30 Haziran 2010 Çarşamba

TOP SONGS OF JUNE

Şu yazılara nasıl giriş yapılır bilemiyorum ! Sanırım en iyisi direkten haziran ayında dinlediğim parçaları sıralamaya başlasam iyi ederim :)



Songs Of The Week

Lena Mayer // Satellite (1 hafta)
Shakira ft. Freshly Ground // Waka Waka (This Time For Africa) ( 2 hafta)
Katy Perry ft. Snoop Dogg // California Gurls (1 hafta)

Bunlar dışında en fazla
Kylie Minogue // All The Lovers
Sophie Ellis Bextor // Heartbreak (Make Me A Dancer)
Sophie Ellis Bextor // Bittersweet
Train // Hey Soul Sister

Albümlerden ise en fazla Sex and The City 2 Ost ve The Phenomenal Handclap Band dinlendi.

Temmuz ayında ipodlarınızı dolduracak 0km şarkılar ise aşağıdaki yepyeni albümlerden çıkıcak. İşte coming soon...

Kylie Minogue // Aphrodite
Enrique Iglesias // Euphoria
Kelis // Flesh Tone
M.I.A. // /\/\/\Y/\ (garip bir isim )
Sting // Symphonicity

Görüldüğü gibi Temmuz ayında yine işler kesat. Genel anlamda 2010 senesinde pek ''star'' albümler yayınlanmadı zaten. Xtina hayal kırıklılığından sonra geriye bir tek Kylie kalıyo. Önümüzdeki aylara bakalım. Katy Perry ve Maroon 5 çok yakında. Onlar dışında Madonna, Beyonce, Justin, Britney, Shakira, MC gibi isimler uyumaya devam etsinler ! Biz de bu aralarda rotamızı yeni müziklere/ gruplara doğru çevirelim.

Ha bu arada, bir de ortalıkta dedikodu dolanmakta ! Fergie, Will.I.am ile olan anlaşmazlıklar nedeniyle Black Eyed Peas'ten ayrılmak istiyomuş, ya da ayrılacakmış. Elephunk albümü ile 2003 yılında gruba katılan ve 90ların pek de tanınmayan grubu zirveye taşıyan - en azından bunda büyük payı olan Fergie'nin ayrılışı bakalım ne gibi etkiler bırakır grup üzerine. Ama ben yine de umarım sadece bir dedikodudur demek istiyorum.

Son olarak geçtiğimiz günlerde siyahilere verilen BET Awards dağıtıldı. Queen Latifah tarafından sunulan gece sadece müzik konusunda değil diğer kategorilere de el atmış durumda ayrıca. Gecede kazananlar arasında Alicia Keys, Nicki Minaj, Drake, Jay Z ve Alicia düeti; Empire State of New York, Beyonce ve Lady Gaga videosu; Videophone, Hype Williams (yönetmen) ve Rihanna da bulunuyor. spor dalında LeBron James ve Serena Williams ödül kucaklarken sinema dalında da Mo'Nique ve Precious: Based on the Novel Push by Sapphire de ödül kazananlar arasında.

Post'u bitirmeden de şeker gibi bir video gelsin ! It's California =) Enjoy


Katy Perry ft. Snoop Dogg - California Gurls 1080 HD from Oleg Surfer on Vimeo.

28 Haziran 2010 Pazartesi

I AM TRENDY

Muhteşem Edie Finnerty beni hem mimlemiş hem de ödüllendirmiş. O halde ben de bana verilen görevi yerine getirmeliyim. İlk başta şu ödülle başlayalım isterseniz.

Daha önce uzun bir geçmişim olsa da henüz 6 aylık olan Apollo Boy blogunun ödüllendirilmesini gururla taktim ederim. Teşekkürler Edie :) Ödülü alanların yapmaları gerektiği bazı şeyler varmış. İşte o prosedürler :)



  • Blogunuzda ödülle ilgili bir yazı yazmak. Size ödülü verene teşekkür etmek :)
  • Yazınızda ödülün logosunu yayınlamak ( Trendy Treehouse URL linki ile )
  • Yazınızda bu ödüle uygun bulduğunuz 10 blogu yayınlamak
  • Ödülü paylaştığınız 10 blogcana, aynı kurallarda kendi seçecekleri 10 blogcana haber vermelerini sağlayacaksınız.

Şimdi klişe olacak ama sevmesem okumazdım diğer blogları ! Yine de zorunlu olarak bu sayıyı 11le sınırlıyorum. Sizler de hem mimi kaptınız hem de ödülü. Mimi kabul etmeyip sadece ödülü kucaklayabilirsiniz ayrıca moda hakkında, ya da kültür sanat hakkında yazan bloggerlar belki sayflarında bu tür yazıların olmasını doğal olarak istemeyebilirler. Bu durumda sadece teşekkür de edebilirisniz. -ki daha önceden başıma gelmişliği var, boşuna sorun çıkmasın. -insanlar garip bazen abartabiliyorlar bazı şeyleri. Anak ben yine de gönderiyorum bu ödülü sizlere.

Gelelim mim konusuna ! Kendi kendimizle röportaj yapıcakmışız. Ben daha önce yapmıştım bir tane daha :) dilerseniz ona da göz atabilirsiniz.

1. Hangi işleri yarım bırakırsın ya da bıraktığın neler var?

Bugüne kadar aldığım da yarım bıraktığım bir şey yok sanırım. Çok sıkıldığım bir kaç kitabı yarıda bırakmışlığım dışında, geçtiğimiz sene yaşadığım bazı sorunlar nedeniyle öğrenmeye başladığım İspanyolca'yı yarıda bırakmışlığım var ! Ancak en yakın zamanda o da tamamlanacaktır !

2.Yakın zamanda kaybettiğin biri var mı?

Kanımca kaybetmek göreceli bir kavram ! Eğer burdaki kaybetmek ''ölüm'' anlamına geliyorsa çok şürkür ki son bir senedir yok ! Eğer bir arkadaş / sevgili / dost 'u kaybetmekten bahsediyorsan / ''ilişkiyi bitirmek'' hiçbir zaman kimseyi kaybedemezsin sanırım, az da olsa çok da olsa bir şeyler paylaşmışsındır ve Clementine ve Joel gibi bir şansın yoksa aklının ucunda bir taraflarda yer alacaktır, bağın devam edecektir. Sonuçta kaybetmezsin. Ayrıca birini hayatından çıkartmak da yine çok manasız. İki gün önce canım cicim diyerek bir şeyler paylaştığın kişiyi daha sonra sırf ayrıldın / küstün diye hayatından çıkartmak onu kaybetmek manasız. Neyse ''kaybetmek'' kelimesinden ben bunları anladım :p

3. En ağır bulduğun, sana dokunan yemek var mı?

Yok sanırım, ancak yaz aylarında kızartmalar pek de hoş olmuyor ! Bir de çok geç yemek yemek. Bu arada bir önceki sorunun büyüsüyle hiç uymamış bu soru :P Şimdi bu mim'i kim başlatmış. Bir mim nerden çıkar hep merak etmişimdir. :)

4. Cinsellik ve aşk anlamında unutamadığın biri var mı?

Eminim pas deme hakkımız vardır !

5.Çocukken sevdiğin çizgi filmler?

Wuhuu çok var ama ... He-Man, She-Ra ikilisine taparım, Tom & Jerry keza. Jetgiller, Disney'in Çocuk Saati vardı. Amerika'da bir okul 5 öğrenci falan, kızlardan birinin ismi Greyçıl'dı :P sorry nasıl yazdılığını bilmiyorum. Şapkalı bir çocuk, bir şişman iki de siyahi vardı. Bak onca ayrıntıya rağmen hatırlayamadım ismini. Yunus Delphi vardı. Winnie The Pooh. Bak şimdi böyle sorunca hepsi uçtu gitti. Heh bir de Casper vardı :P Picachu 'dan nefret ederim, ama arkadaşlarla tasolarıyla oynardım. Hey gidi onları biriktirirdim o zamanlar da.

6. Blogger'a ne zaman kayıt oldun? Kim vesile oldu? Nereden duydun?

2008 Aralıkta oldum. Daha sonra kapattım ve internetin derinliklerine gömdüm. Sonra da 6 Ocak 2010'da yeniden açtım. Nette bir şey ararken Saray Soytarısı'nın bloguyla karşılaştım. Ondan sonra bir baktım benim arkadaşım da yazıyomuş bknz. Müsvette Defterim, sonra dedim ki '' hey bebek ! benim neyim ekisk ?'' ve böylece başladım.

7. Çok paran oldu neler yaparsın?

Dünya Turu. Sonrasında New York, Barcelona, Roma ve Floransa'da her birinde birer sana yaşardım. Bankadaki paramı kullanıp yan gelip yatardım, arada sırada freelance tercüme ya da özel ders verme şeysiyle uğraşırdım. Daha sonra da sadece huzur diyerek tüm kütüphanemi toplayıp (kitaplarım, dvd ve cdlerim benim en değerli varlıklarım benim kadar önemliler) sadece orman ve denizin iç içe olduğu bir yerlere uzun soluklu bir tatile çıkardım. Belki Irlanda kıyıları olabilir.

Fin. xoxo

26 Haziran 2010 Cumartesi

EFES ONE LOVE

Mika ve Freshtival ardından ikinci kez bir festivale gidecektim üstelik bu seferki daha değişikti, daha özeldi; iki gündü. :) İşte Efes Pilsen One Love !

Cumartesi günü Pera Müzesi’ndeki Botero sergisi ve Taksim Cumhuriyet Sanat Galerisi ardından rotamızı AKM önünden santralistanbul’a doğru kalkan servislere çevirdik. Yanlış servise binme gafletine kalkıştığımız için ücretsiz olan servislere 3 milyon gibi bir ücret ödedik, neyseki diğer 3 kullanışımızda bedava olan servislere binebildik :P

Cumartesi günü alana vardığımızda kolumuza geçirilen turuncu bileklikler ile alanı gezmeye başladık, hayatilerle, bando takımıyla karşılaştıktan sonra Club 14.1'e geçip All Tommorow's Parties adlı belgeseli izledik. Bitiminde yine halen sıcağın hakim olduğu çimlere ve dev minderlere kendimizi attık. Girişe yakın bir yerde minderlere oturduğumuz için iki gün boyunca gelen geçenin ne giyindiğini konuştuk, hangi markların kullanıldığını gördük, şıkları ve rüküşleri seçtik. Yeri gelmişken söylemem gerekir ki giyim konusunda inanılmaz cüretkâr insanlar mevcuttu. Hem de fazlasıyla. Freshtival kadar ağırlıklı olmasa bile wayfarer'lar yine gündemdeydi. Loafer, Toms ve Zara yine 5 kişiden 4ünün üzerinde görebileceğiniz markalardandı. Şeytan dediki al foto makinanı milletin yanına yaklaş resimlerini çek, ondan da blogda yayınla. Al sana mis gibi moda post'u. Bunun dışında ilk gün bize eşlik eden Vodafone standında görevli kızceğiz ile lafladıktan sonra ikinci gün de Pozitif Oragnizasyonun bizlere yollamış olduğu anketörün sorularını yanıtladık, bu arada yanımıza gelen bir diğer anketör ise iki kişi olduğumuz için resmen bizleri azarladı :p

İkinic gün ise, bir çok insanın aksine, hızla yağan yağmur bizim keyfimizi kaçırmadı, zira millet ne yapsak diye düşünürken biz minderli kapıp üstü kapalı ortama geçip kaçışanları dikizleyip onların dedikodusunu yapıp eğlenmeye devam ettik. Ama maalesef o sırada çalmakta olan İlhan Erşahin’i de duyamaz olduk, zira sığındığımız yerdeki nüfüs arttıkça onlarda orada başka müzik çalmaya devam ettiler. İkinci gün Blur hakkındaki No Distance Left to Run belgeselini izleme gibi planımız olmasına rağmen izlemedik.


Havanın kararmaya başlamasıyla ana sahne önüne toparlanmaya başlayan gençlik arasında bizde yerimizi aldık, hem de oldukça ön sıradan. Cumartesi günü Fischerspooner ve Groove Armada’yı sadece dinlemekle yetinsek de (ki bu bizim tercihimizdi) ikinci gün muhteşem Sophie Ellis- Bextor ve The Ting Tingsi sahne önünden hem de baya önlerden izledik.

Açıkçası ciddi bir Sophie Ellis hayranı değilim, sadece bu güne kadar yayınlamış olduğu single’ları bilirim, üstelik konser esnasında yeni albümünden parçalar seslendireceğini söylediğinde biraz hayal kırıklığına uğrasam da çok geçmeden ciddi anlamdakoparken ve dans ederken buldum kendimi. Sophie gerçekten de bana unutamayacağım bir saat geçirtti, belki atmosferin de katkısı olmuştur buna :P Kadın cidden taş gibi, dedikleri gibi cidden porselen bebek ! daha fazla abazalık yapmak istemem ama, hatun resmen kusursuz !! hani bir de ‘’sahnesi iyi’’ kalıbı vardır ya cidden bu durumda söyleyebilirim bunu. Eh seyircisiyle nasıl etkileşime gireceğini ve bizleri nasıl coşturacağını da biliyor. Sahne aldığı sırada ‘’ben nasıl daha önce Türkiye’ye gelmem'' diye hayıflanan Sophie, HT Gaztesine verdiği röportajda da muhakkak boğaza nazır Kuruçeşme Arena’da sahne almak istediğini açıklamış. Valla sen gel ben bir daha gelmem mi seni izlemeye be!.

Hemen ardınan sahneye çıkan The Ting Tings ise kanımca ciddi bir fiyaskoydu. Sophie sayesinde kaptığım o enerjiyi, coşkuyu ve dans etme arzusunu bir anda yerle bir etti. Zaten sahneye ilk çıktıklarında bir de kızın mikrofonuna da ses vermemişlerdi. Bu arada Mika ardından The TT’’de sahnede Türkçe konuştu, ancak Mika aksine içtenlikle konuşmak yerine önceden kağıda yazılmış cümleleri okudu. Yanılmıyorsam son olarak da ‘’Türkçem bok gibi ama sizleri iyi eğlendirebiliriz’’ gibilerinden bir şey söyledi. Peh! Neyse kısacası şöyle böyle geçti. Keşke The Ting Tings yerine asıl Headliner Sophie olsaydı. Neyse artık. Bir haftasonu da böyle geçti, bir festivalde böyle bitti. Sırada Imogen Heap var ! en azından aklımda :P


Bakalım 2011de düzenlencek 10. Efes One Love’da kim var.

BIRAZ DA SANAT ...

Geçtiğimiz hafta sonu SATC 2 seyetmek ve Efes One Love'a katılmak dışında IstanbulModern, Pera Müzesi ve Taksim Cumhuriyet Sanat Galerisine de gittim.

IstanbulModern'de bir kez daha ''Yeni Yapıtlar, Yeni Ufuklar''ı gezdikten sonra yeni açılan ''Yol'' fotoğraf sergisini gezdim. Ki Eylül ayına kadar hala şansınız var. Değişik ülkeler, değişik metropoller ve yolları anlatan sıfatlar. Fotoğraflara meraklıysanız. ''Must see''.

Pera Müzesinde ise 18 Temmuz'a kadar ''ben şişmanları çizmiş olmak için şişman karakterleri kullanıyor değilim, sadece renkleri daha fazla ve güzel kullanabilmek için şişmanları resmediyorum'' diyen Botero sergisine göz atabilirsiniz. Renklerin birbirleriyle dansı gerçekten olağanüstü.

Taksim Cumhuriyet Sanat Galerisini de yeni keşfettim diyebilirim. Daha doğrusu yerini biliyordum ama ismini :) Geçtiğimiz hafta sonuna kadar Filateli'de Sinema ve Sinema'nın Büyüsü konulu segiler yer almaktaydı. Sinemanın eskimeyen yüzleri ve efsanelerinin resmi geçit yaptığı sergide, ünlü yüzler için oluşturulmuş pullar, filimlerin yan ürünleri ve tüm zamanların en iyi filmleri konulu video da yer almkataydı. Bu sergiyi kaçırdınız ama yeni sergiler için TCSG'ini izlemeye devam edin dilerseniz.

25 Haziran 2010 Cuma

MICHAEL JACKSON

Ne yalan söyliyeyim Michael Jackson şarkılarıyla büyümedim, hatta lise 1e gidene kadar kendisinden pek de fazla hoşlanmazdım. Hazırlamış olduğum projeye onu dahil etmemle beraber ''Beat It'' şarkısını keşfettim ve hayran kaldım. Hemen ardından dinlediğim parça ise ''You're Not Alone'' ve ''One More Chance and Love''.

Sene 2009. Üniversitede tam da ''final'' finaline (yani en son sınav :P) girmeden önce arkadaşım gülerek MJ ölmüş dedi. Koşar adım eve gittim ve cidden artık onun olmadığını öğrendim. Garip değil mi ? Pek de bağımlı olmadığı halde artık onun olmadığını öğrendiğimde içim bir garip oluyor. (şöyle bir düşününce Madonna'nın artık olmayacağı gibi bir düşünce -allah gecinden versin- bu da Yonca Evcimik'in Pink'e attığı tweete benzedi. Ölümden başgası yalan gari.)

Bir iki ay sonra öğle arası şirketten ayrılıp İstiniye Park'ın yolunu tuttuğumda uzun zamandır almak istediğim DVDler ya da diğer CDler yerine elimi MJ The Turkish Collection yazan albüme götürüyorum. Hemen alıp çıkıyorum ve ofiste gün bitimine kadar cd player'da aynı şarkılar dönmeye devam ediyor. Meğerse ben onunla yıllar önce tanışmışım. En sevdiğim şarkısı ''They Don't Care About Us'' ile. Evet evet, demek o şarkıyı MJ'inmiş ? Nasıl olur ! Gözden kaçmış, ya da bilinç halinde arka taraflara bir yere itilmiş, sanki MJ'i sevmemem gerekir, onu dinlememem gerekir diye.

''Kim ne dersin ! '' demiyeceğim, çünkü biliyorum dünyadaki herkes, hem de müziği seven herkes, Micheal Jackson'ın gelmiş geçmiş en büyük müzik adamı olma konusunda hemfikir.

İşte benim TOP 10 @ 10 Michael Jackson listem
  1. They Don't Care About Us
  2. You're Not Alone
  3. Smooth Criminal
  4. Thriller
  5. One More Chance
  6. Liberian Girl
  7. Beat It
  8. Bad
  9. Billie Jean
  10. Wanna Be Startin' Somethin'

PS1: Garip değil mi, bir çok kişi bu günü unuttu, ondan bahsetmediler bile :/

PS2:Bu da bu seneki Grammy Ödüllerinde MJ için yapılmış en iyi tribute showardan biri.


Earth Song Grammy 2010 from Edmundo Perez on Vimeo.

20 Haziran 2010 Pazar

SEX AND THE CITY 2 (THE MOVIE & THE OST)

Nihayet, evet nihayet...hem vizyona bir hafta geç girdi hem de ben ancak bir hafta sonra seyredebildim. İşte Sex and The City işte New Yorklu 4 muhteşem kadın. Carrie, Samantha, Charlotte ve Miranda ...Sarah Jessica Parker, Kim Cattrall, Kristin Davis ve Cynthia Nixon.
IMDb'nin 10 üzerinden 3.1 vermesi nedeniyle ve de birinci filmin çok gereksiz bir içeriğe sahip olması yüzünden bir taraftan kendimi kötü bir film izlemeye hazırlamışken diğer tarfatan da milyonlarca kez izlediğim fragman ve bu muhteşem 4lü ayriyetten filmi izleyen arkadaşlarımın övgüleriyle beraber heyecanım iyice artmıştı.

Ve bekelenen an gelir, salon kararır arka planda Alicia Keys sesiyle Empire State of New York / I love youuu Nuuuyorkkkk diye şarkı çalıp, şehrin en tanıdık, meşhur güneş altında parıldayan gökdeleneleri bir bir arzı endam eder. Durun ! işte apartmandan çıkıp bize doğru gülümseyen Carrie değil mi ?? evet evet ! ve artık film başladı işte. Liza Minelli ve gay düğün'ün ardından 4New Yorklu kadın ''I don't think we're in Kansas any more'' diyerekten lüks cenneti Abu Dhabi'nin görkemli oteline yoksa saray mı demeliydim, giriş yaparlar. Carrie'nin ''sparkle'', Samantha'nın ''seks'' arayışı, Charlotte'un iç çamaşırı giyinmeden üstüne beyaz atlet geçiren bakıcısı ve Miranda'nın patronu dışında konu yok. Ki aslında bunlarda geri planda filmi süsleyen detaylar. Ancak filmde yapılan o komik esprilere ve de ince politik göndermelere de sözüm yok ! Başarılı olmuş, peki ya peçe altından patates kızartması yiyen kadına ne demeli. Ya Samantha'nın Baharat Çarşısında erkeklerin ortasında sergilediği o hareket.

Milyon dolarlık gardrop, ultra lüks markalar, mücevherler, şaaşalı davetler, Miley Cyrus ve Penelope Cruz. Film aslında 3.1i hak etmez, çünkü konu yok, ama bu nasıl iştir ki yaklaşık 3 saat boyunca bir dakika sıkılmıyosun, gözünü ekrandan alamıyosun ve bittiğinde üzülüyosun. Tanrım yoksa lüks düşkünü müyüm ben ?? OMG :P

Filmin soundtrack albümüne bakacak olursak ise birinci sınıf sanatçıların yer almasına rağmen şarkıları pek beğenmedim. Liza Minelli, Natasha Atlas, Dido, Cee Lo, Jennifer Hudson, Leona Lewis, Cyndi Lauper, Erykah Badu ve Alicia Keys. Albümde aynı zamanda filmdeki erkek koroların söylemiş oldukları şarkılar dışında, muhteşem dörtlünün kareokesi de bulunuyor. Hımm ve filmin cidden eğlendiren ve benim de summer hit olarak seçtiğim şarkı Ricki-Lee // Can't Touch It. Ha unutmadan bir de Euphrates Dream; SATC albümünde mezdeke :P

Herşey filmden ne beklediğinize bağlı. 6 sezon + 1 film'in ardından değişen hiçbir şey yok. Konu aynı, odan noktası aynı, izleyiciyi kendine çekme stratejisi aynı. Yok abi ! benim karnım tok bu yalanlara diyosanız, izlemeseniz de olur, ama olur da izlerseniz hiç pişman olmazsınız. Bu arada filmin 3.sü hakkında dedikodular çıktı bile ! ''3. mü ?? Ohh Tanrım '' dediğinizi duyar gibiyim, ama bir spin-off olarak kızların 80lerdeki hallerini çekmeye çalışsalar sanırım hiç de fena olmaz.

15 Haziran 2010 Salı

SUMMER TIME (UPDATED*)

Kişisel bir blog yazmış olsaydım bir haftadır neden yeni post yazmadığımı ve önümüzdeki iki hafta boyunca da neden buralarda olamayacağımı uzun uzun anlatırdım, ama şimdi hepsini bir kenara bırakıp sadece yazının temasına odaklanmanızı istiyorum. :p

Yaz geldi, tatil zamanı, falan filan .... iPod'unuza yüklemenizi önericeğim şarkılar, çantanıza atmanızı isteyebileceğim kitaplar vs. vs. Ha bir de sıcaktan nefes almak isterseniz klimalı sinema salonlarına çekebilirim sizi.

İşte yazın TOP 10 HITLIST'i (sıralama önemli değil)


  1. Shakira feat. Freshly Ground // waka waka
  2. Lady GaGa // Alejandro
  3. Lena Meyer // Satellite
  4. David Guetta feat. Chris Wills + Fergie // Gettin' Over
  5. Kelly Rowland // Commander
  6. Kylie Minogue // All The Lovers
  7. Katy Perry feat. Snoop Dogg // California Gurls
  8. Kelis // Scream
  9. Ricki- Lee // Cant Touch It // SATC 2 OST
  10. Stromae // Allors On Danse

Şunu belirtmem gerekir ki 10. parçayı ben kesinlikle dinlemem. Sırf etraftaki popülarite yüzünden seçtim.

Hiç şüphesiz yazın en iyi albümü de Kelis ve Flesh Tone. (Yazısı pek yakında; umarım)

Yazın insanlar nasıl kitapları tercih eder bilemeyeciğim ama işte yazın okumayı planladığım kitaplardan bir kaçı.

  • Cees Nooteboom // Gezginin Oteli
  • Buket Uzuner // New York Seyir Defteri
  • Umberto Eco // Gülün Adı
  • Bozcaada Öyküleri
  • Alon Hilu // Death of a Monk
  • Henry David Thoreau // Walden

Temennim bu sayıyı ikiye katlayıp biraz daha fazla ingilizce kitap okumak. Paul Auster, Paulo Coelho ve Ahmet Ümit'in son kitaplarını edinmek, bi de modernizm örneklerine göz atmak. İngiliz, Amerikan ve Dünya Edebiyatı kısa öykü antolojilerini bitirmek. Bakalım. :p

Film seçeneklerine gelecek olursak

  • Sex and The City 2
  • Ondine
  • Chloe (festivalde kaçırmıştım, Atom Egoyan feat. Julianne Moore & Amanda Seyfrieda)
  • The Back-Up Plan
  • A Serious Man
  • Eat, Pray, Love (umarım yaz sonuna kadar gösterime girer)

İşte bu kadar :) ha unutmadan :)

İyi tatilller :p

XoXo, you know you love me

9 Haziran 2010 Çarşamba

CFDA AWARDS 2010

Oscar, Grammy derken Moda dünyasının önemli gecelerinden / ödüllerinden biri olan CFDA AWARDS 2010 geçtiğimiz günlerde dağıtıldı. Moda gurusu olmadığım için şu isim kazanmalıydı ya da şu isim yanlış seçim gibi yorumlarda bulunamayacağım. Sadece ''menswear designer of the year'' ödülünün Tom Ford'a gitmesini isterdim. Vogue ve Style.com sitelerinde gezinirken gözüme takılan en şıkların resimlerini copy paste yaparak bloguma koymaya karar verdim. Eh sizlere de yalkışıklı erkekler ve güzel kadınlarla iyi seyirler.

Sex And The City2 Londra galasından sonra bir kez de CFDA'larda Alexander McQueen ile karşımıza çıkan Sarah Jessica Parker aynı zamanda gecenin de en şık kadınıydı. Bu arada tören esnasında McQueen tribute yazısı da okumuş kendileri. McQueen'e aynı zaman da ''Special Tribute'' ödülü de verildi.


Sarah Jessica her ne kadar gecenin kraliçesiyse Gossip Girl ile hayatımıza giren ve gardroplarda ciddi ciddi değişiklikler yapılmasına sebep olan Ed Westwick ise gecenin kralıydı.

Bu iki güzel style chic & chico'dan sonra törenin runner-up'ları ise moda ikonu ödülünü alan Iman ve ''womenswear designer'' kategorisinde ödülü kucaklayan Marc Jacobs.

Geceye elbisesini tasarlayan Michael Kors ile katılan moda ikonu İngiiz aktrsit Gwyneth Paltrow ise sade ama büyüleyici siyah elbisesiyle göz kamaştıran bir diğer isim oldu.
Küçüklüklerinde dünyanın en tatlı ikizleri olsan Olsenlar şimdilerin moda ikonları. Ortalarına aldıkları Sasha Pivovorava'yı beğenmesem de resimden çıkartma ihtimalim yoktu :)
Vogue editörü, moda cadısı :D ya da moda ilahı Anna Wintour ise sanki asil, elegan ve şık olmak nedir onu bizlere öğretir gibi.
Veee son olarak gecenin 4 şık beyefendisi. Simon Spurr, Zachary Quinto, Blake Mycoskie, John Whitledge. Blake'in takımını da ayırca ödün almak istiyorum ayakkabılarla beraber.

7 Haziran 2010 Pazartesi

BIONIC (REVIEW) & PREVIEW OF AGUILERA

1998 yılında Justin Timberlake ve Britney Spears ile müzik piyasasına balıklama atlayan bir diğer isim de soyadını doğru yazıp yazamadığıma bir türlü emin olamadığımdan dolayı google'dan ''check'' ettiğim Christina Aguilera. ''Genie In A Bottle'' ile müzikal kariyerine adım atan Xtina single'ıyla hem UK hem US hem de Avrupa Listelerinde zirveye oturarak hayli hızlı bir giriş yaptı. Çıkış yapmasının hemen ardından bir de Grammy kucaklayan Aguilera; kendi, adını verdiği ilk albümü Christina Aguilera (1999) 'dan tam 3 sene sonra 2002 yılı sonbaharında ikinci albümü Stripped (2002) ile kaldığı yerden devam etmişti. İlkine göre daha başarılı olan bu albümle bu sefer US Billboard Top 200 listelerinde zirveyi ele geçirememiş olsa da UK listelerinde 2 numaraya yükselerek büyük başarı göstermiştir. (Zira ilk albümü İngiletere'de ancak 14 numaranın yüzünü görebilmiştir.) Yine Grammy kucaklayan Aguilera albümden ''Dirrty'', ''Beautiful'', ''Fighter'' ve ''Can't Hold Us Down'' gibi birinci sınıf hitler yayınlayarak beni kendine hayran bırakmıştır. (Gerçi Aguilera her zaman -ki hala da- benim en nefret ettiğim şarkıcıların başında gelir; sadece şarkıları ilgiçi çekmiştir.)

Hemen ardından 4 senelik bir ara. Xtina genelde emin adımlarla yavaş yavaş ilerlemeyi seven biri. 11 yıllık kariyere sadece 4 albüm sığdırarak yaptığı işleri ne kadar ciddiyetle ele aldığını gösteriyor. Klasik evrim süreci tamamlandıktan sonra bknz. Komşu kızlığından, sokak kızlığına terfi etme Aguilera bir evrim daha geçirdi. Her albümde farklı bir soundla karşımıza çıkan Aguilera Pop, R&B, Funk ve Hip-Hop 'ı denedikten sonra üçüncü albümü Back To Basic ile bizleri müziğin kökenlerine götürmek istedi, jazz, blues ve soul müziği harmanlayarak bizleri modern kültürün de temellerinin oluşmaya başladığı - ki benim en sevdiğim dönemdir, 20, 30, 40 ve 50lilerin Amerikasına götürdü. Linda Perry ve Mark Ronson gibi isimlerle çalışarak çift cdlik bir albüm hazırlayan Christina bir kez daha Grammy'i kucaklamıştı. Albümden; ''Ain't No Other Man'', ''Hurt'', ''CandyMan'', ''Oh Mother'' gibi hit single'lar yayınlayan Aguilera kanımca diskografisinin en iyi albümünü hazırlayarak müzikalitesini de bir kat daha arttırmıştı. Albüm US, UK , Avustralya da dahil dünyanın bir çok ülkesinde de zirveyi ele geçirmişti.

Ve yeniden 4 senelik bir ara. Christina bu arada, Cher ile stüdyolara girerek yıl sonunda yayınlanması beklenen Burlesque filmi içim kamera karşısına geçti ve yepyeni bir albüm için stüdyolara kapandı. Bionic (2010) adını verdiği 4. stüdyo albümü için 4 sene bekleyen şarkıcıdan hepimiz yüksek kalitede bişeyler bekledik. İlk 3 albümünde olmayan farklı bir soundla karşımıza çıkan Xtina, kendini tekrar etmediği için aslında takdiri hak etmesi gerekir. Ancak bu sefer de diğer şarkıcıların şarkılarından/ videoalarından esinlenme olduğu öne sürüldü. Bionic ile daha yapay, daha futuristic ve teknolojik bir sounda kayan Aguilere albümden ''Not Myself Tonight'' ve Nicki Minaj eşliği olan ''Woohoo'' single'larını yayınladı. Tıpkı Dirty gibi bir temaya sahip olan Not Myself Tonight klibinde fazlasıyla Lady GaGa esinlenmesi olduğu yazıldı. (Özellikle Perez Hilton olayın üstüne çok fazla gitti.) Şarkının ben tarafından oldukça sevildiğini söylemeliyim, ancak sabun köpüğü gibi olması nedeniyle 3, 5 gün 5, 10 kere dinledikten sonra hevesimi aldığımı söylemeliyim.

''Not Myself Tonight'' dışında albümde en fazla ilgimi çeken -ki yine yabancı bloggerların ve forumlarda yazanların da ortak düşüncesi oldu- şarkı ise ''Desnudate (Get Naked)'' oldu. Albümün elle tutulur bir diğer parçası ise smooth bir ballad olan ''All I Need''.(Tıpkı yumuşak içimli bir nescafe gibi). Linda Perry imzası taşıyan ismi ile de albenisi olan ''Sex for Breakfast'' albümden önerebileceğim başka güzel bi şarkı. Baştan çıkartmaya çalışılan ama başarılı olunamayan smooth soul izleri taşıyo şarkı. Bu 4 şarkı dışında pek de ilgimi çeken parçaların olmadığını belirterek Aguilera'nın kariyerinin en kötü albümüne imza attığını belirtmek isterim. Stripped albümü ve The Black Eyed Peas, THE E.N.D. albümünün tarzlarının karışımı olan albüme benden 2.5 yıldız. Yılın en kötü albümü olduğunu düşünüyosanız orda durun ! Zira daha kötüsü Adam Lambert ve For Your Entertainment.

PS. Albüm bugün ülkemiz de de piyasaya sunuldu.

4 Haziran 2010 Cuma

FRESHTIVAL ARDINDAN ....

Wuhuuu. evet evet cumartesi sabahı uyandığımda söylediğim tek kelime bu oldu. Koluma en iyi arkadaşımı takıp, hayatımda ilk defa bir festivale gidiyodum. Evvet Miller/ Freshtival zamanı. Canlı canlı izliceğim isimlerden biri de son yıllarda en severek dinlediğim ''male vocal'' Mika'dan başkası değildi. İşin aslı zaten çıkacak ön gruplar beni hiç mi hiç ilgilendirmiyordu.


Saat 4 gibi ulaştığımız Maçka / KüçükÇiftlik Parkı'nda sahnede bir grup vardı; ancak sahne önünün güneşli olmasında mı ? yoksa grubun bilinirlik derecesinin az olmasından mıdır bilinemez, hiç kimse çalan çocuklarla ilgilenmiyordu :)) Henüz boş olan festival alanında güneş altında kavrulmaktansa biz de dönmedolaba bindik. Aman tanrım, hı hı korkunç olmayabilir, hatta 5 yaşındaki çocuk da binebilir, ama benim gibi 6. katın camından aşağı bakamayan biri için fazlaca korkunç.

Her neyse sonrasında sahneye çıkan isim ise Sakin olmuştu. İlk defa dinliyeceğim Sakin'i nedendir bilinmez gittik en önden izledik. Gerçi yine topu topu 3 sıra adam vardı zaten. Sonuç olarak pek de sakin olmayan şarkılardan zevk almadım. En önde duruken arkadaşımla zaten, etrafı gözlemleyip (tüm gece yaptığımız gibi) Dream TV'nin canlı yayın ekibini izledik. ''Yok abi delimisin, Sakin candır, kandır, sevilmez mi''' diyosan. Sizi şu taraftan favori blogger'ımız The Balkabaa // Sakin Röoprtajına yolluyorum. (Ayrıca kendisi Mika'yla tanıştı. Ohh shit :/ :) hehe)


Saatler ilerledikçe sıcaklık azaldıkça biralarımzı aldık ve sahneye çıkan New York'lu Indie Style grup ''The Phenomenal Hand Clap Band''i dinlemeye başladık. Gruptan bi haberr olan ben kafamı taşlara vurdum. Çünkü bu ''hippie'' çocuklar inanılmaz çalıyolardı, keşke evde bi kaç şarkılarını dinlseyedim en azından canlı canlı dinlerken daha eğlenceli olur ve şöyle güzel bir havaya girerdim. Neyse özür dilemek adına bir sonraki blog yazımı onlar için yazıcam :)) Bu arada dünyalar tatlısı, muhteşem oyuncu Demet Evgar ve arkadaşları (saz arkadaşları gibi oldu) sadece ve sadece 2 adım gerimizden bizimle beraber grubu dinledi. Ohhh bir resim çekilmek için cesaret edip yanına gidemedik.

Grup son şarkısını söylerken büfeden yiyecek bişeyler alıp çimenler üstüne kurulduk :) Yine gözleri radar moduna sokup etrafı gözlemelemeye başladık. Kız, erkek hiç fark etmez herkesin üstünde aynı olan tek şey Wayfarer gözlükler. Siyah-Kırmızı-Mavi-Yeşil-Beyaz. Bir anda sanki Miller Freshtival değil de Wayfarertival'a geldik zannettim :) Bu arada tüm gün etrafı süzerken gördüğümüz tek şey Demet Evgar ve gözlükler değildi. Moda Bloggerları Nil Ertürk ve Eymen başta olmak üzere yüzünü bildiğim bir çok bloggerı gördüm. Bunun dışında kanımca ''freaky style'' şekilleriyle de Deniz Berdan ve kızı Beg'i de canlı canlı görebildik.

Güneş batıp, ışıklar etrafı aydınlattığı zaman ''hey barmen bir bira daha'' diyerek sahne önüne geldik. Twitter / Blogger arkadaşım Mrs. MomentKiller (aslında kendisi sınıf arkadaşım, ama emin olun nette beraber daha fazla vakit geçiriyoruz :))) ve arkadaşı da bizlere katılarak 4lü bir şekilde hayatımızın en acı deneyeimini yaşayarak The Raveonettes'i dinledik. Grup sahneye çıkmadan önce herkesin ağzında olan tek laf şuydu ''abi Raveonettes Gossip Girl'de çalmış, canlı dinlemek için sabırsızlanıyorum'' bu muydu yani dedim ?? Daha pop/rock ya da indie bişey beklerken gençler bildiğin rock çalıp kafamızı güzel bi şey yaptı. Hayır tüm suçu onlar üstüne atmak istemiyorum, sanırım ses sisteminde de bişeyler vardı ama neyse.


Vee derken amacımıza ulaştık. Sahneye çok yakın bir yerden; aramzıda sadece bi kaç metre farkla Mika'yı canlı canlı gördük. Ohh tanrım o ne şeker bişey, yanaklarını sıkasım geldi, abisi gülüşüne kurban oldu onun (Seda Sayan mode on). 4lü olarak acaba pantalonu, pembe mi, mor mu, yeşil mi diye tartışırken, bembeyez bi şekilde karşımıza çıktı. ''Grace Kelly''yi en son çalıcağını bilidiğmden de ''Relax! Take It Easy'' ile açılış yapacağına adım gibi emindim. Vee evvvet, bu sefer ben kazandım. Konser boyunca bizleri her saniye zıplatan Mika aynı zamanda bi kaç Türkçe cümle de söyledi. Üstelik bunlar ''merhaba Istanbul'', ''iyi geceler'' ve ''sizi seviyorum'' kadar kısa ve klişe şeyler değildi. Adam bildiğin uzun uzun, öznesi, yüklemi, dolaylı tümleci, nesnesi olan cümleler kurdu. Türkiye'ye gelmeden önce ''İstanbul'a Festival Getiriyorum'' diyen Mika son derece haklıymış. Hemen hemen her şarkısında ayrı bir show sergileyen, şişme bebekler, topuklu ayakkabılar falan derken, ''Grace Kelly'' ve ''Lolipop''u söylediği zaman ise sahnede tam anlamıyla bir gökkuşağı oluştu. Bu arada konserdeki favori anım Mika'nın ''Rain'' şarkısını söylmesiydi. (O şarkının yeri ben de ayrıdır da :))

Hayatımda izlediğim ilk yabancı konuklu konser, ilk festival olması bi yana Mika cidden unutulmuyacak anlar yaşattı. Ahh keşke önümüzde, arkamızda ayakta sevişen ve bizleri elleriyle kollarıyla, kafamızdan aşağııya döktükleri bira ve sigara külleriyle rahatsız etmeselerdi. Ha bu arada 16lık gencecik kızlarını getiren 40/ 50 yaşlarındaki veliler sizlerden de Raveonnetes için özür dilerim. PS. amman yanlış anlaşılmasın benim babam da yüksek sesle bol bol müzik dinler ama, o amcalar böyle şeylerden haz edecek kişilere benzemiyorlardı.

Son olarak ömrünüzde bir kez olsun muhakkak Mika konserine gitmenizi öneriyorumm. Ve 19-20 mayıs için kombine şekilde aldığımız One Love festivali sonrasındaki yazımı okuyana kadar esen kalın, sevgiyle kalın, müzikle kalın. lol. XoXo

PS: Resimler kaliteli olmasa da hepsi de el emeği göz nuru, benim eserimdir. İzinsiz alınamaz, kopyalanamaz, yapıştırılınamaz ! :)

3 Haziran 2010 Perşembe

MUSIC MAKES YOU LOSE CONTROL (EDITED)

Eurovision'du, finaldi derken hazırlamam gereken yazılar birkti. İşte onlardan biri de her ay sonu yayınladığım bol müzikal postum.


Ay boyunca song of the week köşesinde yer alan isimler.
Rihanna: Rude Boy (3 HAFTA)
Eurovision Songs (1 HAFTA)

Bunun dışında ay boyunca en fazla bu parçaları dinledim.
Blur: Fools Day
Snow Patroll feat. Martha Wainwright: Set The Fire To The Third Bar
Rihanna feat. Slash: Rockstar
Shakira: Waka Waka (This Time For Africa FiFa 2010 Anthem)
Patric Wolf: Hard Times
Train: Hey Soul Sister
Kylie Minogue: All The Lovers

Dinlediğim parçalar elbette bunlarla da sınırlı değil. Ay boyunca müzik piyasasında bir de David Guetta etkisi söz konusuydu. Kelly Rowland'ın yepyeni single'ı Commander, Jennifer Lopez'in bir türlü hazırlanamayan albümü LOVE? dan çıkıcak yepyeni bir parça- ki aynı zamanda kendisi bir Donna Summer coverı olan On The Radio. ve son olarak gönlümüzde taht turan Kelis ve Acapella. Yaz aylarında yine bol bol dans. Teşekkürler David Guetta.

Gelelim pamuk eller cebe kısmına ve işte haziran içerisinde müzik piyasasında yer alacak albümlere..

Christina Aguilera // Bionic
Iggy Pop // California Hitchhike [Live]
Jewel // Sweet And Wild
Uffie // Sex Dreams & Denim Jeans
Pitbull // Armando
Ozzy Osbourne // Scream
Chamillionaire // Venom
Chemical Brothers // Further

Miley Cyrus // Can't Be Tamed
Eminem // Recovery
Cyndi Lauper // Memphis Blues
3OH!3 // Streets Of Gold
Diddy // Last Train To Paris
Scissor Sisters // Night Work
Three 6 Mafia // Laws Of Power


ve geçtiğimiz günlerde yayınlanan iki video.Konser vermek üzere ülkemize gelen Son Mohikan // The Last Girl Rihanna, rockstar ve Temmuz içerisinde yayınlayacağı albümden çıkış parçası ise ''Slow'' tarzını devam ettire Kylie, All The Lovers. İyi seyirler.

Oooops yazıyı hazırladıktan sonra Rihanna'nın Te Amo videosunu da gördüm. İşte burada :)

Rihanna - Te Amo from Toasty on Vimeo.


Rihanna - Rockstar 101 from Manii Maan on Vimeo.



All The Lovers from Muzic Junkie on Vimeo.

2 Haziran 2010 Çarşamba

EUROVISION THE GRAND FINAL

Vee 55. Eurovision 'da final heyecanı da geride kaldı. Cumartesi gecesi Freshtival'de olmam nedeniyle ancak oylama sırasında son 10 ülkeye falan yetişebildim, dolayısyla yazım gecikti. Ancak bugün finallerden nefes almak adına oturdum ve tam 3 saat 16 dakika 37 saniye süren muhteşem showu izledim. Tam 25 ülke. Hemen hemen 20 muhteşem şarkı ve eğlenceli dakikalar vs. vs. (tabi yazıyı pazartesi yazmaya başladım ama ancak bugun yayınlayabiliyorum) o halde 55. EUROVISION SONG CONTEST GRAND FINAL yazısı başlasın.


Bu sene Bülent Özverensiz bir Eurovision izlediğim için mutluyum gururluyum. Kimi zaman gererksiz ve saçma sapan bazen de faşistliğe uzanan yorumları dinlemediğim için. Adam 30 senedir hala Kıbrıs- Yunanistan kardeşliğini kavrayamadı. Peki ya Almancı Türkler bizlere 12 puan verdiğinde ?? ya da Azerbaycan- Türkiye paylaşması. Bi git Bülent ya ???? Peki ya diğerine ne demeli. Evet evet anladınız ben kendimi bildim bileli Türkiye'yi saçma sapan bi background'un önünden temsil eden üstüne pijama giyip sunuculuk yapsa daha fazla ilgi toplayabilecek Meltem Yazgan. Nasıl olduysa bu sene bir de Fransızca sunum yaptı.

Bu seneki yarışma ise bi önceki senenin kazananı Alexander Rybak // Fairy Tale ile başladı. Yarışmada oy verme işlemi dışında yapılan bir diğer değişiklik ise ülke sunumları sırasında eskiden ''host country''den kareler/ görüntüler gösterilirken bu sene yarışmacı ülkeden mekanlar seçilmesiydi. Örneğin Türkiye çıkmadan önce Norveç Fiyortları görmek yerine Ortaköy manzarasıyla karşı karşıya kaldık. Turizm için Norveç'in kaybı. Yine genellikle oylama bitmek üzereyken ve sonuçlar açıklanmadan hemen önce ülkeyi temsilen gelenkesel gösteriler yapılırken Norveç grubu sadece ülkelerini temsilen MadCon'u sahneye çıkarttı ve şarkı esnasında tüm Avrupa'dan dans görüntüleri ekrana geldi. Norveç ''ben'' demek yerine ''biz''i tercih etti. Yine ülkelerden/ evlerden verilen görüntüler ise başka bir güzellik.

Yarı finallerde sunuculardan pek haz etmesem de finaldeki performanlarını oldulça beğendim. Özellikle o orta yaşlı sunucunun samimi tavırları, Türkiye, İspanya, İsrail başta olmak üzere yerel dillerle sadece birer kelime değil de kısa cümleler kurması çok hoştu. Bilmiyorum Türkiye'de gösterildi mi ama; geçen hafta da Welcome partisi verilmiş ve o kadın yine orda Manga'ya Türkçe bi soru soruyo '' Herhangi bir şeye alerjiniz var mı ?? Bence çok şeker. Siyahi sunucu ise Bülent Özveren'İn de sunculuk yaptığı odalara gitti ve İngiltere sunucusu ile konuştu. Ayrıca tam oylama süreci biterken erkek sunucunun yapmış olduğu şaklabanlıklar da yine beni güldürdü. Kısacası eğlenceli bi showdu.

Gelelim katılımcılara. Daha önce zaten 34 ülke hakkında kısa kısa konuştuğum için bu sefer sadece geriye kalan 5 ülke hakkında konuşmak isterim.

Ev sahibi Norveç yine şirin görünümlü bi şarkıcı kullanmak istemiş. Papaz her zaman pilav yemez demek isterim. Ayrıca şarkı güzel olsa bile sanırım feci detone oldu, yani bariz kulağım tırmalandı. Zaten 35 puan toplayarak ancak 20. sıraya oturabildi. Geçtiğimiz seneki Jade Ewen dışında bir de 2005 yılındaki Javin / Touch My Fire dışında son 10 senedir güzel bir şarkı göndermeyen İngiltere ise resmen Eurovision'la dalga geçiyor. 10 puan alan UK yarışmayı 25. sırada yani sonuncu olarak tamamladı. Gelelim Fransa'ya. Ok dans parçası, yaz ayları, oynamak istiyoruz, Eurovision ruhu diyoruz ama, ben şarkıyı hiç beğenmedim. Sanki çakma David Guetta havası sezer oldum. 82 puan toplayan ülke 12. sırada tamamladı yarışmayı. 4 büyüklerden olan İspanya'nın başına ise sürekli bişeyler geliyor. 90 yılında Azucar Moreno zamanında şarkının yanlış zamanda başlamasından sonra bu sefer de adam şarkısını söylerken izleyicilerden teki sahneye girip grubu sabote etmeye çalıştı. Soğukkanlılıkla şarkıalrını devam ettşren İspanya'ya ise ikinci bir hak tanınıp 25. ülek sonunda tekrar sahneye çıkartma şansını tanıdılar. Final öncesi şarkılarını dinlerken bayıldığım şarkıyı ise show içerisinde beğenmedim. Geçen gün Hollanda ekibine ettiğim lafları aynen İspanya'ya paslıyorum. 68 puan alan grup 15. oldu. Bu arada bu not damdan düşer gibi olucak ama bir çok ülke teşekkür bile etmedi şarkıalrını bitirdikten sonra.
Vee 4 büyüklerin sonuncusu değişen oylama sonucunda (Batı) Avrupalı ! bir ülkenin tekrardan yarışmayı kazanması, özellikle 4 büyüklerden birinin bunu başarması. Ekstra şımarık, şaşkın (bknz. do I have to sing it now ??? final konuşması ve de Alexander Rybak'dan devamlı olarak öpücük istemesi) Lena'nın şarkısı bana BritPop'u hatırlattı. Ve gecede kesinlikle birinci olmayı hak ediyordu. 246 puanla 2011 showunu Almaya'ya taşıdı.

Ve ilk 10:

108 puan alarak 10 numaraya oturan Ukrayna asi bir kız tarafından temsil edildi. Tek birinciliğini 2004 yılında Ruslana ile elde eden ülke -kısmen şarkının güzel olmasına rağmen- umarım birinci gelmeyi beklemiyordu. birçokları gibi benim de favorim olan Gürcistan ise o güzel balladlarıyl ayarışmayı 9. sırada tamamladı.140 puanla sekiznci sıraya oturan Yunanistan ise son yıllarda formdan düştü. Güzel şarkı, ama zayıf bir show ve itici bir grupla ancak bu kadar. Yunanistan aynı zamanda 133 puan toplayarak yarı finalden finale 2. olarak yükselmiş. Almanya ile eşdeğer favorim Ermenistan ise 7. olabildi. Ancak tıpkı Yunanistan gibi pek dert etmesin zira zirveyi ele geçiremese de kanımca önümzdeki senelerde de ilk 10u garantiledi. Zirve mi ''runner-up'' mı derken sonunda 6. sıraya gerileyen Belçika ise gecenin bir diğer favorisydi. Aynı zamanda yanlız adam 167 puanla 1. olarak yarıfinalden finale yükselmiş. Country tarzı şarkısıyla içimizi bir hayli ısıttı.

Geceyi 5. sırada tamamlayan ülke ise Türkiye'den 12 tam puan alan komşu Azerbaycan oldu. Birçokları 80ler diye dalga geçse de onlar sadece yarıfinali geçmekle kalmayıp aynı zamanda yarışmayı 149 puan toplayarak 4. sırada tamamladılar. Tebrikler Danimarka. Bahisçilerin favorisi benim pek de favorim olmayan ama güzel şarkıya sahip olduklarını inkar edemiyeceğim Romanya ise 162 puan toplayarak 3. oldu. Grup finale ikinci yarıfinalden 104 puan toplayarak 4. olarak çıkmış.Türkiye'den ise sadece 2 puan toplayabilmişler.Ne yalan söyliyeyim pek de beğenmediğim Manga'nın 170 puan toplayarak 2. olmasına oldukça şaşırdım. ''Bülent Özveren'e seneye türkiye'ye geliyoruz'' demişler. Duyduğumda bunun Özveren'in uydurması olduğunu düşünmüştüm; ancak dedikleri kadar varmış. Robotun kıza dönüşmesi dışında başka da bir atraksiyona sahip olmayan (ben de daha ne bekliyosam :P) Türkiye 118 puan toplayarak ikinci yarı finalden finale 1. olarak çıkmış.

2010 Eurovision yarışmasının kazananı Almanya ise toplam 9 ülkeden (ki bu sayı aslında az) 12 puan elde ederek 246 puanla 2011 yarışmasının ülkelerinde olmasına neden oldu. Lena aynı zamanda Türkiye'den de 10 puan aldı. Kendisi aynı zamanda Satelite ile iTunes listesinin de zirvesine yükselmiş.

Vee 2010 EUROVISION SONG CONTEST biter. 2011den Almanya'dan yeni yazılarla geri dönmek üzere. XoXo