29 Mayıs 2012 Salı

SUMMER BLOCKBUSTERS

Yaz filmleri -özellikle Türkiye için ikiye ayrılır-. A Grubu'ndakiler, blockbuster filmlerdir. Çoğu Dünya'yla aynı anda Türkiye'de de vizyona girme hırsı taşısa da bazıları da mayıs boyunca kırmızı halıdan takip ettiğimiz filmleri izleme vaktidir. B Grubu filmleri ise -sıkıcı- Fransız filmleriden ibarettir. Sıkıcı dememe bakmayın, aslında bu tamamıyla dağıtımcının vizyonu sebebiyledir.

B Grubu filmler bir başka post konusu olmaya bekleyedursun, bugün, şimdiden senenin box office şampiyonu ilan edilen filmlerin tarihini bir köşeye bence not etmeli.

The Snow White and The Huntsman- 1 Haziran
Kadro açıklandığında herkesin ağzında tek bir soru: Kristen Stewart'tan Pamuk Prenses olur mu? Kardeşim bu ne Stewartmış dediğinizi duyar gibiyim, zira 'On The Road' için de aynı sorunlar meşgul etmişti bizi. Ancak gelin görün ki burada bizi asıl meşgul etmesi gereken isim belki de kariyeri boyunca 'Monster' sonrası en doğru rol seçimini gerçekleştiren Charlize Theron. Kraliçeler katında kendine yer edinmeyi başaran Charlize magazin basınından tanımış olduğumuz hükümet gibi kadın tanımlamasını bu sefer filmde canlandırmaya karar verdi. Youtube'daki fragmanda bile beni titreten ve kendimden geçiren Theron'u bir de sinemadaki fragmanı izlerken ruhumu Şamanlara teslim ettiğim doğrudur. Hikayenin masalsı özüne sadık kalan Tarsem'in aksine karanlık, gotik ve aksiyonu olan bir Pamuk Prenses izlemek için ise ben çoktan gün saymaya başladım.

Prometheus- 1 Haziran
Alien filmlerinin devamı gibi duran Prometheus'un kadrosunda ise orjinal ejerderha dövmeli kız Noomi Rapace, nokta noktası adından daha meşhur Michael Fassbender, Guy Pearce ve Charlize Theron bulunmakta. Gözünüz Sigourney Weaver'ı arıyor farkındayım. Bilim-Kurgu ve Korku en favori türüm olmasa da kadronun sağlamlığından insan merak etmiyor değil filmi, üstelik tüm bu artan merakın sebeplerinden biri de yapımcı şirketin internete saldığı viral kampanyaları. Hatta kampanyanın ünü filmden daha fazla bile olabilir.

Dark Shadows-15 Haziran
Fragmanın yaklaşık ilk 40 saniyesinde her şey normal, hatta bilindik ve kendisinden beklenen bir Tim Burton var, sonrasında ise en az saçını sarıya boyayan Beyonce kadar çirkin ve saçma bir Eva Green belirip Johnny Depp ile sevişmeye başlıyor. Fragmanı izlediyseniz zaten hayalini kurduğunuz sahneyle alakası olmadığını da anlıyosunuz. Vampirlerin karanlık ve gotik dünyasını disko topu ile birleştiren filmin diğer oyuncuları ise Helena Bonham Carter, Chloe Grace Moretz ve Michelle Pfeiffer.

The Amazing Spider Man3D- 6 Temmuz
Kirsten Dunst'ın, yağmur altında tersten asılı olan Tobey Maguire'yi öptüğü sahne çoktan geride kaldı. Artık James Franco ve Willem Dafoe da yok. Yerine sürekli aynı rolleri oynamış olduğu havasını veren Emma Stone ve Social Network sonrası Hollywood'un yeni jönü olan Andrew Garfield geldi. Yine de çocukluk efsanesini bir kenara bırakmamız gerektiği anlamına gelmiyor bu elbette. Bir de düşünün ya yeni Mary Jane Kristen Stewart olsaydı?

The Dark Knight Rises- 27 Temmuz
Anne Hathaway kedi kadın oldu, Marion Cotillard'ın varlığından hiç söz etmiyorum bile, bir süre sonra insanı 'acaba bugün yeni bir poster / teaser yayınlamışlar mıdır?' diye her sabah internette haklarında araştırma yaptırtan filmin tek üzücü yanı ise efsanenin sona gelmiş olması. 'Avengers' ile senenin en fazla merak edilen super-kahraman filmi olan Batman üçlemesinin sonuncusu yine bir Nolan kurgusu nedeniyle bizi filmin içine hapsetçek gibi duruyor.

Rock of Ages- 31 Ağutos
W Dergisine verdiği pozlar gibi filmdeki görüntülerin de orta yaş bunalımında olan bir adamın gençleşme macerası gibi görünen film aynı zamanda Tom Cruise için de şu soruyu sormamızı sağlıyor. 'Is he still relevant?'' 20.yy ın en çirkin günleri 80ler ve müzikal dünyaya yolculuğa çıkmaya hazır olun! Seks ve ucuz rock'n'roll-u konu alan film yukarıda saydığım diğer 5 yapımın aksine yılın en 'cheesy' işi olmaya da aday. Zaten neden listeye soktuğumu ben bile bilmiyorum.

27 Mayıs 2012 Pazar

IST-UN-COOL

Bu sene üçüncüsü gerçekleşen (IstancoolIstFestival hakkında aslında söylenmesi gereken çok şey var. Aşağıda yazdıklarımın da gerçeklik payı olmayabilir, ama olayın dışarıdan nasıl göründüğüne değinmek istiyorum.

Olayın Başlangıç Safhası:
  •  Pablo Ganguli & Liberatum'un düzenlediği ''Istancool'' projesi aslında neredeyse son dakikada iptal oldu. Daha önce William Orbit, Kim Cattrall ve Susan Sarandon'un geleceği söylense de yeni projede hiç biri de yer almadı.
  • Dışarıdan görünen aslında tam da şu oldu. Liberatum organizasyonu iptal etti, Istanbul 74 ise fikrin üstüne kondu. Istanbul 74 festivalin ismini IstFestival olarak koysa da Istancool'u kullanmaktan da çekinmedi. Halbuki, Liberatum 'Istancool'un bu sene yapılmayacağını ancak 2013te devam edeceğini ve bunun için de ortak aradıklarını duyurmuştu.
Festival Programı:

  • Istanbul 74'ün çağırdığı isimler kendi alanlarında AList ya da Türkiye çapında ünlü olmalarına rağmen çok fazla ses getirecek isimler olmadığından Vakko Moda Merkezi geçtiğimiz seneye göre daha boş ve rahattı. Ki bu festivalin en iyi tarafıydı. 
  • Cannes'dan Istanbul'a taze gelen yönetmen Andrew Dominik oturumunda fazla sinemacıların olmadığı gibi Mario Sorrenti'de de moda basınından çok ilgi yoktu. Geçtiğimiz sene salonun yarısını basın oluştururken onların bu sene orada olmaması da şaşırtıcıydı. Belli ki bazı ilişkiler iyi yürümemiş. Yine de günün en kalabalık oturumu Mario ile gerçekleşti.
  • Günün en beklediğim anlarından biri Jefferson Hack'e aitti. Kendisi konuşmacı değil de moderatör olsa bile hatta bağlı bulunduğu dergi grupları üzerinden sektör hakkında iki çift laf etmese de (ki orda bulunma amacı bu değildi, ama pek tabii de olabilirdi) Pınar Yolaçan'la beraber olmaları gerçek anlamda festivalin en cool yanıydı. Üstelik Yolaçan'ın işleri ve hayal gücüyle tanışmak ve birbirlerinden haberdar olmadan Hack'in de Yolaçan'la benzer şeyleri yıllar öncesinden düşünmesini öğrenmek de bazen hayal gücümün ne kadar sınırlı olduğunu yüzüme çarptı. Hack ve Yolaçan sonrasında gerçekleşen bir diğer sanat konuşması ise festivalin en sıkıcı anları olmakla beraber katılımcıların büyük çoğunluğu ya bahçedeki çimende cool piknik havası yaratmakla ya da barın etrafında hayran hayran Roitfeld'i seyretmekle meşguldü. Elbette bana barda Roitfeld ile takılmak daha cazip geldi. Tabi konuşmanın yarısında sıkıntıdan patlayıp salonu terk etmemden hemen sonra oldu bu.
Pelin Batu ise tüm panellerin sunucusuydu. 
  • Diğer moderatörlerin aksine Meltem Cumbul fazlaca cooldu. ''Nasıl olsa orda konuşucak bir şeyler bulurum'' mantığıyla pek hazırlanmadan gelmiş olması (pardon kendisi Zoe Cassavetes hakkında google search yapmış) ona kullanacağı her kelimeden önce 5 dakika düşünme payı verme gereğinde bırakmıştı. Sahi konuşma sonunda salonda kaç kişi kalmıştı? 
  •  Festival sponsorlarından ya da işbirlikçilerinden biri de yılda bir kez yayınlanan ve bir tema üzerine hazırlanan Visionaire dergisiydi. Roitfeld'in aynı gruptan dergi çıkartacak olması, Mario Sorrenti ve Derek Blasberg'in aynı yayın grubu için çalışmış olması da aslında bende tamamıyla şu fikri uyandırdı. Istanbul 74'ün insiderlarından biri V groupla iletişime geçti ve onları kafaya alıp Roitfeld imza gununu ve bir oturumu kapattı.
  • Riccardo Tisci'nin uçağı kaçırdığı söylense de yalan olduğu apaçık belli. Cuma gecesi yayılmaya başlayan dedikodu Karl Lagerfeld ve Clemence Poesy'den sonra Tisci'nin de programı iptal ettiği yönündeydi. Öte yandan Roitfeld'i sırf imza günü için Istanbul'a çağırtmak da pek akıllıca değildi, kabul edelim.
  • Tüm bu konuk iptalleri kapsamında Liberatum'un parmağının olduğunu düşünmek de fazlaca şeytani mi olur orasını da kestiremedim açıkçası.
Festival'in Yönetimi:

  • Festival konusunda en büyük şikayet ve sorumsuzluk da buydu. Sürekli kişilerin değişmesi, iptallerin olması ve Istanbul 74'ün bir açıklama yapmadan sadece 'biz kendimizle gurur duyuyoruz' demiş olması da oldukça komikti ayrıca.
  • İşin içinde olmasam da en azından kendimi 'iyi bir sosyal medya kullanıcısı' olarak tagliyebilirim sanırım. Sevgili 74, facebook grubunda gelen övgüleri 'like'lamak kadar gelen sorulara cevap vermek de işinizin bir parçası olması lazım. Tabii ya da baştan alınan bir kararla övgülere teşekkür etme ve 'like'lama işini de pas geçebilirdiniz, ki bu durumda ortada sorun kalmazdı.
  • Öte yandan sitenizde yapmış olduğunuz sanatçı tanıtımlarında kullandığınız kötü Türkçe de size hiç yakışmayan bir hareket.

Aslında tüm bu olumsuzluklara odaklanırken katılımcıların neler söylediğini es geçtiğimin farkındayım. Bu konuda GQ'de yazılan yazı belki siz orada olmayanları tatmin edebilir. Elbette günün en güzel yanı Carine Roitfeld ile tanışmak ve eski bir Vogue Paris'imi kendisine imzalatmak oldu. İnanılmaz tatlı bir aksanı olduğunu ve fotoğrafların aksine çok da genç göründüğünü belirtmeliyim. Alçak gönüllü olması da extra bir artı puan sanırım.

ps. baştaki ve sondaki fotoğraflar bana ait, Pelin Bau ise Istanbul 74'ün Facebook grubundan.

25 Mayıs 2012 Cuma

COPY-CATS

Anna dello Russo sosyal medyanın gücünü keşfettiğinden bu yana moda haftalarının gözdesi ne Anna Wintour'un defilelere geç gelmesi ne de yıldız tasarımcıların defileleri oldu. Fotoğrafçılarla alenen saklambaç oynamaya başlayan Russo'nun ekmeğine yağ süren kişiler ise yine bedava PRın kokusunu alan tasarımcılar. Her bir defileye ayrı bir elbise ayıran Russo'nun moda haftaları ayı valizi bir önceki defileler bittiğinde hazırlanmaya başlıyor, bir diğer deyişle dergilerin Şubat/ Ağustos sayılarında 'bir fotoğraf-bir kıyafet' temalı special mode sayfalarının hareketli iPad App versiyonu gibi oldu.

Neyse, sezonun hit kıyafetlerinin kokusunu alan tek isim ise dello Russo değil elbet, baş editörler çoğunlukla anlaşmış gibi sezonun  'it kıyafetlerini' kapağa taşıyor. Çoğunlukla styling ve hayal kurma gücü eksikliği olarak görsem de hangi sezon hangi kıyafetin daha fazla kullanılıcağını merakla bekler oldum. (bknz S/S 2011 ve White Lace Kapakları ve F/W 2012 Kapakları).

Editörlerin oy birliğiyle seçmiş olduğu kıyafetlerin yanı sıra, bir de herkesin gözdesi temalar/ oyuncular / şarkıcılar ve filmler de var elbette. Huzurlarınızda 2012 İlkbahar/ Yaz sezonun en 'benzer' kapakları.

'Shame' macerası nedeniyle 2011 Aralık- 2012 Mart arasında sayısız kapağın yüzü olan Michael Fassbender 'Prometheus' sayesinde geçen sezonki tacı kimselere kaptırma niyetinde değil. Söz konusu kapak olduğunu o Lara Stone / Kate Moss ve Gisele Bündchen'in oyuncu versiyonu oldu. Üstelik sadece 2 ay içerisinde RE-PRINTSIZ 6 farklı derginin kapağında yer aldı.
Fassbender kadar şanslı bir diğer oyuncu ise 'On The Road' ve 'Snow White & The Hunstsman' nedeniyle bir anda nefret edilenden cool olana geçiş yapan Kristen Stewart oldu. Şu an için solo olarak 4 farklı kapak yüzü olan Stewart'ın bir de oyuncu arkadaşlarıyla beraber yer aldığı 3 kapak daha bulunuyor.
Konu oyuncu kadrosu olduğunda 'On the Road' göze çarpanlardan. Üstelik daha erkeklerinin de solo cover'ları bulunmakta. Öte yandan yılın yıldız kadrosuna sahip filmi 'The Avengers' da editörlerin en gözde filmi oldu. 
Lady GaGa ile başlayan editöerler kalp şarkıcı kapaklarını geçtiğimiz dönem Adele devam ettirdi. 2011 Aralığından beri ise taç hala Lana del Rey'in elinde. Üstelik aşağıdaki kapaklar içinde müzik dergileri yok.
Gelelim kıyafetlere. Sezonun gözdesi Kate Moss'un defilede giydiği beyaz Louis Vuitton ile Prada mayoları.
Prada mayolarının birinde ise yine Lana del Rey var, yani hanesine bir kapak daha yani etti 10. Prada hanesine ise toplamda +1 yani 13 kapak!
 Ve Louis Vuitton. Üstelik tıpkı Prada'da olduğu gibi burda da yine Lana del Rey var. This is what we call combooooooooooooo.
Üstelik tüm bu dergi kapaklarının bir de farklı edisyonlar tarafından re-print edilme olasılığını da göz önünde bulunduracak olursak, evet gerisini siz tahmin edin.

Sırada Ağustos ayında başlayacak yeni sezon kapaklarını beklemek var. Ancak hiç de bunu iple çekmiyorum. Sırada yazın keyfini çıkartmak var. Yaz demişken Haziran sayılarında mayolu, plajlı kapakların sayısını hesaplarken uyuyakalmışım. Siz halledersiniz onu.

21 Mayıs 2012 Pazartesi

KAMUYA DUYURU

İşbu post -aslında hiçbir blogger kalkıp böyle bir post hazırlamaz ama olur da hazırlarsa ben sonradan kopyacı durumuna düşmeyeyim diye- notifier amaçlı hazırlanmıştır.

Daha öncelerden 'on the road' temalı bir post hazırlayacağımı söylesem de blogumun geçmiş referansları söz verdiğim hiçbir post dizisini yerine getir-e-mediğimi gösteriyor. (Tamam o kadar da değil).

Yolda olma istediği üzerine yazılmış birçok hikaye, şiir, roman hatta çekilmiş film daha da ötesi gerçek yaşam öyküsü olduğundan dolayı cumartesi yazıyı yazmaya başladığımda aslında bunun öyle oturup da 2 saat/gün içerisinde bitecek bir post olmadığını anladım.

Henry David'lerden tutun da Jack Kerouac'a Sean Penn filminden Odysseus'a kadar zengin bir şehirden kaçış ve gezelim görelim hippsterlığında olan bolca insan olmasından mütevellit yazıyı bir müddet daha ileri atma lüksü verdim kendime.

Öte yandan, her ay yayınladığım 'Apollo Mag' şeysini de bu yüzden bitirmeye karar verdim, hayır hala dergi kapağı yapacağım, içimde hiç kimsenin durduramayacağı dergi editörü olma isteğini bastıramasam da ... her neyse ama bundan böyle belirli bir tema üzerine kurmayacağım. çünkü öyle olduğu zaman postların çoğu spontane gelişmiyor ve daha sonra şöyle bir tema yaparım da o zaman yazarımcılık oluyor, ki o zaman da yazılmıyor.

Öyleyken böyle işte.

12 Mayıs 2012 Cumartesi

KISS THEM GOODBYE

KISS THEM GOODBYE! 8 senedir devam eden ''Desperate Housewives'' yarın akşam son kez yayınlanmaya hazırlanırken diziden geriye kalan, aklımda yer eden 8 şey!

#KAREN McCLUSKEY
Wisteria Lane'in en yaşlısı McCluskey (Kathryn Joosten) 4 esas kadın ödül sezonlarında artık sayılmazken bile Emmy'leri kucaklamıştı. Amerikan yapımlarında görmeye alışık olduğumuz liseli bakıcıların yerine sokaktaki tüm çocuklu annelerin acil durumlarda emanet etmekte A Plan görevini gören McCluskey elinden birasını düşürmeyen cool yaşlılardan, daime dobra, espirli ve komik olan Karen'ı asla etrafınızdan ayrı görmek istemeyebilirsiniz.
MyVeryMcCluskeyMoment: Yaşıtı arkadaşını kaybettikten sonra Lynette ile spor sahasında arkadaşının küllerini savurması.

#MARY ALICE YOUNG
Wisteria Lane'in en eskisi, dizi boyunca dış ses olarak duymaya alışık olduğumuz Mary-Alice'ın (Brenda Strong) dizi içinde pek de büyük bir işlevi olmasa da, gündelik hayatta bazen kendimi stop tuşuna alıp dış sesin konuşmasına izin veriyorum ve o anda Mary başlıyor konuşmaya ''yes ....''. Brenda'nın dış ses kategorisinde Emmy adaylığı bile varmış üstelik.

#EDDIE BRIT
Tüm kadınların korkulu rüyası Lane'in ''bitch goddess''ı Brit'in (Nicolette Sheridan) yapımcı / yazar Marc Cherry ile ilgili olan sorunları nedeniyle diziden ayrıldığı söylense de dizi tarihinde alınan en kötü karar onu oyundan çıkartmaktı sanırım. Elinden geçirmediği erkeğin kalmaması, sokak ortasında arabasıyla beraber kendisini de yıkaması gibi stereotipik anlara imza atan Brit'in en sevdiği uğraşı da Mike üzerinden Susan ile girdiği komik kavgalardı.
#MyVeryEddieBritMoment: Sezonlar ilerledikçe komedisi azalıp dramı artan dizinin en üzücü anı ise önceden karakterin artık dizide yer almayacağını öğrenmiş olsak da o ölüm anını görmeyecektik. Her ne kadar Renee Perry (Vanessa Williams) Marc Cherry'e göre is the new Eddie olsa bile onun eline su dökemez.

#GİZEMLİ YENİ KOMŞULAR
Wisteria Lane aynı zamanda dünyanın en hip mahallesi olsa gerek! Her sezon yeni bir komşu gelip sokak çalkalanmazsa olmazdı! Bunlardan ikisi hiç kuşkusuz Bree van de Kamp'ın kızını ayartan ve evin alt katına zincirlenen iki oğlan çocuğuna sahip Applewhitelar ve oğlunun geleceği söz konusu olup gizemli geçmişe sahip olan İtalyan Bolenler.

#ÇOCUK OYUNCULAR
Dizinin başlangıcında en sevdiğim sahneler Susan ve kızı Julie arasındaki sahnelerdi. Klasik anne kız anlayışını ters yüz eden ikili arasında arkadaşlık ilişkisi de yoktu, zira anne kıza sahip çıkması gereken biri vardı o da yeni ergen Julie'ydi. Susan'ın Delfino'dan olan ikinci çocuğu MJ ise alıp kütüphaneye oturtmak istediğiniz sevimli tatlı yaratıklar gibi. Dizinin en komik çocukları ise Gaby'ye ait. İki çocuğa sahip olan Solis'lerin küçük veledi çoğu zaman ortalıklarda bile değil ama o Juanita yok mu o Juanita. Bu arada ortadan yok olan bir diğer çocuk ise mahallenin gay couple'ının evlat edindiği beyaz tenli sarışın Amerikalının ortadan yok olması da garip. Sorunlu ergen rolüyle diziye girişini yapıp sonradan ortalardan kaybolan Bree'nin kızı ve gay oğlu da  sanki ona Tanrı tarafından gönderilmiş bir ceza gibiydi. Lynette ise 8. sezon sonunda hala futbol takımı tamamlayamadığından gözü açık gidicek gibi duruyor.

#GÖZ YAŞLARI ŞELALE
Komedi git gide azalıp dram artsa da elbette her Amerikan dramı gibi DH da ağlak bir yapıya sahip değil, ancak benim kendi yaşlarımı tutamadığım 4 sahneyi sanırım asla unutamam.
Runaway Groom: Bunlardan ilki Susan Mayer'ın (Teri Hatcher) tam da Mike Delfino (James Denton) ile ilgili hayaller kurduğu anda onu terk etmesi ile gelinliği ile Wisteria Lane'in ortasında arabasının arkasından koşması olmuştu.
Runaway Baloons:  Carlos Solis (Ricardo Chavira) hapisteyken karısı Gabriela Solis'in (Eva Longoria) yanına bir arkadaşını gönderir, adam pek de tekin olmamakla beraber Gaby'nin bir de karnındaki çocuk ile ilgili problemleri vardır. Kızılderili-Latin Amerikalı gangster tipli olan adam ondan beklenmeyecek şekilde Gaby'ye yardım ettikten sonra (Mary Alice talk yapıyor gibi) Gaby'nin elinde olan balonlar da gök yüzüne doğru havalanır.
Bye bye Mike: Toplam 8 sezonda dizinin ve Susan'ın başına gelen en kötü şey bu olsa gerek, hiçbir zaman anlamayacağım Mike'ın neden öldürüldüğünü üstelik bu kadar saçma bir sebeple, evet Mary Alice ''yes, sometimes... gerçek hayatta da insanlar böyle dandik sebeplerden dolayı ölüyor ama...''
Susan & MJ: Mike'ın ölmesine üzülen elbette tek Susan değildi, babasıyla sıkça ''buddy talk'' yapan MJ'in de  hayatı alt üst olur elbette, üstelik okuldaki arkadaşlarının da pek de yardımcı olduğu söylenemez bu duruma. Anne-oğul'un garajda stres atmak için cam kavanozları kırdıkları anda benim de göz yaşı torbalarım çatlamaya başladı sanıırm.

#PROMO
Her seferinde dizinin bir sezon daha uzadığını öğrendikten sonra rahat nefes alıp Ağustos ayını beklemeye koyulduğumu da unutamam. Yeni sezon tanıtım görselleri ve videosu, üstelik videoya eşlik eden bir de hit şarkı; tabii ki Jennifer Lopez ''Miles in These Shoes'' ve Shakira ''She Wolf '' en güzel iki örnekken kırmızı elbiseler ve elmalar hiçbir zaman yalnız bırakmadı onları. Western temalı 7. sezon promosu da unutulmamalı.

#KOMEDİ
Dizinin elbette en komik anlarının altında hep Susan vardı. Çalılıklar arasında çıplak kalan o, araba giderken havlusunu da beraber götürdüğünden yine çıplak kalan o, son sezonda resim dersine çıplak gelen yine o! Striptiz klubünde yapmış olduğu Moby Dick esprisini hala hatırlarken, online siteler için iç çamaşırıyla temizlik yaptığı anlar da unutulmaz. Mahalleli kadının ''sex and the city''si olarak başlayan dizide Gaby'nin seksi bahçıvanı diziden ayrılınca sex azalsa da çocukları ve kimi zaman kendi sığlığı sağ olsun Gaby de bizi güldürmekten geri kalmış sayılmaz. Türk versiyon birebir dilimize çevrilirken twitterda'da ilk paylaştığım şey ilk sezondan kalma bir sahne olmuştu. Bree'nin kocası Rex'in boşalma sonrası ağladığını yemek masasında duyurması! Ki sanırım bu ülkem örf ve adetlerine uymadığından senaryodan çıkarılmıştı.

Ve son bölüm tüm bu dramalara bakacak olursak Susan'ın Mj ve Julie ile mahalleden ayrılıp gitmesi, Lynette ve kocasının artık boşanması, Bree'nin tam da hapise girecekken Gaby'nin mahkeme salonuna girip olayı üstlenmesi gerekir. Ancak teaserdan anladığım kadarıyla bizi daha fazla mutlu bir son bekliyor. İki bölümlük sezon finali Amerika'da yarın akşam gösterilecek olsa da biz sanırım pazartesi akşamını beklemeliyiz.
8 sezon boyunca ki bu lisede hazırlığa başladığım seneden üniversiteden mezun oluncaya kadar devam eder, salı akşamlarımı etkisi altına alan Teri Hatcher- Eva Longoria- Marcia Cross ve Felicity Huffman aka son yılların post-modern soap opera süper kahramanlarını artık izleyemeyecek olmak cidden üzücü. Eva'yı her ne kadar magazinden takip etsek de diğer üçlü için aynı şey geçerli değil, Teri C List Amerikan girl-teenage dramanın yeni sezonunda rol alacak olsa da ben onu daha fazla bir filmde Carine Roitfeld'i canlandırırken görmek istiyorum! Keşke sevdiğimiz diziler hiçbir zaman bitmese.

ps. yazdığım yazıyı sevmesem de bir şekilde diziye tribute yapmam gerekirdi!

7 Mayıs 2012 Pazartesi

GIRLS- THE ONE IN WHICH WE MEET YOUNG SATC GIRLS

HBO'nun yeni dizisi ''Girls'' ne kanaldan şimdiye kadar görmeye alışık olduğumuz kadar cool ve sıra dışı ne de görkemli. Hatta düşük bütçeli yapımlara andıran basit kurgulu bir iş da denilebilir.

Yine de ''Girls''de beni kendine çeken bir şeyler var, aslında bunun nedeni ''Sex and The City''ye duyulan özlem de olabilir, hatta satc demişken, Carrie Bradshaw'u temel alan ''Carrie Diaries'' şu an boşuna yapılıyor bile denilebilir, zira karakterlerin hepsi de meşhur 4lünün 20lik hallerini karikatürize ediyor bir anlamda.

Dizinin yapımcısı, yaratıcısı aynı zamanda yazarı da olan Lena Dunham bir de üstelik başrolde, yani geri kalan 3 kişiyi etrafında toplayan kız. Aynı zamanda yazar olmaya çalışan Hanna (Lena) bu anlamda da bir Carrie örneği. Stabil bir erkek arkadaşı olmasa da fuckbuddy'si sayılabilecek Adam (Adam Driver) ile olan ilişkisi ise dizinin ana komedisi. Genellikle yatakta yakaldığımız ikilinin ilişkisinden çıkartabileceğimiz sonuç ise Hanna loves hard-sex, öte yandan sağlık konusunu da ikinci plana atabilecek kadar vurdumduymaz değil ancak. Hanna'nın başına gelebilecek cinsel hastalıklardan korunma sorunu dışındaki trending topic'i ise ebeveynlerinden kısa bir süreliğine daha para koparabilmek.

İngiliz aksanlı Jessa Johansson (Jemima Kirke) ise dizinin Samantha'sı. Bir tek sorun var ki Samantha asla hamile kalacak kadar aptal bir kadın değildi. Henüz New York'a dönen Jessa'ya baktığımızda post-modern beat özellikler de göze çarpıyor, ucuz Missoni kıyafetleri, ot çekmeler ve dünyayı dolaşmak, he bir de anlayacağınız üzere sınırsız sex.

Jessa'nın kuzeni rolünde karşılaştığımız Shoshana Shapiro (Zosia Mamet) ise tam bir Charlotte. Seks konusunda daha tutumlu olan Charlotte'un elbette 20lerinin hemen başında bakireliğini bozmasını bekleyemezdiniz. Öte yandan kendine sorucak olursanız ise kimi zaman Sam kimi zaman da Carrie kızı o. Dizinin ilk bölümünde de zaten kendi karakter benzetmesini ve hikayenin ana fikrini kuzeni Jessa ile karşılaştıklarında satc'e benzetirken zaten bir anlamda çok da farklı bir şey yapmadıklarının ve tüm bu göndermelerin de bilinçli olarak yapıldığının altını çiziyor. Ayrıca zaten Shoshana'ya göre sex and the city seyretmemek facebook kullanmamak ile aynı, ki bu iki özellik de Jessa'da yok.

Ve Marnie Michaels (Allison Williams) diğer karakterler gibi onu birebir Miranda ile özdeşleştiremesem de sevgilisine karşı olan tavırları ve iş yerinde giymiş olduğu kıyafetler onu bu yöne doğru itiyor, aslında biraz tutucu, doğrucu ve frigid tarafı da Miranda ile benzeşmiyor değil, Hanna zor durumda kaldığında Jessa ona ot içip rahatlamasını söylerken Marnie doğrularını yüzüne vuruyor. Erkek arkadaşı Charlie (Christopher Abbott) ile pek de iyi anlaşamayan Marnie'nin hayalindeki erkek tipiyse maço.

30larının ortasında izlemeye başladığımız SATC kadınlarının hepsi de kendi ayakları üzerinde durabilen ekonomik özgürlüğe sahip daha da ötesi yüksek yaşam standartlarına sahip olan tiplerdi. Ordaki dörtlünün aksine bu kızların farkı ise bir taraftan da yaşam savaşı veriyo olmaları. Tamam belki bu da çok Küçük Emrah olmuştur ama sözün özü bu. İki dörtlüyü ayıran ekonomi sorununun aksine kümelerin birleşme noktası ise elbette ki New York ve Sex. Konu sex-talk ise sınır ve utanma yok.
Marni- Jessa-Hanna-Shoshana
Tıpkı Lena'nın da dediği gibi, hayaller için New York'a gelen 4 kızın New York'ta ayakta kalabilme hikayesi bu, tüm bu ekonomi meselesi de Lena'nın gözünde hikayeyi daha realist yapan unsur, üstelik tüm 4 karakteri de orjinal 4lünün gençliği olarak görmemizi ve ona göre izlememizi de öneriyor. Artık tek bir isteğim var: O da ''Boys''.

PS: Henüz 3 bölüm yayınlansa da yüksek reytingler ve pozitif eleştiriler dizinin ikinci sezonunu garantiledi bile.

4 Mayıs 2012 Cuma

RYAN McGINLEY PROJECT

70lerin bulanıklığı, poetic-indie ruhu. Çıplaklığa övgü ve devrim ruhu. Çöl kenarından geçen route 66 üzerinde arabadan inip poloroid ile kampa giderken deklanşör rahat durmaz. Çıplak denize girmek ve özgürlük ritüelleri. 70lere geri dönüyoruz.

Günler Brown'da okuyan üniversiteli gençlerin karavanlara atlayıp California sahillerinde duraklayıp San Fransisco'ya gitmelerine odaklanmıştı. Üstelik Hotel Chelsea'da bile kimseler yoktu. Vakit çiçek çocukların toplaşıp bağıra bağıra ''all die young'' diye şarkı söyleme vaktiydi.
Sanki biraz da mitoloji























Tilda Swinton ve New York Times Oscars Special portfolio için çketiği Josh Brolin ve Marion Cotillard portrelerinde bile aynı tema söz konusu. ''Gidelim buralardan, dayanamıyorum''. Doğaya kaçan Tilda, hayaller aleminde Josh, uzaklara dalan Marion. So beat! 

2 Mayıs 2012 Çarşamba

DANSIN ATEŞİ...GÜNEŞİN ENERJİSİ...FESTİVALİN RUHU

Bu yaz Istanbul'da konser ve festival alanları hiç boşalmayacak gibi, belki de ilk defa ''yahu Türkiye'ye de kimse gelmiyor ki!'' demeyeceğimiz yegane yıl. Üstelik bunlar sadece çok severek dinlediğimiz ama pek de geniş kitleye sahip olmadıklarından Istanbul'a gelemeyeceğini düşündüğümüz A List indie band isimlerle de sınırlı değil.

10: TUBORG GOLD FEST
Tamamen radarım dışında gerçekleşen festivalin iki büyük konuğu var. Bunlardan ilki hard rockerlar Guns 'N' Roses ve ergen emoların kaçırmak istemeyeceği isim ve tabi ''hala müzik yapıyorlar mı ki bunlar?'' dedirten Evanescence. BİLETLER: 148-530

9: LEONARD COHEN
Tema yaz ve konserler olsa da sonbahara selam söylemeden olmaz, zira yaşamadan geleceği düşünmek bizim işimizdir ve sıcak Ağustos günleri geldiğinde de serin Eylül'ün hayalini kuracağımızı (en azından büyük çoğunluğunuz- ben değil) biliyoruz. Romantik sonbahar Leonard Cohen'den daha romantik bir isimle karşılanamazdı sanırım.

8: BABYLON SOUNDGARDEN ISTANBUL
Bu sene ikincisi düzenlenecek ve de ikinci ayağı yazın Çeşme'de gerçekleşecek olan müzik dolu günün ilk ayağı ise Istanbul Park Orman'da. Festivalin konukları arasında Istanbul'u mesken tutan Oi Va Voi, Parov Stelar Band, Türkiye'nin en cool grubu 123 ile Büyük Ev Abluka'da bulunuyor. BİLETLER: 47-62

7: BURN ELECTRONICA
Madonna'dan hemen sonra, Pozitif Günler'den hemen önce, dansın ateşi, güneşin enerjisiyle birleştiğinde Burn size fazlasıyla enerji vaat ediyor.Parkorman'da gerçekleşecek festivalin en büyük konuğu ise daha önce Babylon'da konser veren Hercules and Love Affairs ve evvelki yazı kasıp kavuran (çok show tv magazin ağzı oldu ama) ''We No Speak Americano''nun yaratıcılarından Yolanda Be Cool. BİLETLER: 52-67

6: NOUVELLE VAGUE
'Pozitif Günler'in startını verecek Fransızlar daha önce ülkemize gelmiş olsalar da bu sefer farklı! Klasik konser anlayışının dışına çıkacak olan grup bir kabare sergilemeye hazırlanıyor. Kışkırtıcı, seksi, erotik, sıradışı ve egzotik bir show olucağı söylenen kabarenin temaları seks ve ölüm olunca da merak daha da artıyor. O halde 25 Haziranda Küçükçiftlik'e. BİLETLER: 56-220

5: EFES PILSEN ONE LOVE
Headliner'ın henüz açıklanmasa da üç isim şimdiden cepte: Pulp, Kimbra, Selah Sue. Festival Indie, pop ve elektronik müziği birleştirdiğinden, eh bir de daha cool bir festivalimiz olmadığından ortam aşkına bile gidilebilecek bir festival- kimine göre. Bu arada bırakın headlinerı bu üç isim bile açıklanmadan biletlerin ön-satışa sunulmasına kimse anlam veremedi. BİLETLER: 68-102

4: TWO DOOR CINEMA CLUB
Konserin gerçekleşeceği açıklandıktan sonra oldukça makul bilet fiyatları (öğrenci) sonunda hayır dualarını kabul işiyle uğraşan Pozitif Müziğin düzenlediği ''Pozitif Günler'' kapsamında dinleyebileceğimiz Irlandalı çocuklar18-28 yaş arası gençler için yazın en büyük sürprizi oldu! Üstelik ön grup da Metronomy BİLETLER: 67-220

3: RED HOT CHILI PEPPERS
Madonna resmi olarak yazın açılışını yaparken kapanış da (8eylül) onun kadar olmasa da müziğin başka bir dev ismi Red Hot Chili Peppers'a ait. Konser mekanının Santral Istanbul olması çok fazla eleştirilse de bu tür fırsatlar her zaman ele geçmiyor. BİLETLER: 125-600

2: MORRISSEY
IKSVnin düzenlediği Caz Festivali kapsamında ülkemize gelecek olan Morrissey ''cool_aSHKsiz_piReNs_01'' nickliler için kaçırılmayacak bir deneyim. Konser17 Temmuz'da. BİLETLER: 60-350

RUNNER-UPs:
Çoklarını heyecana sürüklese de bugüne kadar radarımda olmayan Feist Ağustos'ta IKSV'nin konuğu,
-yeni ozan- Kanadalı The Dears ve queen of the soul Erykah Badu da yine IKSV caz kapsamında Istanbul'da. Geçtiğimiz yazın yeni ozanı olan Patrick Wolf ise Mayıs ayında 2 gece üst üste Salon IKSVde. Geçen seneki konser izlenimin için tık. Pop müziğin yeni gözdesi -pardon çocukların- JESSIE J (seriosuly, başka insan mı bulamadınız) ve Zaz yine Pozitif Günler kapsamında Istanbul'da.

1: MADONNA
Hem konser sezonu hem de yaz mevsimi official olarak Madonna ile açılıyor. Yepyeni albümü ''MDNA'' beni hayal kırıklığına uğratsa da #1 ranked person after Jesus ülkemize gelmişken onu izlememek olacak iş değildi. Sahne kaçırmamak adına pür dikkat izlenilecek, nasıl olsa bolca dans edilecek mantığıyla da 'sınırsız yemek yiyebilme haftası' olarak adlandırabilecek Madonna konseri müzik dünyası söz konusu olduğunda ülkem adına son yıllarda gerçekleşmiş en büyük organizasyon olma konusunda da başı çekiyordur sanırım. Biletler: SOLD OUT

Konser nasıl izlenir diye soranlara: Mr Porter'ın kameraları Coachella alanında.

1 Mayıs 2012 Salı

APOLLO BOY MAG: NO 21 || ON THE ROAD ISSUE

Benzemez hiçbir şeye Mayıs ruhu
Tatil planları, konser ve festival hazırlıkları
Varış noktası şezlonglar
Yanımızda özgür ruhlar
Ayaklarda Havainaslar
Aklımızda On the Road
Kalbimizde On the Road

pic from GQ OZ