12 Ağustos 2011 Cuma

MOODBOARD: S&M REPEATS ITSELF SENSLESSLY

Daha önce şuradaki postumda (tık) alakasız bir şekilde karşıma sürekli Charlotte Rampling'in çıktığından bahsetmiştim. Artık tesadüfleri sevdiğimden midir, yoksa her şeyde bir tesadüf arama hastalığına kapıldığımdan mıdır bilmem tam da Rampling'in sürekli karşıma çıktığı dönemlerde 2011/ '12 F/W Women' Showları yapılırken modanın dahi çocuğu Marc Jacobs'un Louis Vuitton için hazırladığı kolleksiyonla karşılaşmıştım. Defileyi oluşturan ortam ve kıyafetler ise Rampling'in unutulmaz filmi '74 yapımı ''The Night Porter''dan ilham alınarak hazırlanmıştı. Charlotte Rampling'in 21.YY'daki karşılığı ise Kate Moss olmuştu.

Ancak tesadüf bu ya. Her ikisinin de alt metninde anlatılan sado-mazo bir hikaye. Konu da S&Mden açılmışken - tesadüf bu ya- kısa süre önce karşılaştığım / izlediğim diğer S&M hikayelere göz atmada da fayda var. İsterseniz fonda Rihanna'dan S&Mi açarak okumaya devam edin yazıyı. ''Sticks and stones may break my bones, but chains and whips excites me''.

Liliana Cavani tarafından yönetilen ''Il Portiere di Notte'' aka ''Gece Bekçisi'' yıllar öncesinde Nazi toplama kampında işkence görmüş, ancak kendine işkence eden adama karşı da içten içe duygular besleyen -ki işkence eden adamın da bu konu da pek boş olduğu söylenemez- kadının -ve dolayısıyla -yani adı üstünde- adamın hikayesi üzerine yoğunlaşmakta. Yıllar sonra orkestra şefi olan eşiyle Viyana'ya gelen Lucia (Ch Rampling) otelde bekçi olarak görev yapan Max (Dick Bogarde) ile karşılaşır. Ateşle barut yan yana gelirse ve orkestra şefi turne dolayısıyla otelden ayrılırsa da geçmişten bastırılan duygular ve s&m ilişkinin hatırlaları tekrardan canlanır. Filmde aynı zamanda ilişkinin melankolik ve de psikolojik, dramatik gerilimi üstüne de yoğunlaşılmış. Ne de olsa Nazi kampında tutuklu olarak bulunan bir kızın bir subayın seks kölesi olması, bir taraftan yüksek derecede tutkunun ve ihtirasın cinsel açıdan yaptırdıkları diğer taraftan da bu denli iki zıt kutpun birbirlerine karşı olan akıl almaz aşkı var. Üstelik yıllar geçmesine rağmen hala anıların bırakmış olduğu tazelik ve onu devam ettirme isteği.
Filmin bence bir diğer melankolikliği ise Rampling'in yarı çıplak şekilde striptizvari diğer subayların karşısında hüzünlü bir tınıya sahip şarkıyı söylerken dans etmesi.
Louis Vuitton F/ W 2011-2012

Ancak kabul etmekte fayda var ! İnsan önce Marc Jacobs'un hazırladığı kolleksiyona bakarsa ve o denli fetiş objelerle karşılaşınca filmin ana temasının da başka bir şey olduğunu bekleyebilir. Her neyse aradığınızı bulamayabilirsiniz. Gelelim LV kreasyonuna. Moda'dan bi haberseniz bile en azından tüm gazetelerde ve haberlerde Kate Moss'un yeniden podyumlara döndüğünden ve kırıtarak yürürken bir taraftan da sigara tüttürdüğünü duymuşsunuzdur. Hatta bir ara iş abartılıp Kate Moss'un selülitleri bile gündeme taşınmıştı. Kolleksiyon ise giyim odaklı değil de daha fazla fetiş objeler ve aksesuarları ön plana çıkardığından dolayı eleştirilmişti. Aslında Carine Roitfeld hala Vogue Paris'in başında olsaydı eylül sayısı için bu temayla kim bilir nasıl bir bomba hazırlardı. 
Podyuma asansörden inip çıkarak gelen modeller, transparan gömlekler, kelepçeler, polis şapkaları ve yüksek ölçekli topuklular.

Kısa saçlı, erkeksi ama feminen belki biraz androjen ama zamanla da femme fatale Lucia'ya özenen sadece Marc Jacobs değil. Film aynı zamanda ''she of the smoky eyes, dark French beauty''  olarak tanıtılan Eva Green'in de radarında girmiş. Geçtiğimiz aylarda röportaj verdiği Interview dergisine kendisine sorulduğunda, editöryal çekimde, çok etkilendiği için Lucia gibi davranmak istediğini ve fotoğraf çekimlerinde bile başka kişileri canlandırmaktan zevk aldığını vurguluyo.
Photography: Paolo Roversi

Sado -Mazo hikayeyi senaryosunun temeline alan bir diğer film de geçtiğimiz Istanbul Film Festivali'nde gösterilen ve Jessica Alba ve Kate Hudson ile kamera karşısına geçen Casey Affleck filmi ''The Killer Inside Me'' . Kasabanın şerifi olan Affleck aslında çocukluğunda geçirmiş olduğu travmaların etkisindedir. Bastıramadığı cinsel sapkınlıklara sahip olan şerif kasabanın fahişesiyle beraber olmaya başlar.  Hikayenin aslında 50lerde geçtiğini belirtirsem şerifin de nasıl bir aile hayatına sahip olduğunu anlayabilirsiniz. Sevgilisi, oldukça püriteni, hanım hanımcık ve belirli normlara sahip bir kadındır, dolayısıyla kirli zevklerini onunla doyuramayan Affleck de çareyi fahişede bulur. Aslında fahişeyle beraber olmasının tek sebebi de cinsellik değildir. Cinsel sapkınlıklardan, seri cinayetlere kadar uzanan film aslında şerifin cannibalistic, vahşi ve dramatik hayatının filmleştirilmiş hali.

Ve başrolünde James Woods ile Deborah Harry'nin yer aldığı '83 yapımı ''Videodrome''. Sci-Fi, korku türünde olan film aynı zamanda yayınlanmış olduğu tarihe göre de oldukça super ve cyber natural. Aslında filmin anlattığı hikaylerden biri de insanın beyni, onu insana oynadığı oyunlar, Freud'un egosu, super egosu ve id tanımının kontrolü. Ancak filmin içinde yer alan temel hikaye de şudur. Kablolu TV'ye sahip olan bir CEO kanalında daha fazla sado-mazo, işkence ve şiddet içerikli porno (vari) filmler gösterir. Kimi zaman aklın oyunları kimi zamanda ise bunun gerçeğe dönüşmesi ise karakterlerin de yine kendilerini bu tarz bir ikişki içine girmelerine sebep olur.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder