olmadı ''jüri özel ödülü''nü hak etmiyor muydu?
IF Istanbul sonrasında bu hafta sonu vizyona girecek olan ''Take Shelter''da ailesini korumakla ve bu nedenle neredeyse psikopata bağlayan paranoyak bir adamın (Michael Shannon) eşini oynayan Chastain film boyunca soğukkanlı ve orta-sınıf ailesini bir arada tutmaya çalışan ev kadını rolünde. Ancak soğukkanlılığı onu bazı zamanlarda ''kocacım ben hastalıkla sağlıkta senin yanındayım'' sözünden de uzağa itebiliyor. Ancak sanırım yine bunun altında -aileyi bir arada tutabilme ve bakabilme sorumluluğu da var. Dolayısyla filmde sadece adamın hikayesi değil ''şizofrenik bir kocayla nasıl yaşanılırın'' da altı çiziliyor. Ve elbette bir diğer tema da ''kader''. Yapım aynı zamanda, kesinlikle, yılın en kan dondurucu ve şok edici filmleri listesinin de tepesinde yer alıyor.
Helen Mirren ve Michael Shannon gibi isimlerden sonra ise ''Tree of Life''da Sean Penn ve Brad Pitt ile kamera karşısına geçen Chastain aynı zamanda Terrence Mallick'le de çalışmasıyla bence Hollywood'un en şanslı isimleri arasında. Tıpkı ''Coriolanus'' ve ''Take Shelter''da oluğu gibi burada da -eş rolünde karşımıza çıkan Chastain bu sefer de ağırbaşlı, kırılgan ve ince bir ev kadını / kocasını bekleyen kadın rolündeydi. 21st Century Penelope kendisi adeta. Kanımca tüm zamanların en berbat sinema uyarlaması olan Ralph Fiennes'ın ''Corilanus''unda ise Fiennes, Vanessa Redgrave ve Gerard Butler ile oyandı. Evinde eşini (Coriolanus) bekleyen kadın rolüyle bir kez daha bizleri şaşırtmayan Chastain bir kez daha ağırbaşlı ve zarif sıfatlarını hak ediyor.
İkinci kez ''Texas Killing Fields'' için ''Avatar'' yıldızı Sam Worthington ile bir araya gelen ginger-head bu sefer portfolyosunun %90ını oluşturan uysal ev kadını rolünden çok farklı bir yerde. Erkekleri dövebilecek ve dediğini yaptırabilecek kadar oturaklı bir kadın polis. Senaryosunun zayıf, gerilimin az ve yetersiz kaldığı filmden pek etkilenmesem de Worthington'la ilk karşılaşması olan ve kadroda Helen Mirren'ın da yer aldığı ''The Dept'' Mirren'a rağmen favorim oldu. Bu arada filmin Türkiye vizyon tarihi kesin olmasa da ''Texas KF'' geçtiğimiz cuma vizyona girdi. 5 üzerinden 2.75lik filmi kaçırmadan izlemelisiniz gibi bir şey de demiyorum üstelik. 30 yıllık bir eski hesaplaşmanın konu alındığı ''The Dept''de ise Chastain, Mirren'ın gençliğini ve Nazi suçlusu bir adamı Almanya'dan İsrail'e taşımakla görevli eski bir Mossad ajanını canlandırıyor.
İster zarif bir ev kadını olsun, ister erkek gibi bir ajan Jessica Chastain'in en iyi rolü ise ''The Help''teydi. Elinden cola şişesi düşmeyen zengin bir Güneyli olan Chastain aynı zamanda kocasını da elinde tutabilmek için her yola baş vurmayı deneyen çılgın ve komik bir ev kadınıydı. Daracık elbiseler ve sosyeteye girme savaşları ise melodramatik filmin en eğlenceli anlarıydı sanırım.
Chastain'in kariyeri ise burada bitmiyor. 2012 yılı içerisinde 4 filmi daha vizyona girmeyi bekliyor. James Franco ve Mila Kunis'in de yer aldığı ''Tar'', korku filmi ''Mama'', Javier Bardem, Rachel Weisz, Ben Affleck ve Rachel McAdams ile yeni bir Terrence Mallick filmi, Mia Wasikowska, Guy Pearce ve Gary Oldman ile ''Wettest County''.


ps. bu arada post içerisinde yer alan tüm görseller Another Mag / Spring-Summer 2012 sayısından.
God bless the new Ginger Queen

#TODAYIMWEARING : DAY 6

Hello Mate!
Önümüzdeki 10 gün boyunca İngiltere'den bildiriyor olacağım :) Burada hava harika!
Jean: topshop
Kazak: mudo
Asker ceketi: vintage
Sneakers: Jordan Spizike
Bileklikler: Tiffany's & gerisi benim yaptıklarım
Saat: babaannemden vintage casio