28 Şubat 2011 Pazartesi

AND THE OSCAR GOES TO...

  • Törenin kötü geçmesinin nedeni Anne Hathway ve James Franco'nun kötü sunumu değil, textlerin eğlenceli halde yazılmamasıydı. Ve beklenen oldu androjen Oscarlara da damgasını vurdu.
  • Colin & Livia Firth ile Penelope Cruz ile Javier bardem en tatlı ikiliydi.  

photos via
style.com
zimbio.com

27 Şubat 2011 Pazar

BLACK SWAN ! VE OSCAR YARIŞI !

Kuşkusuz ''Black Swan'' yılın / sezonun en fazla beklenen filmiydi. Kimi dayanamadı ve torrentlere başvurdu. Kimi erken davranıp ( biraz da şanslı olduğundan dolayı ) IF 2011de ona bilet buldu. Ve kimi (tıpkı ben gibi) inatla bıkmadan usanmadan her gün ''trailer''ını izleyip 25 Şubat'ın gelmesini bekledi. Onca hafta insanlar film hakkında konuşurken ben Fransız kaldım, dağıtılan ödülleri cidden hak edip etmediği konusunda ufak da olsa bir yorum bile yapamadım. Bildiğim tek şey ise %90 çoğunluğa göre mükemmel bir film olduğuydu. Geri kalan %10luk kesim mi ? Onlar filmin ''over-rated'' olduğunu düşünüyordu !

Filmi ''over-rated'' olarak kabul eden kısım haklıydı; çünkü film yeni neslin ''Eternal Sunshine of the Spotless Mind''ı olmuştu, ''Jeux D'enfants''ı, ''Fight Club''ı olmuştu. Tüm ergenler facebook hesabında filmden bahsediyordu. Dolaysıyla popüler kültür bu sezon kendine ''Audrey'' ve ''GaGa'' sonrasında yeni kavramlar kazandımıştı. ''Portman'' ve ''Black Swan''.

''Black Swan'' sezon boyunca 100e yakın adaylık kazandı. Bunlardan 5i ''Academy Awards'' tarafından verildi. iMDB'de 8.5 ortalamayla tüm zamanların en iyi 200 filmi arasından 61. oldu. Natalie Portman'ı kariyerinin zirvesine taşırken Mila Kunis'i de ''A-List'' star kıvamına getirdi. Ve yönetmeni Darren Aronofsky'nin yıldızını da hiç kuşkusuz parlattı.

Duru görünümüyle Natalie Portman ve bale geçmişi kuşkusuz onu bu rol için biçilmiş kaftan haline getiriyor. Yıllar önce plananlan filmin senaryosu belki de sırf Portman'ı parlatmak için yazılmıştır. Göz ardı edilmemesi gereken bir diğer rol ise Mila Kunis tarafından oynanıyor. Saf ve içe kapanık Nina karakterine karşın, öldürücü bakışlarla ve femme fatale kimliğiyle Lily; bence Mila Kunis'in Oscarlara aday olmaması büyük bir hayal kırıklılığı olmuş olabilir. Şu da var ki filmdeki oyunculukların hepsi de birbirinden başarılı. Filmde ''Swan Lake''in yönetmeni olarak karşımıza çıkan Vincent Cassel, Nina'nın kabusu olan ex-balerina Winona Ryder ve Nina'nın annesi rolündeki Barbara Hershey ... Tüm bu iyi oyunculukların bir arada bulunması benim gözümde filmi bu akşam ''En İyi Film'' ödülünü kucaklamaya iten en büyük etken.

Filmin hikayesine gelecek olursak ise bildiğimiz, klasik ''double of the self'' / doppelganger hikayesi. Kişinin öteki benliği, içine hapsettiği kötülük veyahut şeytan. White swan'ı ve de black swan'ı aynı kişinin canlandırma olayını göz önünde bulunduracak olursak da mükemmel bir metafor. Aslında tüm bu (bir anlamda) çift kişilik olayını göz önünde bulunduracak olursak da mükemmel yazılmış bir psikolojik gerilim / korku filmi. Düşünsenize bundan daha fazla başka ne korku unsuru oluşturabilir ki ?

Paranoyak Nina Seyers'in kaderi aslında filmin başında anlatılan hikayeyle belirtilir zaten, sanırım, sonunu bilerek izlediğin filmi daha fazla sevebiliyorsunuz, gidişatı ve hikayeyi daha akıcı ve kolay takip edebiliyorsunuz, sonunda ne olacağına odaklanmak yerine ''seize the minute'' olayına giriyorsunuz.
*******
Gelelim diğer adaylarla beraber yarışına. Hiçbiri kesin olmamakla beraber, kazanacağı sırada bizleri en az şaşırtacak sonuç ''En İyi Kadın Oyuncu'' ödülünün Portman'a gidecek oluşu. Michelle Williams'ın oynadığı ''Blue Valentine'' dışında hepsini seyrettim. Nicole Kidman ''Rabbit Hole''da sanki bazı şeyleri aşmış, müthiş bir rolle filmi sıkıcı ve durağan havasından çıkartmış, adeta yapımı yüceltmiş. ''Winter's Bone'' ile Jennifer Lawrence ise o yaşına göre mükemmel, ayrıca bazen küçük oyuncuların büyüklerden çok daha iyi oynadıklarını da düşünüyorum (aç paranetez bakınız ''El Ultimo Verano de la Boyita). Natelie Portman eğer bu dalda aday olmasaydı, kesinlikle ödülü onun kazanmasını isterdim, çünkü bir diğer aday olan Annette Bening'in ''The Kids Are Allight'' içinde -tamam başarılı bir performans sergilese de- o kadar abartılmaması gerektiğini düşünmüyorum. Hayır sinema yazarı değilim, bu işlerden o kadar anladığımı da söyleyemem sadece Bening bu rolde beni o kadar da fazla etkilemedi. Bilmiyorum belki doğru kelime burada ''etkileyicilik'' ol(ma)malı. Sonuçta Natalie oynadığı rolde dans ediyor ve bunu yaparken gerçek bir balerin gibi fantastik bir şekilde yapıyor. Üstelik bir balerinin / insanın o puantların üstünde durabilmesi ise. Offf düşündükçe insanın içini acıtan cinsten (tamam bunlar Portman'ı iyi bir oyuncu yapmıyor). Görsel efektler ile de tüm bunlar destekleniyor. Belki de oyuncunun, oyunculuğunu ön plana çıkartan şey filmin yönetmenidir ve senaryodur, yani sonuç olarak ''The Kids Are Allright'' yapı bakımından daha pasif bir senaryoya sahip ve bu yüzden Bening'in muhteşem performansını görmezden geliyor olabilirim. Aslında bu dalda ödülü kim kazanırsa  kazansın üzülmüyücem, ama cidden deli gibi Portman'ın ödülü kaldırmasını istiyorum. şayet Portman yerine ödülü Bening kazanırsa ... neyse cümleyi bağlayamadım :) geçen sene de Meryl Streep'e çok büyük haksızlık olmuştu.

Ve ''En İyi Film''. Kanımca bir filmin ''en iyi'' olması için, senaryodan, oyuncuya, yönetimden, kostüme her alanda mükemmel olması gerekiyor. Bu kategoride ise toplam 10 tane aday var. ''The Fighter'' ve ''Toy Story 3''ü bir çırpıda çıkardım. ''True Grit'', ''Winter's Bone'' ve ''The Kids Are Allright'' ile ''127 Hours''u da çıkarttık mı geriye ''The Social Network'', ''Black Swan'', ''Inception'' ve ''The King's Speech'' kalıyor.  Saf beğeni üzerinden gidecek olursam benim top 3 filmim: #3 The King's Speech, #2 Inception ve #1 Black Swan. Orada ödülü alır, burada almaz, orada aldı, burada aldı gibi yorumları bilemiyorum, amma velakin ''The Social Network'' ne kadar da başarılı olursa olsun benim gözümde ''Slumdog Millionaire''in Oscarı kazanmasıyla eşdeğer. Mükemmel bir film, ancak ruhu yok ! Belki de bir anlamda bu ruhsuzluk Facebook'u en iyi şekilde yanısttığı için filmi çok başarılı da kılabilir. ''Inception''da ise kanımca mükemmel bir senaryo bir anlamda bir yerlerden harcanımşa benziyor ama nerede. Belki Leonardo Di Caprio'nun filmde yer alması. Marion Cotillard'ı filme yakıştıramamam falan. Ama kesinlikle senaryo kategorisinin galibi olmasını isterim, ama bu filmde de sanat dalının eksik olduğunu hissediyor gibiyim. Kaldı ''Black Swan'' ve ''T King's Speech''. ''The King's Speech''de oyunculuk var ! senaryo var ! sanat var ! yönetim var ! Tüm bunlar göz önüne alındığında ''Yılın Filmini'' King Speech''in kazanması en doğru seçimmiş gibi geliyor. ''Black Swan'' ise kalbimin Oscar verdiği ''en iyi film''. :/
*******
Klişe lafları dizeceğimi biliyorum. Ancak filmin son 5 dakikasında filan kameraya alınmayı isterdim. Sinemada koltuğa yapışmış, korkunun beni gerdiği anlarda tüylerim diken diken beyaz ekrana odaklanmışken, kalbim yerinden çıkacak gibi çok daha hızlı atmaya başladı, sanırım uzun zamandır bu kadar adrenalin dolu bir sahneyle karşı karşıya gelmemiştim.(Gerçi 127 Hours'da o sıkışıp kalmışlık da bir anlamda ters etki yaparak adrenalin salgılamama neden olmuştu ama). Filmin sonunda ise birinin bana tokat atması ihtiyacını hissettim. Film hiç kuşkusuz hayatımda izlediğim en mükemmel / olağanüstü yapımlardan biriydi. Bir kez daha gidip dev ekranda izlememek için kendimi zor tutuyorum diyebilirim.

sonuç olarak ! şu soruyu sormuştum !
Natalie Portman ? The Swan or The Queen ?
She is the Swan Queen !

26 Şubat 2011 Cumartesi

KAPAK KONUSU: NATALIE PORTMAN; SWAN OR THE QUEEN

Geçtiğimiz ay şubat ayındaki ''Apollo Boy Magazine'' kapağı için Natalie Portman'ı seçmemin tek nedeni, kendisinin şu günlerde popüler kültür gündeminin en hit kişisi olmasıydı. Açıkça söylemem gerekirse Natalie Portman'dan pek de haz etmem. Onu ilk başta -halen seyretmediğim- ''V For Vendetta'' için saçlarını kazıtmasıyla beraber gündeme gelmesiyle tanımıştım.
Amerikan Vogue'undan ...2011 Ocak sayısı. Peter Lindbergh tarafından fotoğraflanmış. Editör ise Tonne Goodman.

Daha sonraları ise kendisini ''The Other Boleyn Girl'' filminde görmüştüm. Hani Kral 8. Henry (Eric Bana) için Scarlett Johansson ile mücadele ettiği film. Film afişini gördükçe ''nefret etmekle doğru kararı vermişim'' dediğimi de hatırlıyorum. Ancak yine açık olmam gerekirse seyrederken filmde ona hayran kalmıştım. İnanılmaz masum ve saf yüzü belki de beni kendine çekmeye başlamıştı. Fakat sıra rol kesmeye geldiğinde o masum yüzün altından neler çıkmadı ki ? Yalancı, striptizci, dolandırıcı ve psikolojik rahatsızlıklar.  Zamanla tıpkı Anne Hathaway gibi onu da ablam yerine koymaya başladım. Gel zaman git zaman ''New York I Love You'' filminde hem yazıp hem de yönettiği bir paçası da olduğunu öğrenince ona karşı olan saygım da arttı. Saygımız sonsuz ablamıza, ne de olsa kendisi bir de Harvard'lı. Çok cool.
Solda Cannes'da Vintage Chanel Couture içinde. Sağda ise Godlen Globe'larda (muhtemelen 2005 Ya da 06 Vintage Chanel içinde).

Ve geçtiğimiz ayler içerisinde ''Black Swan'' vizyona girmeden önce diğer filmlerini de izlemek istedim. Gel git karakterli ve gizemli kişiliğiyle ve yaptığı striptizle beni şok eden sahneleriyle ''Closer'', ''Paris Je T'aime'' içinde karşıma çıktığı anda nedensiz bir şekilde beni sevince boğması, ''My Blueberry Nights'' filminde Norah Jones'un yol arkadaşı ki yine kısmen ''Closer'' karakteriyle benzerlikler bulunsa da yine ağzımı açık bıraktırarak izlettirmişti kendisni.
soldaki fotoğraf 2009 yılından New York Balesi Galasından. Black Swan'daki rol arkadaşı Mila Kunis ile. Sağda ise YSL içinde ''Paris Je T'aime''deki rol arkadaşı Maggie Gyllenhaal ile.

Portman aynı zamanda kırmızı halıda da daima parıldayan yıldızlardan, (post içindeki görsellerden de anlayabileceğiniz gibi) ünlü modacılarla BFF durumları, moda haftalarında Anna Wintour ile yan yana front-rowda kaynatmalar ve en baba dergilerin kapaklarında poz vermek. She is the shining star ! Üstüne üstelik 2011 spring summer Dior Cherry Fragrance'nin de reklam yüzü.

Şimdi artık tıpkı yeni bir Kate Winslet ya da Julianne Moore filmi bekler gibi yeni Natalie Portman filmlerinin vizyona girmesini sabırsızlıkla bekliyorum. ''Ancak bebeğim, o Ashton ile film nedir ha ? Bu tıpkı Penelope'nin ''Sex and the City'' filminde oynaması gibi bir şey oldu''. Evet bu cümleyi de sarf etmeden olmuyor ama.
81th Academy Award için seçimi pembe Rodarte. Rodarte aynı zamanda Black Swan'ın da kostümlerini hazırlayan moda evi. Sağdaki ise Dolce & Gabbana'nın düzenlediği AMFAR Galası'ndan. Giyindiği kıyafet Givency Couture.

Natalie Portman'ın bir diğer filmi ki demin de bahsettim Ashton Kutcher ile başrolünü paylaştığı ''No Strings Attached'' ise çok değil 2 hafta sonra Türkiye'de de vizyonda. Bakalım romantik komedi filminde kendisini nasıl göreceğiz. Sanırım ''Love & Other Drugs'' sonrası sezonun en fazla beklenen ikinci romantik / komedi filmi.
Alberta Ferretti içide ''The Other Boleyn Girl'' galasında. Sağda ise bir başka oscar töreni. Seçimi bu sefer Lanvin'den yana.

Natalie Portman hiç kuşkusuz filmogarfisi değişik türlere dolu aktrislerin başında geliyordur. Çekimi tamamlanan ''Your Highness'' ise (ki orada da ona eşlik eden isim James Franco) fantastik / macera / komedi üçlüsünden. Natalie'inin beraber hemen hemen hiç çalışmadığı ünlü yönetmen kalmamış. Bknz. Luc Besson, Woody Allen etc.  Tabi bunlara bir de oyuncuları eklemeliyiz Jake Gyllenhaal ile ''Brothers'', Lisa Kudrow ile ''Love & Other Pusrsuits'' ve Julia Roberts, Jude Law ve niceleri ... 
 Solda bir başka ödülü almak için gittiği Glamour partisinde. ''Women of the Year''. Sağda ise bir kez daha NYC Bale Galasında. Yine seçimi Lanvin'den yana. 

Bakalım Natalie Portman evinde duvarın önünde duran ödüllere yarın akşam bir tanesini daha en önemlisi ilk Oscarnı ekleyebilecek mi ? Ben mi ? Ödülün deli gibi Portman'a kavuşmasını bekliyorum ...

Son bir rica. Natalie ! O saçların bir kez daha sarıya boyandığını görmiyeyim ! 

Sırada: Black Swan ve Oscar yarışı postu var !

images from
style.com
fashiongonerogue.com

MÜZİKTE KEŞİFLER AYI ...

Şubat ayı ödül törenleriyle dolu olduğu için genelde müzikal anlamda bizler de yeni yeni isimler keşfetmeye itiliyoruz, dolayısıyla ay boyunca aylardır / senelerdir iTunes'uma sıkışıp kalmış şarkıları değil de Grammy ve Brit gibi törenlerde canlı performanslarını dinleyip hayran kaldığım isimleri ve ödül kazandıktan sonra ''aman da canım bunlar da kimmiş'' dediğim isimlerin şarkılarını / albümlerini dinlemeye başladım. Hiç kuşkusuz buna en büyük örnek ''Mumford & Sons''dı.
Sömestr tatilim boyunca yine fazlaca evde oturduğumdan bunu avantaja dönüştürerek hem de sinemada da ödül törenlerinin sezonu açılmışken kendimi filmlere boğmak en iyi şey her halde diye düşünüp onları seyretmeye başladım. Seçtiğim filmlerin bir çoğu sadece kurgu açısından değil filmi desteklemek açısından da kullandıkları müziklerle de büyüleyiciydi. Dolayısyla yine bana müzikal anlamda yeni ufuklar göründü. İşte Xavier Dolan'ın muhteşem filmi ''Les Amours Imaginaires''de duyduğum ve günlerdir yüzlerce kez dinlediğim şarkılar.

Film hakkında daha evvel şurada da yazmıştım. Ve aynı zamanda filmde kullanılan şarkılardan birini orada da paylaşmıştım.(Tık)

Ve son olarak moda haftaları !Ay başında şubat'ın hem çok kısa hem de çok yoğun oloduğunu söylemiştim. Onlarca moda evi ve tasarımcı sadece yeni kreasyonlarıyla değil aynı zamanda mükemmel seçim şarkılarla da çokça konuşuldu. Kiminin ilham kaynağı 60 lar olduğu için bizi o senelere götürdü, kimileri ise romanik ve duygusal davranıp karlar altınta son zamanların en ağlak şarkısına imza atan Adele'nin başarısının altını bir kez daha çizdi. Defilenin başında çalan şarkının ismini bilmiyorum, ancak harika ! Ayırmaktansa fırsattan istifade tüm showu ekledim. Burberry Womenswear F/ W 2011/12. Bu arada Interview Magazine'in Adele ile yaptığı röportaj / ilgili yazı da buarada. Tık.

Ve Prada defilesi. Tam bir saat geç başlayan defilenin kıyafetleri bir kenara, müziği son zamanlarda duyduğum en muzazzam şarkıydı. Şarkı ise ''The Seduction of Ingmar Bergman'' albümünden Sparks'a ait. ''Garbo Sings''.

Dolayısyla.. yeni yeni müzikler mi dinlemek istiyorsunuz, bence şubat ayından daha iyi bir zamanda keşfe çıkamazsınız...

Açıkçası bu videoyu ise nereden bulduğumu hatırlamıyorum, ancak ilk keşfettiğim günden beri hergün bir doz alıyorum. Smith Westerns ''All Die Young''
Hurts ise uzun zamandır beklenen videoyu sonunda bizlere gönderdi. Yine her zamanki gibi kısa film tadında ve sinematografik açıdan ''yeme de yanında yat'' dedirtirten türden.
Taam her yerde paylaşıldı biliyorum, ancak bloga koymazsam da olmazdı. Radiohead'den ''Lotus Flower'' ve bir anda dünyanın konuştuğu tek şey olan Thom Yorke dansı. Video yayınlandıktan sonra koreografinin kime ait olduğu açıklandığında ise şaşkınlık kat payı daha da arttı. Ne var ki NME'de çıkan habere göre aslında her bir hareketin bir anlamı vardı. İşte NME'de çıkan o yazı. Tık.

Gelelim dört haftaır yani Şubat ayı boyunca ''song of the week'' köşesinde sizler için seçmiş olduğum şarkıya. Evet tüm bunların yanında çok garip kaçacak ama :) Britney Spears ve ''Hold It Against Me''. Britney'nin albümün yayınlanmasına kısa bir süre kalmışken pop ikonumuz albümden yeni ''teaser''lar göndermeye de devam ediyor.

Bu arada ufak bir haber de vermek isterim. Geçtiğimiz ay hakkında şurada (tık) yazdığım 123 grubu da yeni videolarının çekimini tamamlamış. İlerki günlerde yine gözümüz bayram edecek demek ki. Zira ''Grass'' hariküladeydi.

Son olarak mart ayında albümleri yayınlacak isimler !
Lykke Li // Wounded Rhymes (28 Şubat)
Avril Lavigne // Goodbye Lullaby
R.E.M // Collapse into Now
Britney Spears // Femme Fatale

25 Şubat 2011 Cuma

WINTER'S BONE

Jennifer Lawrence'ın başrolünde bulunduğu ''Winter's Bone'' hem IF Istanbul kapsamında gösterimde hem de bu hafta sonu kendine vizyon şansı buldu. Daniel Woodrell'in aynı adlı kitabından uyarlanan film, kaybolan babasının izini süren ve aynı zamanda yokluk içerisinde yaşayan ailesine (iki kardeş ve annesine) bakan 17 yaşındaki genç bir kızın hayat hikayesini anlatıyor.

Orta Amerika'da geçen hikaye aynı zamanda klasik country şarkılarına yer verip köy hayatını da gözler önüne seriyor. Zaman zaman sıkıcı olsa da insanların genel yorumları gibi çok da ''bayık'' bir film değil. Ufak da olsa bir heyecanla filmin sonunun nereye bağlanacağını da merak ediyorsunuz.

Yaşıtım Jennifer Lawrence'ın performansı bir Annette Bening ya da Helena Bonham Carter etkisi bırakmasa da cidden başarılı. Zaten belli bir yerden sonra sırf onun hareketlerini takip etmeye başlayabilirsiniz. Ancak yine de herhalde Lawrence ''en iyi kadın oyuncu'' dalındaki en zayıf halkadır. Ne de olsa yarıştığı isimler Nicole Kidman, Michelle Williams, Natalie Portman ve Annette Bening ! Bafta ya da Golden Globe'lara aday olmamasına rağmen ''en iyi yardımcı erkek oyuncu'' dalında Oscarlarda yarışan John Hawkes ise birçoklarını şaşırtmış olsa gerek. Bu iki daldan eli boş döneceği gibi ''Winter's Bone'' büyük ihtimalle ''en iyi film'' ve ''en iyi uyarlama senaryo'' kategorilerinin de galibi olamaz. 

24 Şubat 2011 Perşembe

WOMEN by CHARLES BUKOWSKI

Alman asıllı Amerikalı yazar Charles Bukowski romanlarından biri olan ''Women''da aslında 70li yılların Barney Stinson'u olan Henry Chinaski'nin hayatını anlatıyor. Roman içinde Chinaski üçüncü sınıf Los Angelslı bir yazardır, ancak yapılan araştırmalara göre karakter aynı zamanda Bukowski'nin yaşamından da sahnelere sahip, yani yarı otobiyografik bir roman da diyebiliriz.

Episodik biçimde yazılan romanda Chinaski'nin hayatına giren kadınları görüyoruz. Yukarıda da yaptığım benzetmeye bakacak olursak gözler önüne serilen şey Chinaski'nin aşk hayatı değil sex hayatı. Zaten kitap boyunca en fazla kullanılan iki kelime ''cock'' ve ''cunt''.

İster post-modern / modern roman deyin, ister benzin istasyonlarında satılan üçüncü sınıf porno kitabı deyin. Eğlenceli de olsa bir yerden sonra sırf yapım tuttuğu için sakız gibi uzatılan yerli dizi havası var bir yerden sonra ! Yine de zaman zaman eğlenceli ve inanılmaz komik olduğunu eklemeliyim. Baş ucunuzda kalsın, uykunuz kaçarsa okursunuz, ancak göreceğiniz rüyalardan ben sorumlu değilim !

Kitaptan ...


I 've seen people going parties ! Those beards and all that hair and those raggedy-ass clothes ! Bracelets and beads .... they look like bunch of communists ! How can you stand people like that ? 


I was fucking a culture-bitch. I felt myself nearing a climax.


If I had been born a woman I would certainly have been a prostitue. 

BRIT GUYS: LONDON FASHION WEEK CATWALK REPORT FALL / WINTER 2011-2012

Kreasyonlarında hem kadınlar hem erkekler için bir şeyler tasarlayanlar dışında London Fashion Week Fall / Winter 2011 / 2012'nin son günü (yani 6. günü) Men's Show'a ayrılmıştı. Fransız ve İtalyan haftalarında yer alan modern, şık ve klasik koleksiyonların yanında İspanya'dan (Londra'ya nazaran) daha giyilebilir tasarımlar karşımıza çıkmıştı. Ve son durak Londra'da daha uçuk şeyler yer almakta tasarımcıların işleri arasında. İşte Brit Guys.

Londra'dan Spring / Summer görünümlerini ise geçtiğimiz sonbahar yazmıştım. Tık.

J.W. Anderson
Pantalonlardaki desenler Commes de Garçon'a benzemekte. Ayrıca ilk görseldeki etek de bana geçtiğimiz sezon şehir tiyatrolarında sergilenen ve izlediğim Bakkhalar'da giyilenleri hatırlatmakta.
Topman Design
Alexander McQueenden sonra en babasından bir kırmızı paltoda burada. Kürklerin baskınlığı da Londra'da da göze çarpıyor.
Christopher Shannon
Kazaklarda görmeye alıştığımız geometrik detaylar bu sefer gömleklerde. Ayrıca üçüncü görseldeki detaylar da pek bir dikkat çekici biraz da komik.
James Long
Sanırım Londra'da beğendiğim en iyi koleksiyon ! Koyu renklerin hakimiyeti altında olsa da hırkalar ve paltolar mikemmel !
Katie Eary
Rengarenk ve akide şekeri gibi. Haftanın en uç tasarımları. Daha da uçları koleksiyonun geri kalanında. Classic indie brit guy style.
Paul Costelloe
İlk görseldeki blazer sanırım Dolce & Gabbana ve onun benzerlerinde de vardı. Ama burda da Londra'nın en şık erkekleri için hazırlanmış parçalar !

photos taken from

23 Şubat 2011 Çarşamba

LES AMOURS IMAGINAIRES

''Les Amours Imaginaires'' 21 yaşındaki Xavier Dolan'ın yönetmiş olduğu ikinci film. Yaptığı filmler, hem yaşını göze aldığımızda hem de anlattığı hikayelere ve anlatış biçimine baktığımızda ilerki yıllarda ''modern klasik'' olarak sayılabilecek ve başyapıt olarak adlandırılabilecek türden.

Yarı otobiyografik sayılabilecek ilk filmi ''J'ai Tue Ma Mere''den (anne-çocuk ilişkisini metaforik ve şiirsel bir anlatımla anlattığı filminden) sonra bu sefer de aynı erkeğe aşık olan iki yakın arkadaşın hikayesiyle karşımızda. Ayrıca bir önceki filmde de oynayan Anne Dorval de ufak da olsa yine bir rolle karşımızda. Ve evet sanırım bu kadını izlemeye bayılıyorum.

Her ne kadar da ilk filmin devamı olmuş olmasa da (belki de her iki filmi de yakın zaman aralıklarından seyrettiğimden ötürü) Les Amours Imaginaires'i (Hayali Aşklar / Breathless) biraz da ben o gözle izleme çabasında bulundum nedense !?

Filmin en beğendiğim özellikleri de; en can alıcı noktaların ''slow motion'' şekilde ilerlemesi ve sessiz bir şekilde anlatıp sahneyi müzikle beslemesiydi ! Müzik demişken filmin müzikleri 10 numara. Nancy Sinatra'dan duymaya alışık olduğumuz ''Bang Bang'' bu sefer Dalida ile İtalyanca versiyonuyla karşımızda. İsveçli elektro-pop duo'sı The Knife'dan ''Pass This On'', klasikleşen bir parça House of Pain ile ''Jump Around'', Sting'den ''Every Breath You Take'' ve duyduğum anda şarkıya aşık olduğum ''Keep The Streets Empty For Me'' ile Fever Ray. Şarkıyı söyleyen arkadaş ise Röyksopp ''What Else Is There''den de tanıdığımız Karin Dreijer Anderson. Tüm bu isimlere diğer eşlik eden iki isim ise Bach ve Wagner. Mükemmel bir soundtrack albümü olabilir anlıyacağınız.

Edebiyatta olduğu gibi sinemada da belli başlı konular vardır. Ve her biri aslında yeniden yazım / anlatımdır. Dolayısıyla ''aşk üçgeni'' meselesi de aslında defalarca anlatılmış bir şeydir. Ancak bunu farklı kılan olayın aktarımıdır. Genellikle romanlar için derler ''film gibi gözümün önünden geçti'' diye, işte bu film de yüsksek edebi değeri olan bir romanmış gibi okunmalı, incelenmeli, takip edilmeli.

Film şu anda 10. !F Festivalinde gösterimde. Aynı zamanda Xavier Dolan'ın yönetmiş ve oynamış olduğu bir başka festival  filmi ''J'ai Tue Ma Mere / I killed My Mother''  da Istanbul Modern'de ''Kanada Filmleri'' kapsamında gösterimde.

22 Şubat 2011 Salı

CIBELES (MADRID) FASHION WEEK - FALL / WINTER 2011 / 2012

4 Büyüklerin moda haftaları sürerken aradan bir de Madrid çıktı. Istanbul Fashion Week'in maratonun hemen öncesinde olması nasıl saçmaysa tam Londra ve Milano Moda haftaları sırasında Madrid'de böyle bir organizasyon yapmak aynı derecede saçma. Neyse bunu bir kenara bırakıp Cibeles Fashion Week Fall / Winter 2011 / 2012 'de neler olup bitiyormuş onlara göz atalım !

Spring / Summer Cibeles Fashion Week hakında da geçtiğimiz ekimayında yazmıştım. Tık.

ADOLFO DOMINGUEZ
ANA LOCKING
Geometrik detaylar artık kabak tadı vermeye başlamadı mı ? Yine de pantalonlardaki kumaş çok iyi. Ayrıca ikinci görseldeki kazak. 
DAVIDELFIN
DEVOTA AND LOMBA
Yaka detayları oldukça yenilikçi.
FRANCIS MONTESINOS
Renk ve desen çeşitliliği oldukça göz yormakta. Bir de altta tamamı kürk bir palto yok mu ?
MORANTE
Renk kullanımı inanılmaz, ama nedir bunlar çözemedim. Avant garde moda anlayışı bu olsa gerek. Trendsetter editöryali için ideal ama ... ama...
ROBERTO VERINO
Sanırım gelecek sezon kürk, erkeklerde hiç olmadığı kadar popüler olacak ! Daha önce bahsettiğim diğer moda haftalarında da karşımıza çıkan detaylardan biri olmuştu.
VICTORIO AND LUCCHINO
Alın size davetlerde giyilecek şık kostümler ! İlk görselde gözüm kalmadı desem yalan olur !

daha fazlası için beklemede kalın :)

21 Şubat 2011 Pazartesi

THE KING'S SPEECH

Oscar ödüllerinin dağıtılmasına çok az kalmışken aday filmleri de sıra sıra izlemeye başladım. Bunlardan bir diğeri de aynı zamanda geçtiğimiz hafta sonu az da olsa kendine Türkiye'de vizyon şansı bulabilmiş filmlerden biri olan The King's Speech !

12 dalda Akademi adaylığı bulunan film sadece dönem boyunca elde ettiği adaylıklarla değil, aynı zamanda oyuncu kadrosu, kostümleri ve hikayesiyle de ''görkemli'' kelimesinin anlamını açıklar nitelikte ! Kekeme bir kralı Colin Firth'ten daha iyi kim canlandırabilirdi ya da Firth bu rolü daha iyi nasıl oynayabilirdi bilemiyorum, ancak inandırıcılık ve gerçeklik payı söz konusu olduğunda geçen sene Meryl Streep'in canlandırdığı ''Julia Child'' karakteri gibi mükemmel !

Daha önceleri sadece fantastik kurgulu filmlerde izlediğim Helena Bonham Carter ise bu sefer daha ''reel bir filmde'' canlandırmış olduğu kraliçe rolüyle beni kendine hayran bıraktı ! (Oscar'ı kucaklama şansı nedir hocam ?) Aslında daha egzantrik rollerde gördüğüm bu kadını ''Kraliçe Elizabeth'' olarak görmek beni şaşırtmadı desem de olmaz.

Geçtiğimiz sene ''A Single Man'' ile ilk Oscar adaylığını elde etmiş - ancak Jeff Bridges'a kaptırmış-  Firt bu sene en güçlü aday ! Hatta sanırım - belki de / en azından benim gözlemlediğim kadarıyla - ödülü %100 şu isim kazanır denen tek dal ?

Yanılmıyorsam - ki geçtiğimiz senelerden hatırladığım kadarıyla- ''En İyi Kostüm'' ödülünü elde eden filmler genelde tarihi alt yapıya sahip olanlardı, dolayısyla bu ödülü alması da hayli doğal ve yerinde. Bu kategorideki adaylıklardan diğer ikisini ise daha önce seyredip yazmıştım zaten. Bunlardan ilki geçtiğimiz martta vizyona giren ''Alice In Wonderland''di. Masallar diyarını bize mükemmel bir şekilde yansıtan filmde ''Mad Hatter''ın şapkaları ile Red ve White Queen'lerin kıyafetleri elbette göz ardı edilemez. Bir diğeri ise''Io Sono L'amore'' ! Buradaki kostümlerin ise ciddi sanatsal yönleri olmasa da ünlü moda evlerinin özel dikim kıyafetleri olduğundan ötürü adaylık elde ettiğini düşünüyorum.

İşte film için hazırlanan ve kraliyet ailesinin giyindiği kostümler.

20 Şubat 2011 Pazar

VOLUME 2: NEW YORK FASHION WEEK || MEN'S SHOWS F/W 2011/ 12

Geçtiğimiz haftaki postumda başlayan New York Moda Haftasından elimize ulaşan ilk defileleri yani: Buckler, Tommy Hilfiger, Antonio Azzaulo, Band of Outsiders, Loden Dager ve Gant by Michael Bastian'ı paylaşmıştım. Fall / Winter 2011 / 2012 New York Mercedes Benz Fashion Week'ten ise geriye kalan diğer ''bazı'' showları paylaşıcam bu postta !

Marc Jacobs erkeklerde 70lerin Paris ekolüne geri dönmeye kararlı ! Rad markasında ise yarasa model erkekler ve siyahlar koleksiyonun özeti gibi. Minimalizmin ve Amerikan Modasının en iyi temsilcilerinden Michael Kors ise sadeliği yine ön plana çıkartmış ! Kesimler oldukça düz ve buradan bakınca da oldukça rahat ! Ve Gilded Age ile Nautica ! En berakla beklediği showlardan biri, belki de tamamıyla benim stil anlayışımı yansıttığı inin seviyorumdur onu :) Amerikan Modası deyince akla gelen bir diğer isim ise Calvin Klein ! Tıpkı M Kors gibi o da minimalizm ve düzlükten ve sadelikten yana, ancak farkları şu ki CK renk kullanımında biraz daha eli açık davranmış. CK 2011 kreasyonunun ise videosunu ekledim !
Marc Jacobs
Rad by Rad Hourani
Michael Kors
Gilded Age
NAUTICA

daha fazlası için

19 Şubat 2011 Cumartesi

127 HOURS

Hafta sonu için en iyisinden filmler seyretmek istiyorsanız sinemanın yolu sizler için boşaltıldı zira iki muhteşem film birden cuma günü vizyona girdi. ''The King's Speech'' ve ''127 Hours''. Benim ilk tercihim James Franco'ya ilk Oscar ve Bafta (elbette başka birçok) adaylığı getiren ''127 Hours''. Filmin aynı zamanda ''En iyi Film'' dahil toplamda 6 adet Oscar adaylığına sahip olduğunu düşünerekten senenin en hit filmlerinden biri olduğunu söylesem saçmalamış olmam her halde.

Danny Boyle'un fazlaca şişirlmiş filmi ''Slumdog Millionaire''den sonra çekmiş olduğu yapım belki Oscarlarda bir önceki kadar ses getiremez, ama kesinlikle kalite anlamında ona bin bastığını söylemeliyim. Filmin müziklerinin emanet edildiği isim ise yine A. Rahman, üstüne üstelik bir de Dido da eklenince ''soundtrack'' açısından bile mükemmel olduğunu belirtmeliyim. Ki  A Rahman'ın Dido ile seslendiriği ''If I Rise'' aynı zamanda ''Original Song'' kategorisinde oscar adayı. Yine albümde yer alan ''Liberation Begins'', ''Liberation in a Dream'' ve ''Liberation'' üçlemesi de favorilerimden. Filmin bir anlamda özeti ya da sembolü olduğunu da varsayabiliriz aslında.

Gerçek bir hayat hikayesinin aktarıldığı filmde James Franco, Aron Ralston'u canlandırmakta. Çoğunuz belki de kaderinizin daha önceden yazıldığını düşünmüşsünüzdür, peki ama kaderinizi değiştirecek şeyin bir kaya parçası olduğunu hiç hayal etmiş misinizdir acaba ? Filmin sonunda eğer kendinizi koltuğunuzda kaskatı kesilmiş yapışıp kalmış bir şekilde bulursanız bu 127 saat boyunca ''rip''lenmiş bir dosya gibi yaşayan bir adamın size yaptığı etkinin neticesidir.

Unutmadan: James Franco bu sene 83. Oscar Ödülleri Töreni'ni Anne Hathaway ile sunacak. Ki bu da kesinlikle geçtiğimiz senelerin sıkıcı ödül törenlerinden sonra tüm izleyiciler için iyi bir haber oldu !

18 Şubat 2011 Cuma

RÖPORTAJ || BİR KÜRKSEVERİN NOTLARI ! BÖLÜM 2


Geçtiğimiz hafta Bir Kürksever'le kürkler hakkında konuşmuştuk. ''Femme Fatale'' kadın tanımı, imitasyon kürkler ve erkeklerin kürk giymesi hakkında yorumlarda bulunmuştu kendisi. Şimdi de röportajın ikinci yarısı ! Blogunda çokça dergilere de yer verdiği için kendisi burada da sadece 2010 yılının en iyi kapaklarını seçmedi aynı zamanda dergiler hakkında yorumlarda da bulundu, bir de eskimeyen çekişmeye parmak bastı. Röportaj içinde aynı zamanda 90ların Top Model kavramına da değindik ! Keyifli okumalar !

Bu arada röportajın ilk yarısını okumayanlar için. Tık.
Elise Crombez (Vogue Türkiye / Ekim 2010)

  • Dergiler hakkında ne düşündüğünü asıl merak ediyorum ben. Bir dergi arşivin var ve blogunda hemen hemen her ay dergi kapaklarını incelediğin yazıların oluyo. Mesela Moda dergileri olmasa endistüri'nin hali ne olurdu ? Ya da dergilerde yer alan editöryaller ?

Moda dergilerini yakından inceledikçe moda endüstrisiyle ne kadar içli dışlı olduklarını daha iyi anladım. Hoş, Meryl Streep'in Anna Wintour'a gönderme yaptığı The Devil Wears Prada filmi ve Anna'nın bizzat boy gösterdiği The September Issue belgeseli bu içli dışlı ilişkiyi açıkça ortaya koyuyor zaten. Bu yönüyle moda dergileri, klasik gazeteciliğin tarafsızlık ilkelerini neredeyse tamamen ayaklar altına alıyorlar, özellikle de Vogue, Elle, Harper's Bazaar, Marie Claire gibi "mainstream" dergiler... Ama, benim son zamanlarda keşfettiğim ve giderek önemlerini daha iyi kavradığım bir dizi daha küçük ve daha "bağımsız" moda dergileri var, NumeroLoveI-D gibi. Moda editoryalleri zamanımızın "under-appreciated" sanat formlarından biri bence. Mona Lisa Rönesans için ne ise, moda editoryalleri de günümüzde o.

Natasha Poly solda Vogue İspanya'nın temmuz kapağında. Bay Kürksever'in tamınına göre ise kapak tam anlamıyla ''femme fatale'' bir kadını temsil ediyor. Sağda ise Numero, no 116 Eylül 2010  ve ekliyor. ''Aslında Natasha Poly'nin çok beğendiğim birkaç kapağı daha vardı, ama bütün listeyi onunla doldurmak istemedim! Bu kapağı bilgisayar ekranında dijital fotoğraf olarak görmek yetmez. Siyah-beyaz tonların derinliğini tam olarak takdir etmek için dergiyi ele alıp dünya gözüyle görmek lazım. ''

  • Yakın zamanda bir kez daha Istanbul Fahion Week düzenlendi ! Ve yeniden o meşhur tartışma ortaya atıldı ''Bloggerlık vs Dergicilik''. Bir blogger olarak ne düşünüyosun bu konuda ?

Ben bu tartışmanın bittiğine inanıyorum. Bloglar gelip geçici bir moda değil. İnternet ve bilişim teknolojileriyle hayatımızın modayla ilgili tüm yönleri değişti. Moda dergileri 20. yüzyılın bir ürünüydü, tıpkı televizyon, department store ve moda endüstrisi gibi. Artık internetten alışveriş yapıyor, gazete ve dergileri internetten okuyor, beğendiğimiz dizi ve filmleri youtube, hulu, netflix veya torrentten izliyoruz. Eskiden Harrods, Bloomingdales, Macy's gibi mağazalar vardı; şimdi net-a-porter, asos, ebay, polyvore var. Moda dergileri de dönüşecek, dönüşüyor da. Bundan çok değil, 5 yıl sonra Vogue diye bir dergi hala yaşayacaksa, editörünün bir zamanlar moda blogu olan biri olacağını düşünüyorum.



Gisele Bundchen, Harpers Bazaar İngiltere, Eylül. O kadar çarpıcı bir kapak ki, görür görmez vuruldum ve hemen gidip dergiyi satın aldım! 
Drew Barrymore, Harpers Bazaar İngiltere, Ekim. Moda dediğin kadını öyle bir güzelleştirmeli ki, görenlerin ayakları yerden kesilmeli. İşte Drew Barrymore bu kapakta benim ayaklarımı yerden kesiyor!



  • Henüz 20 yaşında olsam bile '90larda ve '00lerin başında moda anlayışımın fashion tv'ye sınırlı olmasına rağmen bir çok modeli çok iyi bilmem ve o devirlerde süpermodel tanımının olmasına rağmen sence de son senelerde bu anlayış  ortadan yavaş yavaş kalkmaya başlamadı mı ?

Evet, bu ilginç bir nokta, ama buna paralel bir başka süreç de, artık "celebrity"lerin birer moda ikonu olarak çok daha önde olmaları. Bundan 15 yıl önce Naomi, Cindy veya Linda bir elbise giydiğinde haber oluyordu, bugün Rihanna, Sienna Miller, Alexa Chung, J-Lo, Cheryl Cole veya Victoria Beckham üstleniyor. Eskiden bir yılda iki sezon olurdu, sonbahar-kış ve ilkbahar-yaz. Şimdi resort, pre-fall vs kolleksiyonları çıkarılıyor, kapsül kolleksiyonlar yılın herhangi bir döneminde piyasaya sürülebiliyor, dahası HM, Zara, Asos gibi markalar efektif olarak bir yıl içinde 8-10 kolleksiyon çıkarıyorlar. Eylül ayında Zara'da satılan polar yelekleri Aralık ayında bulamıyorsunuz. Bir meslek olarak modelliğe gelince, inanılmaz bir rekabetin olduğu, fotoğrafçıların, markaların, editörlerin, sektördeki herkesin her daim "taze et" arayışında olduğu bir meslek. 25 yaşına gelen modelin artık yaşlandığı veya yüzünün eskidiği düşünülebiliyor. Ya da Sigrid Agren gibi 17 yaşında bir kız çıkıp bir moda haftasında podyumları kasıp kavurabiliyor. Burada yıllar boyu zirvede kalmak çok ama çok zor. Tyra Banks mesela, bundan birkaç yıl önce Victoria's Secret defilelerinde mağrur bir edayla podyumda yürüyordu. Sonra büyük umutlarla "emekli" oldu, kendi televizyon programını yapmaya başladı. Podyum sonrası hayata yumuşak bir geçiş yapma hayali kuruyordu. Ama bugün adını duyan yok... Mankenlerin ışıltılı dünyasında eğlence, partiler, uyuşturucu hep vardı, ama sanırım şimdiki kızlar akıllandılar. Bu meslekte çok sınırlı bir vakitlerinin olduğunun farkındalar ve kendilerine çok iyi bakıyorlar. "Hayat uzun, 30'undan sonra nasıl olsa istediğimiz kadar eğleniriz, şimdi parsayı toplama zamanı" diye düşünüyor olmalılar.

Emily Didonato, Numero, no 115, Ağustos 2010. Bu kapak resmi üstüne, Burberry'nin pilot montlarını ele aldığım blog yazımda uzun uzun durmuştum. Benim üzerimde kesinlikle hipnotize edici bir etkisi var!

  •  yaklaşık 20 yıldır ortalığı kasıp kavuran Naomi, Kate Moss önümüzdeki on yıl boyunca da Vogue kapaklarını süsleyip moda ikonu olmaya devam edecekler mi sence ? Ya da onların yerine kimler gelebilir ? Bir senedir models.com'un zirvesinde olan Lara Stone sence yeni ikonlardan biri mi ? Yoksa bu devir tamamıyle kapandı mı ?

Bence edecekler. Amerika'da II. Dünya Savaşı'ndan sonra doğan nesil "baby boomer" diye adlandırılır. Bu baby boomer nesli kendi şöhretlerini gençlik dönemlerinden aldı, orta-yaş ve yaşlılık dönemlerinde de taşıdı. Sonraki jenerasyonda da aynı şeyi gözlüyoruz bence. Sadece Naomi, Kate Moss değil, onlardan önceki kuşaktan Elle MacPherson, Stephanie Seymour vs bile hala gündemdeler. Hatta son dönemlerde, Jerry Hall gibi 1960ların sonu, 70lerin başında podyumlarda yürümüş sonra Mick Jagger'la evlenmiş bir isim bile tekrar popülerlik kazandı. Ya da mesela son yıllarda Helen Mirren'in o yaşta hala nasıl bu kadar güzel kalabildiği insanları hayrete düşürüyor. Lara Stone'u güzel bulmuyorum ve bir ikon olarak görmüyorum. Fotoğraflarından da hep aynı ruhsuz, anlamsız android pozunu veriyor. Bence bir modelin karakterini tanımanın en kestirme yolu backstage fotoğraflarına bakmak. O yüzlerce kameranın, binlerce insanın önüne çıkmadan önceki gerilimli anlarda nasıl? Ne kadar rahat? Böyle bakınca, mesela Elize Crombez'e hayranlık duymaya başlıyorum
Isabeli Fontana, Vogue Brezilya, Kasım. Isabeli Fontana'yı ben hep Victoria's Secret şovlarında hep gülen yüzüyle hatırlıyorum, ama burada olağanüstü bir poz vermiş.Natalia Vodianova, Vogue Rusya, Eylül sayısı. Soğuk poz olacaksa böyle olsun, Lara Stone'unkiler gibi değil.

  • Yeni bir devir açılıyo. Yeni bir 10 yıl. Hoş 2012de herşeyin sonu geleceği tartışılsa da nasıl kadınlar görmek istersin ?

Özgür, kendine güvenen, başı dik kadınlar görmek isterim. Modanın temel bir paradoksu var, bir taraftan konvansiyonlara, örf-adetlere, geleneklere uymak zorunda. En uç örneğini üniforma, yani tek tip kıyafette görüyoruz. Evet, bir askerin kıyafeti üniformadır, ama ayakta UGGlar, üstünde HM, Zara veya Mango'dan birbirinin kopyası kıyafetler de bir üniformadır. Öte yandan moda yaratıcı, sıradışı olmalı, herkesin kendi tarzı, stili olmalı. Bu iki ucu bağdaştırmak çok zor, çünkü tanım gereği bunlar iki "uç" yani iki zıt kutup...  2012'de bu iki zıt kutup arasında cesaretle salınan, ayağı yere sağlam basan kadınlar görmek isterim.
  • Son olarak geçtiğimiz seneye damgasını vuran  model / modaevini - modacısını / moda editörünü / dergisini seçmeni istersem ? (dergi için büyük ihtimal vogue dersin :) hangi edisyon olduğunu söylersin o halde). Ve geçtiğimiz senenin en iyi dergi kapakları ? (Röportaj boyunca karşınıza çıkan kapaklar kürkseverin 2010dan bizler için seçtiği en sevdiği dergi kapaklarıydı).
Bu şekilde her kategori için tek bir ismi öne çıkaramam. Geçen yıl boyunca beğendiğim modelleri blogumu takip edenler bilecektir, Caroline Trentini, Jessica Stam, Sigrid Agren, Elise Crombez, Lily Donaldson, Daria Werbowy, Eniko Mihalik, Natasha Poly diye sıralayabilirim. Gerçi blogumda çok söz etme fırsatı bulamadım, ama Agyness Deyn, Hana Soukupova, Natalia Vodianova, Eugenia Volodina, Abbey Lee Kershaw gibi isimleri de beğeniyorum. 
Lara Stone, Vogue Paris, Ekim. 90. yıl özel sayısı, özel bir kapak!

Yılın moda evi/modacısı... Bence bir geçiş dönemi yaşıyoruz. Modanın zirvesinde hala 70lerde, 80lerde çıkış yapmış Lagerfeld, Valentino, Ralph Lauren gibi isimler var. Her yıl diğerinin ardından yeni kolleksiyonlar çıkarıyorlar, ama yıllar geçtikçe orjinal olmaları giderek zorlaşıyor. Belki bu yıl 40.yılı diye Roberto Cavalli'yi öne çıkarabilirim, nitekim kolleksiyonunda çok güzel parçalar var, ama mesela 2004 veya 2006 kolleksiyonlarına göre ne üstünlüğü var bu yılki kolleksiyonun? Bilemiyorum. Kırmızı halıya çıkan couture elbiselerin tasarımcıları arasında tüller, danteller ve drapelerle süslü Elie Saab, Oscar de la Renta, Valentino'yu sevdim.


Blog için: http://kurksever.blogspot.com/  
FIN