30 Temmuz 2010 Cuma

TOP SONGS OF JULY

Her devirlan ay gibi yeniden ayın en iyi şarkılarına bakma vakti geldi. Temmuz ayı boyunca seçmiş olduğum song of the weekler bir kenara, dinlediğim diğer şarkılar, gelecek ay yayınlanacak yeni albümler ve de ağustos ayı içerisinde yazmayı planladığım diğer müzik postları.

Ancak yazımızın asıl konusuna geçmeden önce blogumdaki iki yenilikten de bahsetmek isterim. Blogun sağ tarafında yer alan Songs Of The Week ve Look de Jour resimlerinin üstlerine bastığınızda geçmiş günlerin ''look''ları hatta ve hatta yorumları ve de geçmiş haftaların şarkılarına göz atma imkanınız da var. Hani büyükşehir çalışıyor.

Bu hafta Vitrindeyiz'in önerisi olarak - ki kendisi Ağustos ayı içerisinde de yapmış olacağım röportajla bu sayfada yerini alacak- song of the week kısmında aynı zamanda UK TOP 40 listesinde de zirvede bulunan Yolanda Cool & DCUP parçası ''We No Speak Americano''yu seçtim. Önceki iki hafta boyunca ise bi kaç gün içinde YouTube'da 3 milyonu aşkın izlenen, yepyeni albümü LifeStyle'ı sunmayı planlayan Nelly Furtado'nun La Mala Rodriguez ve Julieta Venegas eşliğinde kaydettiği ''Baja Otra Luz'' zirvede yer alıyordu. Yazın en hit albümü ''Aphrodite''den çıkan ''All The Lovers'' Kylie Minogue bir diğer seçilmiş şarkı olurken Snoop Dogg eşlikli Katy Perry parçası ''California Gurls'' de yine listede yer alan bir diğer single oldu.

Bunlar dışında bu ay sıkça
Vampire Weekend // Contra albümünü dinledim (Ki artık Ağustos'da hakkında yazı yazılıcak.)
Kylie Minogue // Aphrodite (ama özellikle All The Lovers, Cupid Boy, Closer ve Get Outta My Way).
Yıl sonuna doğru yayınlamaya başlayacağım TOP 100 Albums of the Decade post'ları için ay boyunca sıkça eski albümleri dinlemye başladım ve Madonna // Confessions On A Dancefloor en fazla dinlediklerimden biri oldu. Ve elbette albümün bomba şarkılar Hang Up & Isaac.

İlkbahar aylarında yayınlanan ama benim Fashion & Grief sayesinde haberim olduğu Gogol Bordello // Trans Continental Hustle ise yine bu ay dinlediklerim arasındaydı.

Ve elbette Sertab Erener // Rengarenk.

Gelelim Ağustos ayında yayınlanacak hit albümlere.
Katie Melua // House
Ciara // Basic Instinct
Katy Perry // Teenage Dream
Usher // Verses

Katy Perry demişken. Geçtiğimiz gün Tumblr hesabımda zaten yayınlamıştım, ama bir kez de burada yayınlamaktan zarar gelmez. İşte Teenage Dream Promo Photos ve albüm kapağı.

MTV VMA 'lerin ise 12 Eylül'de tıpkı Movie Awards'da olduğu gibi Los Angels'dan yayınlanacağı belirtildi, ancak henüz adaylıklar açıklanmadı.

Armin Van Buuren ise Twitter hesabından Mirage albümü için Sophie Elis Bextor ile beraber kaydettikleri '' Not Giving Up On Love'' şarkının linkini paylaştı.

Son olarak sizlerle Maroon 5 ve Eylül içerisinde yayınlayacağı albümden çıkan ilk single Misery'nin videosunu paylaşmak isterim. İyi seyirler. Sexy ve JohnTravolta style. mode.on.

Ayrıca yazarınız bir hafta boyunca yıllık iznini kullanacağından dolayı buralarda olamayacak. iyi tatiller !! :)


Maroon 5 - Misery from tonyfan on Vimeo.

28 Temmuz 2010 Çarşamba

EMINEM // RECOVERY

Yine yeniden Eminem ! 5 yıl aradan sonra çıkartmış olduğu ''Relapse''den sonra bizleri fazla bekletmeden sadece bir sene sonra yeni albümü ''Recovery''i da yayınladı. Albüm çıktığı gibi Amerikan Listelerinde zirveyi ele geçirmemiş gibi bir de İngiliz listelerinde de zirvede. Prodüktör koltuğunda ise her zaman olduğu gibi Dr. Dre başrolde.

Üstelik Eminem sadece albümle değil, albümden çıkan ilk iki single ''Afraid'' ve ''Love The Way You Lie'' ft. Rihanna ile de zirveyi ele geçirmeyi başardı. Kısacası mıuhteşem bir geri dönüş ve mıuhteşem bir başlangıç.

Rap müzik veya Eminem fanı değilim, ancak albüm gayet iyi geldi. Son günlerde bolca dinlediğim Elkronik / Dans / Indie müzik arasından kolaylıkla sıyrılıp iPod'umda en fazla dinlediğim albümler arasına girdi.

Eminem, bu albümde güzel ortaklıklara da el atmış, genellikle sadece Urban/ Rap dünyasından kişilerle iş birliği yapmış olsa da bu sefer Pop dünyasından bir isim de ona eşlik ediyor. Çılgın kız P!nk. ''Afraid'' - I am not afraid to take a stand // Everybody come take my hand // We'll walk this way together through the storm // Whatever weather cold or warm // Just let you know that you're not alone -romantik bir Eminem var sanırım bu albümde-. ''Love The Way You Lie'' ve albümün açılış parçası ''Cold Wind Blows''dışında en güzel şarkılardan birine imza atmışlar: ''Won't Back Down''.

Öne çıkan diğer şarkılar ise ''W.T.P.'', ''Seduction'', Lil Wyne ile beraber kaydedilmiş ve içinde Haddaway // ''What Is Love'' sample'larının kullanıldığı ''No Love''. Bir de muhteşem bir rap balladı var ki ... 25 to Lie ...

Tek tek şarkı sözlerini incelemedim ama zaten çekmiş olduğu videolardan da belli, Eminem bu sefer ona buna sataşmayı bırakıp kendi işine bakmayı denemiş sanırım. Çok da iyi olmuş.

Rolling Stone'un 5 üzerinden 4, USA Today'ın 5 /4.5 yıldız verdiği albüm, The New York Times tarafından ''favorable'' olarak etiketlenmiş ve Pitchfork Media tarafından 10 / 2.8 olarak değerlendirilen albüm Amerika'da ilk haftasında 741, 000 satarak son zamanlarda durgun olan müzik piyasasını da canlandırdı. Şimdi siz düşünün ... evet evet albüm kesinlikle ''favorable'' / dinlenilesi ve de tatmin edici.

Thank you for coming out
Hope you enjoyed the show
Till next time

haha

PEACE !
şeklinde de son şarkısı ''Untitled'' ile albümü kapatıyor.

27 Temmuz 2010 Salı

KAPANAN BİR DEVİR DAHA

Yıllar yılı tek müzik kanalımız NR1 TV, tek müzik dergimiz Blue Jean'ken Amerikalı bir numaralı müzik / eğlence kaynaklarının Türkiye'ye gelmesi bizlerin hazine bulmuş gibi sevinmesine sebebiyet vermişi. Rolling Stone'un Türkiye'ye gelmesi, Virgin Radio'nun yayın hayatına başlaması, MTV TR'ye sahip olmamız ve dünyanın bir numaralı müzik listelerinin yer aldığı Billboard Dergisinin ülkemize gelmesi. Evet evet artık kaykaylı, conversli, ray-banli, ipod'lu Amerikan Justin Bieber klonlarından hiç de farkımız kalmayacaktı.

Ancak bir şey unutuluyor burası Türkiye ! Gençliğin yüzde kaçı acaba Kral TV gibi krallar gibi müzik kanalları varken cool, batılı kaynaklardan bilgi alış-verişi yapsın müzik dinlesin. Bırakın kitap satışlarının insanı tatmin etmesini doğru düzgün gazete bile satılmayan bir ülkede ne kadar insan dergi alır ki ? Başta kapanan dergi Rolling Stone oldu. İlk sayıya özel 3 kapak vardı. Mor ve Ötesi, Madonna ve biri daha ... Çok iyi hatırlıyorum çıktığı gün, sabahın köründe gidip almıştım kapağında kraliçenin durduğu dergiyi. Hatta sanırım o bembeyaz tenine kırmızı bir elbise giyinmişti. Peki sonra n'oldu ? Yayın hayatına son verildi.

Bir diğer heyecan sonbahar aylarında çıkan Billbaord. Beni Rolling Stone'dan daha fazla heyecanlandırmıştı çünkü onun içeriği daha farklıydı ! İçinde Billboard Listelerinin yer aldığı ve de en önemlisi kaliteli röportajların yer aldığı bir dergiydi. Daha da önemlisi sonunda her ay çıktığında büyük heyecanla gidip okuyacağım bir yazarı vardı içinde. Bülent Üstün ! Ya da Meltem Fıratlı'nın editör köşesini. Ah pardon en önemli nokta kaçtı. Türkiye Listeleri ! Evet sayelerinde bizlerinde Nielsen Soundscan tabanlı Türkiye Billbaord Listelerimiz oldu. -İçinde albüm listesi olmasa da, derginin internet sitesi aracılığıyla Türk Radyolarında en fazla çalınan yerli ve yabancı hatta yerli rock şarkılarının liste başarılarını da görebiliyorduk.

İlk başlarda ÖSS Hazırlık Test kitapları gibi kalın çıkan dergi, zamanla, gazetelerin haftasonları verdiği Bauhaus, Praktiker, Koçtaş tanıtım dergileri gibi incecik olmaya başlamıştı. Ve evet, geçtiğimiz Nisan ayından beridir dergiyi hiç almadım. Çünkü daha fazla mainstream, pop müzik türlerinde yayın yapan dergi adeta Billboard Rock dergisine dönüşmüştü. Hele ki geçen ay arkadaşımdan ödünç alarak göz attığım dergide pop'a yönelik bir şey yoktu.

Billbaord benim için önemliydi. Çünkü bugüne kadar Türkiye'ye geliceği için heycanlandığım dört büyük yayın organından biriydi. Hatta ve hatta bir gün o dergide yer almak, ufacık da olsa yazı yazmak ve de uçarı bir hayal da olsa o derginin editörlüğünü yapmak en büyük hayalimdi.

Şu anda yazlıkta olduğum için dergiler yanımda yok, olsa en sevdiğim yazıları sizlere teker teker söylerdim burada, çünkü hepsi de kütüphanemde desteyle duruyor. Ancak tek şu aklımda - geçtiğimiz sonbahar, sanırım Eylül sayısında Üniversiteye Yeni Başlayanlar temalı yazılarına da hayran kalmıştım.

Hayır, hayır kürkçünün dönüp dolaşacağı yer deyip Blue Jean almıyacağım, elimden geldiğince Bilboard US alacağım. Ama keşke uzun süre kapalı kalan, sonra da dandik ve basit versiyonuyla ya da şöyle diyeyim Billboard Lite verisyonuyla yayın hayatına dönen internet siteleri devam etse, ama daha kaliteli bir verisyonla.

Yine de sanırım son kez gidip bir Billboard dergisi alacağım.

PS: Derginin gittikçe inceldiğinden bahsettim ya hani, Vogue da gittikçe inceliyor, umarım en sonunda o da kaybolmaz. Bu arada 6. ayının ve de Victoria Beckham'ın şerefine aslında dergi hakkında da yazmak isterdim, ama dedim ya yazlıktayım ve elimde sadece son 3 sayısı mevcut, diğerleri kütüphanemde, o halde sanırım Mart 2011 sayısında 1. yaşını kutlama şerefine görüşlerimi yazarım.

26 Temmuz 2010 Pazartesi

PRETTY LITTLE LIARS

Sara Shepards'ın yayınlamış olduğu kitap serisi -Pretty Little Liars- daha çok yeni olarak (Haziran 8de) ABC Family tarafından TV Dizisi haline getirildi ve beklenilen ilgiyi elde ettikten sonra yeni bölümlerin çekilmesi için sipariş verildi. Bu hafta içerisinde 8. bölümünün yayınlanacağı dizi, geçmişten günümüze bir çok dizinin karması halinde aslında.

Amerikan Banliyösü, Rosewood'da geçen hikaye'nin bir anlamda Desperate Housewives'dan pek de farkı yok. 5 yakın arkadaş. Alison (Sasha Pieterse), Spencer (Troian Avery Bellisario), Henna (Ashley Benson), Emily (Shay Mitchell), Aria (Lucy Hale). Elebetteki bu bir ''teenage drama'' olduğu için karakterler Susan, Gaby, Bree, Lynette ve Mary Alice gibi eşit derecede değillerdir. Gruplarının bir de başkanı vardır, o da Ali'dir. Ancak Ali ölmüştür, peşinde bir çok sır da bırakarak. İşte tıpkı mahalledeki arkadaşlarını bıraktığı gibi sırları da bırakan Mary Alice gibi. Sırlar, diziyi basit bir drama dizisinden çıkartıp işe biraz da gerilim (mystery-thriller) katıyor.

Birbirlerinin peşlerinden çevirdikleri işler ve bitmeyen entrikalar ise olayı biraz da Gossip Girls'e çeviriyor. Aşırı derece de olmasa da kızların olduğu yerden moda da eksik olmaz, işte burda da zaten pek de masum olmayan kızların hayatına bir tutam da Sex and The City. 30lu yaşlardaki Carrie, Miranda, Samantha ve Charlotte'nin, ergen banliyö versiyonları.

Peki ya ''college''da geçen bir dizide öğretmen-öğrenci aşkı hiç mi olmaz? Elbette o da var. Yakışıklı Amerikan Edebiyat hocası Ezra (Ian Harding). Yeri gelmişken gençler Amerikan Edebiyatı'nın yapı taşı sayılabilecek iki de önemli kitabı okuyor. ''To Kill a Mockingbird'' ve ''Catcher in the Rye''.

Son olarak dizideki müziklere gelicek olursak. Jenerik de akan şarkı ise hepimizin bildiği ve hayran olduğum ''Secret'' şarkısı, The Pierces. Dizi boyunca yine bilindik Pop ve Indie grupları da arzı endam etmeye devam ediyorlar ayrıca.

Dizi hakkında yapılmış bir diğer yorum ise şurada.

24 Temmuz 2010 Cumartesi

MODERN İSTANBUL'DA HÜSEYİN ÇAĞLAYAN


Görseller İstanbulModern tarafından sergilenen Hussein Chalayan1994-2010 (Hüseyin Çağlayan) sergisinden. Aynı şekilde yine basına verilen bu resimler onun geçmiş senelerde hazırlamış olduğu koleksiyonlardan. Ancak bunlar bile onun sadece bir modacı olmadığına kanıt. Zaten kendisi de tasarımcıyım ve ''sanırım'' sanatçıyım diyor. Küratörlüğünü Donna Loveday'in yapmnış olduğu sergi boyunca aynı zamanda çeşitli kısa filmler de izleyebilirsiniz. Kısa filmlerinde ise muhteşem kadınlar Bennu Gerede ve Tilda Swinton ile karşılaşabilirsiniz.

Hayatı sorgulayan ve bizleri 21. YYda düşündüren konuları (ki oldukça geniş bir yelpaze) en iyi nasıl aktarabilirim, ya da yansıtabilirim derken sanatı seçen Çağlayan tam anlamıyla enfes bir seçki hazırlamış.

Sergi içierisinde beni en fazla derinden etkileyenler ise ''Readings''; Bennu Gerede'nin yer aldığı filmler -ki bunlardan biri androjen bir figürü canlandırdığı ''Place to Passage''-, film ayrıca Londra'da başlayan ve İstanbul'da son bulan bir yolculuğu konu alıyor. Bunun dışında ilgi çekici bir diğer şey ise S/S '07 koleksiyonu. Koleksiyonda Lady GaGa'nın da kullandığı balonlu elbise ve de sanırım manyetik bazı şeyler sayesinde podyumda şekil değiştiren kıyafetler bulunuyor. Bu bölümde etrafımda bulunan tursitler falan bile sürekli ''whoa'' gibi tepkilerde bulunup alkışladılar. Evet cidden yaptılar bunu.

Modayı, teknolojiyi, bilimi, geçmişi ve futuristik tarzı ... bunları ve bir çoğunu bir arada daha başka nerede görebilirsiniz ki ? Bi an evvel gidin ben derim size :) Sonuç mu ? Cidden tatmin edici. Bir kez daha gitmek ve görmek için planlarımı yapmaya başladım bile.


20 Temmuz 2010 Salı

BACK-UP PLAN


The Wedding Planner, Maid-in-Manhattan ve Monster-in-Law sonrasında dördüncü kez bir filmde seyrettiğim Jennifer Lopez'e yeni filmi Back-Up Plan'de Ralph Fiennes, Michael Vartan, Matthew McConaughey'den sonra şimdi de Alex O'Loughlin eşlik ediyor.

New York City, şehir dışında bir haftasonu, çişini yapan, geyiren, yemek dolu tencerenin içinden hayvanımsı şekilde yemek yiyen ve horlayan bu da yetmezmiş gibi bir de hamile kalan Zoe (Jennifer Lopez). Diğer tarafta ise hem romantik, hem komik hem de düşünceli, saygılı Stan (Alex O'Loughlin). Peki ya yalnız kadınlar kulubü ve yaptıkları şaman dansı ?

iMDB'nin 4.3 vermiş olduğu film bence çok da fena sayılmaz. Her zaman dediğim gibi romantik-komedilerden pek de fazla bişey beklenmediği ve filmin sonu daha başından belli olduğu için ayrıntılara takılmadan koltuğa uzanıp yapmanız gereken tek şey kahkaha atmak. Belki ''film boyunca gülmekten altınıza yapacaksınız'' diyemem ama yer yer katıla katıla gülmekten de kendinizi alamayacaksınız. Çünkü manyak komik sahneler mevcut :P

Herşeyi geçtim Türkiye'nin bir numaralı sinema eleştirmeni Ömür Gedik ? :P ve yazısını okuduğumda sen de mi Brütüs dediğim Rahşan Gülşan'a inat bence gitmelisiniz filme. Çünkü her ikisi de Kıbrıs olayları nedeniyle vizyona giren filmi protesto etme derdinde. Düşüncelerinin ne kadar sığ ve saçma olmasını bir kenara bırakın ve en azından şunu düşünün filmin çaycısından, ulaşım görevlisine, başrol oyuncusundan, senaristine kadar hepsi Jennifer Lopez değil mi ??

Sıcak yaz gününde mis gibi frozen tadında bir film derim :)

xoxo

18 Temmuz 2010 Pazar

KÜÇÜK SIRLAR ... BÜYÜK SİNİRLER

Karşınızda dedikoducu erkek; Bebek elitlerinin skandallarla dolu yaşamlarıyla ilgili tek önemli kaynağınız.
Ben kim miyim ? Bu asla söylemeyeceğim bir sır. Beni sevdiğinizi biliyorsunuz. Çok öptüm sizleri. Muck Muck. Dedikoducu Erkek.

Merakla beklediğimiz Küçük Sırlar sonunda çarşamba gecesi yayınlandı. Kış aylarında zaten böyle bir dizinin çok yakın zamanda TV dünyasında boy göstermeye başlayacağı konuşuluyordu. Aslında söylemek istediğim onlarca şey var hakkında, gerçi twitter ve facebook'da da arkadaşlarla bol bol dedikodusunu yaptık, ama buraya yazmadan geçemezdim, uyarayım biraz uzun ve de dağınık bir yazı olabilir.


İlk olarak şunla başlasam belki güzel bir giriş olabilir :) Dedikodular duyulmaya ilk başlandığında hedef Gossip Girl'ü tamamıyle Türkçeleştirmek (senaryo anlamında) ve özentiliğin dibine vurmak olacaktı. Ancak dizinin halen Amerika'da devam etmesi sebebiyle prodüktörler Gossip Girl'ün ''Dedikoducu Kız'' olarak Türkçe'ye çevrilmesine izin vermemişler. Ahh ama burası Türkiye, siz bilmezsiniz ''Sex & The City'' yi ''Omuz Omuza'' ; ''Dawson's Greek''i ''Kavak Yelleri'' .... olarak çevirdiğimizi.

Aklımda tasarladığım set ve oyuncuları zaten daha önce yazmıştım. Fragmanlarda oyuncuların arkasaında dönen bölgenin Akaretler olduğunu ve onların da tam merkezde, Marc Jacobs, Lanvin, Marni gibi mağazalarla tam W'nin kesiştiği noktada yer aldığını gördük. Dizinin zaten vermek istediği mesaj belli, fonda çalan Atiye feat. Teoman // Kal ise tabir-i caizse cuk oturmuştu. Aklımda beliren tek olumlu izlenimler zaten bunlardı. Selena'dan Serena yaratan bir diziden başka ne bekleyebilirdim ki ?? (Elbetteki şaka :P Olay Sinem Kobal'dan Serena yaratmakta aslında). İnanımaz kötü kurgulanmış bir diziyle karşı karşıya kalıp sadece tüm bu iğrençliklere gülüp eğleniceğimi bildiğimden yine de çarşamba saat 21de yaz günüyle (ki ben yazları TV seyretmem) TVnin karşısına kuruldum. (üstelik saat 01.30 kadar, zira sonrasında milyonuncu kez seyrettiğim ''Devil Wears Prada'' vardı.)
Ha bu arada mekanlar deyince; fonda yine lüks alanlar bolca kullanılmış. Bknz. Su; nam-ı diğer Sinem Kobal veyahutta Selena'nın evi. Boğazın kıyısında, bahçesinde oturduğunda ayağını uzattın mı suya dokunabileceğin bir yer. Teşvikiye caddelerinde sürünmeler falan filan.

Gelelim dizinin bizleri (en azından beni; beni beni :P - ki biliyorum bir çokları da benimle aynı fikirde -sağolsun Twitter/ Facebook-) bezdiren sahnelerine / noktalarına. ''msn ve internet'' çağı olarak dilin ne kadar değiştiğini söylememe gerek yok. Hayır yanlış anlamayın; aslında bununla pek de ilgili değilim, sadece ''ation'' arka eki ile biten fiilerin / isimlerin türkçeye ''asyon'' olarak çevrilmesi, evet evet buna dayanamıyorum. Dayanamadığım bir başka konu ise İngilizce kelimelerin direk Türkçe'de kullanılması. Hayır, bunu ben de yapıyorum zaten, ama terim tarzı sözcükleri bknz. single, featuring vb... (hiç kusura bakmayın, ''tekli'' kadar aptal bir kelime yok) ancak gelin görün ki, hiçbir arkadaşıma gündelik hayatta ''kızaaaam sen çok freaksin'' demiyorum, burda asıl önemli olan şey ''cool'' olmak mı ? bence ''kızım çok çılgınsın'' demek de oldukça ''cool''. (bknz. ben de cool kullanıyorum). Transcript ve boyfriend kelimelerini de görmezden gelemem sanırım.

Dizinin sponsorları arasında kim vardı bilemiyorum. Zira 1.Bölüm'ün Sonu yazıldığı anda kendimi koltuktan sıkıntıdan roket gibi fırlattım ancak bu iPhone kullanımı ne olucak ?? Herkesin elinde iPhone ve bunu bizlerin gözüne sokarcasına ?? Peki varoş olarak adlandırılan Meriç'in bile iPhone kullanımı - kaldı ki Meriç ve ailesinin hiç de varoş bir görüntüsü yoktu; ha tabi Bebek sosyetesinin öyle düşünmesi gayet olağan. Laf Meriç'ten açılmışken, bu kızın ilerki günlerini merak ediyorum, zira küçük Jenny'nin tee en baştan nasıl bir ''bitch'' olacağı ortadaydı, ancak
Meriç daha bebek ya :) Ve de kız Facebook'a ''Face'' dediği anda benim için dizi zaten bitmişti.
Çakma Gossip Girl'ün en büyük eksikliği ise bir blog sayfasının olmayışı. Spotted: ??? Olamayacak, onun yerine Twitter çıktı. Bir de biri şu gençlere Tweet demeyi öğretsin, ''tüyit'' diyip diyip duruyolar. Ki çok sinir bozucu bir hal oldu bu, acaba Twitter olmasaydı ne bok yiyeceklerdi merak ediyorum ??

Kanımca dizi de bir de fazlalık var; Blair ! Şimdi Blair aslında Ayşegül; ama Ayşegül isminden Blair yaratılmaz :P Arzu mesela buna en iyi örnek. Ama Penelope ve diğer kız faktörünü göz önünde bulunduracak olursak Ayşegül aslında Blair; o halde Arzu fazlalık, eh X Y'ye eşitse; Y de T'ye eşitse o halde X=T mi oluyo yani ?? Eğer ilerki bölümlerde dizide bir adet Vanessa karakteri bulunmazsa sanırım Arzu bu açığı kapatabilir. (Tabi daha fazla dayanıp bu diziyi seyredebilir miyim bilmiyorum).



Ve babaanne faktörü. Serena'nın anneannesi vardı burada tam tersi, valla ne yalan söyliyeyim diziye en iyi adapte edilmiş karakter buydu. Ha, bence Dan=Demir de güzel uyarlanmış. Ama ilk bölümlerde oldukça fazla benimsediğim Dan'e karşılık Demir'de bi sempatiklik bulamadım.

Son olarak Çetin=Çet=Chuck faktörüne değinmek istiyorum, aslında pek fazla incelemeden şunu söyleyebilirim. Tamam Su=Selena olabilir ama Çetin'den Chuck yaratmak mı ?? Nerede o muhteşem takımlar, kostümler, papyonlar, kıravatlar, ayakkabılar ? Chuck da içten içe bir züppe // snob tavır olsa da Çetin olayı bambaşka. Adam sadece sinir bozucu.

Hah şunu belirtmeden geçemiyeceğim, hadi bırakın benim gittiğim özel okulu, benimkinden çok daha yüksek statude okula giden arkadaşlarımın (bknz. Robert, Amerikan, Fransız Kolejleri / Liseleri) hiçbirini okula Ferrari'yle gittiğini görmedim. Keşke her boku değiştiren senaristler okul yerine üniversitede kurgulasalarmış şu diziyi.

Tamam tamam 30 kere bu son dedim ama :) Eric nerede ?? Yani Eric var da onun karakteri uçmuş gitmiş, eh bunun olacağı en baştan belliydi :P Ayıca ilerki günlerde onla uğraşmamak için sanırım olayı kökten çözüp İngiltere'ye yollamayı daha uygun buldular. Lily de yok onun yerine erkek gelmiş, Rufus da yok, pehh ! Neyse onları da çok severdim zaten, olmayışları sevindirdi beni ?? Ama ya Dorotha :P Göğsüne kadar çekmiş olduğu siyah eteğiyle Su'ların evindeki hizmetçiden Dorotha olru mu ?

Mantık hatalarına girmiyorum bile, onları yazmaya kalksam bi yazı daha çıkar. Belki başka zamana :P Neyse daha fazla isterseniz sözlükten okuyun :p millet acaip şeyler yazmış :P

Bu arada girişteki yazımdaki -çok öptüm- ikilisi sizden de nefret ediyorum ! Çok öptüm ne ya ??

You know, you love me
XoXo
Gossip Boy

15 Temmuz 2010 Perşembe

KELIS // FLESHTONE

İşte dans etmek isteyenler için yeni bir öneri. Ritmin gücünü bu sefer sadece Urban music'de değil aynı zamanda dans'da da arayan Kelis tıpkı David Guetta'nın yaptığı gibi, şehirli sound ve dans müziğini birleştirerek ortaya bizleri eğlendirebilecek bir albüm yaptı. 4 yıl aradan sonra 5. albümü FleshTone ile müziğe geri dönen Kelis'in albümünün prodüktörleri arasında ise kendisinin yanısıra DJ Benny Benassi, Jean Baptiste ve Will.I.Am'in yanı sıra az önce söz ettiğim David Guetta'da yer alıyor. Yani albüm sound'unu nerden aldı belli oluyo.

''22.nd Century'' ile açılışını yapan albüm bir anda sizleri hiç beklenmeyen bir Kelis'le karşılaştırıyo ve herkesin dans ettiği yepyeni bir yüzyıla taşıyıp kendi elektronik müziğini bizlere gösteriyor. Hemen ardından ise ikinci single olarak yayınlanan ''Fireworks / 4th of July'' karşımıza çıkan tempoyu düşürmeden sizleri hala dansa teşvik ediyor. Ve hemen ardından gelen ''Home'' evet ya bu cidden elektronik/ dans albümü olmuş ve Kelis bu işten anlının akıyla çıkmış diyosunuz. Albümün iki en bomba şarkısı videosuyla bana 2008 model Kanye West'i hatırlatan ''yahu şarkıyla ne alakası var'' dedirten ''Acapella'' ve ''Scream''. Cidden çalın baaklım partylerde Scream'i bakın bakalım, ortalık yıkılıyo mu, yıkılmıyo mu ??. ''Emancipation''u dinlerken sadece bir dakka sonra görüceksiniz siz de bir anda şarkıya nasıl eşlik etmeye başladığınızı. Son iki şarkı ''Brave'' ve ''Song For The Baby'' ... Sizi en son bıraktığımda 22nd Century ile pistlerde coşmaktaydınız, 9. şarkı geldi hala ordasınız zıplıyosunuz. Bu nasıl bir enerjidir. Kelis albümü nasıl açtıysa öyle kapıyo, bir dakika sıkmadan, tamam kabul ediyorum, son şarkıda biraz sanki aksaklık var ama olsun.

5 yıldızı hak eder mi. Hem de pek iyilisinden. Yeni bir tarz, 0km şarkılar ve hem de hepsi de çok başarılı. I Am...Sasha Fierce'den bu yana dinlediğim en bomba albüm diyebilirim. (Ben bu albüme 5 yıldız veririm manasında :P)

13 Temmuz 2010 Salı

SERTAB ERENER // RENKSİZ RENGARENK

Türk Pop'unun yıllardır en başarılı isimlerinden biri olan Sertab Erener yaklaşık 20 yıldır kaliteli müzik icra ederken yapmış olduğu son albüm ''Rengarenk'' ile sanki onca yılın kalitesini düşürmüş.- ki Açık Adres'ten bu yana benim gözümde zaten sürekli bir düşüşte. (bu düşüş ne kadar kaale alınırsa orasını bilmem.)

Aslında Sertab'ı da son zamanlarda Elif Şafak'a benzetir oldum, sanki her ikisi de daha fazla popüler olmak için, daha fazla kesimlere ulaşmak için kalitelerinden biraz uzaklaşır gibi oldular. Sanırım bunun sebebi Soner Sarıkabadayı. Yani bilmiyorum bunca yıldır yanılmıyosam böyle bir adam yoktu, sonra bu geldi ve birden Sertab'In kariyerine yön vermeye başladı. Tamam 90lar bitti, artık ''Sakin Ol'', ''Lal!'' ve ''Sertab Gibi'' kalitesinde şarkılar beklemiyorum ama ...yine de ''Turuncu'' ve ''No Boundries'' albümü pek de yabana atılıcak cinsten değil. Özellikle Turuncu 00lerin en iyi albümlerinden biridir.

Toplamda 17 şarkının olduğu albümde daha önceden aşina olduğumuz ''Açık Adres'' ve ''Bu Böyle'' de bulunuyo. Bunun dışında kullanılan renkleriyle beni benden alan videosuyla ''Koparılan Çiçekler'' ve 4 farklı versiyonu bizi albümde bekleyen şarkılar arasında ki şarkıya yapılan en iyi mix Phillipe Lurent imzalı. Soner Sarıkabadayı (öff yazarken yoruluyorum)ve Demir Demirkan'ın katkısının bulunduğu albüme en büyük destek de A.R Rahman'dan geliyo. ''Ring Ringa'' altyapılı ''Rengarenk'' ve Koparılan Çiçekler'in her ikisinin de söz yazarı Nil Karaibrahimgil, müzik ise SlumDog Millionaire müziklerinin yapımcısı A.R.Rahman ve Raquib Alam. Keşke Ringa Ringa'ya hiç dokunulmadan başka bir rengarenk parça yaratılsaydı. Ard arda sıralanan mixlerle, yapılan coverlarla sanki albüm biraz sıradanlaşmış. Neticede dinlediğiniz bir Demet Akalın albümü değil. Karşınızdaki Sertab Erener.

Albümde ''beni benden aldı'' diyerek sıralayacağım parçaların olmamasına rağmen ''Bir Damla Gözlerimde'' dinlenilesi ve oldukça güçlü bir ballad. ''Bir Varmışım Bir Yokmuşum'' ultra soft ritmiyle uykudan önce bir doz alınması gereken parçalar listeme soktum bile. Yine dikkat çekici bir diğer parça ise ''Asla'' ki o da ''Un Belle Historie'' cover'ıymış.

Bir diğer cover ise (bizden bişey) ''İkimiz Bir Fidanız'' albümün konseptiyle ne alaka anlamadım. ''Ayrılık ve Biz'' ultra sıkıcı. vee albümde ''yeah ! kadınım işte budur'' dedirten iki şarkı ise arka arkaya sıralanan ''Bir Çaresi Bulunur'' ve ''Avare''. ''İstanbul'' ise pas geçilmemesi gereken bir şarkı.

Sonuç: Beklenen Sertab ortalıklarda yok. Kemikleşmiş hayranlarını tav edebilir. Açık Adres ve Bu Böyle'yle milleti kendine çekebilir ama, yok kardeşim kanım ısınmadı benim bu son albüme ve son Sertab şarkılarına.Sıkı Türk Pop hayranları için 5 yıldızlı yaz albümü olabilir, ama benim sürekli elimi play tuşuna götürüp dinleyebileceğim bir albüm değil. - Yine de Sertab hatrına, belki zamanla demek isterim ....

10 Temmuz 2010 Cumartesi

GIRL MEETS BOY // KIZ ERKEKLE BULUŞUR

İskoç yazar Ali Smith kısa romanı Girl Meets Boy ‘da Ovid’in Metamorphoses’da anlattığı Iphis’in hikâyesinin* (Book IX) yeniden anlatımıyla karşımızda. Mitin yeniden yazımında ise Smith popüler kültürün öğelerini kullanarak toplumda eşcinsellik, cinsel ayrımcılık ve homofobi konularına da değiniyor. Tüm bunlar olurken ise alt metinde hikâye tüketim toplumu, kapitalizm, politika ve devlet konularına da değiniyor.

Büyükanne ve büyükbabalarının torunlarına bıraktığı İskoçya’daki evde yaşayan iki kardeş Anthea ve Imogen’in anne ve babası yoktur; yine aynı şekilde büyük anne ve babası da çıktıkları bir deniz yolculuğunda kaybolmuşlardır ve kardeşler yerel bir su firmasının kreatif bölümünde çalışmaktadırlar. Yine suyun da çeşitli bağlamlarda sürekli karşımıza çıktığını görüyoruz. Mit içerisinde olay bir adada geçmektedir, hikâye içerisinde ise nehirden bahsedilip, kardeşlerin bir su firmasında çalışması tesadüf olmamalı. Hikâyenin ileriki bölümlerinde ‘’su’’ maddesi sayesinde devlete de çeşitli göndermeler yapılmaktadır. Suyun şeffaflığı, hassasiyeti ve önemli olması ile cinsel ayrımcılık arasında bir bağlantı da olmalı. Suyun akışkan olması, belirsiz bir şekle sahip olması, cinselliğin ve cinsiyetçiliğin toplum içerisinde belirsiz bir yerde olmasına da işaret edebilir.

Yazar popüler kültürü kullanırken de hikâyenin anlatımını başka bir boyuta taşıyor, ayrıca yine bu referanslarla insanların zihinlerindeki kalıplaşmış düşüncelere de değiniyor. MySpace ve Facebook gibi ünlü sosyal paylaşım sitelerinden tutun da James Bond filmlerine, Judi Dench’e, ünlü şarkıcı ve gruplara sürekli göndermeler yapılıyor. Imogen kardeşinin eşcinsel olduğunu öğrendikten / fark ettikten sonra, bunu zaten daha önceden anlamış olması gerektiğini düşünüyor. Nede olsa (sanki) eşcinsel insanların hepsi de aynı şeyi yaparmış gibi; ya da eşcinseller sadece Spice Girls ve George Michael dinleyip, Eurovision, Big Brother ve Buffy gibi televizyon programlarını izlermiş gibi. ( Kardeşi tüm bunları yaptığı için onun muhakkak eşcinsel olduğunu düşünüyor çünkü).

Kitap içerisinde aynı zamanda cinsel belirsizlik sorununa da değinilmektedir. Bir şekilde ‘’aslında kadın ve erkek diye iki cinsiyet yoktur sadece insan vardır’’düşüncesini de benimsememiz gerektiği bizlere anlatılmak isteniyor olabilir. Daha roman başlar başlamaz büyük baba söze ‘’ben kız olduğumda’’ diyerek başlıyor. İleriki sayfalarda ‘’Blind Date’’ yarışmasının sunucusu Cilla Black hakkında da ‘’kız mı, erkek mi? Hem kızlara bakıyor, onların yanına gidiyor hem de erkeklerin!'' diye tanımlanıyor. James Bond serisinin yıldızlarından Daniel Craig’in denizden bir tanrıça gibi çıkmasıyla seks sembolü haline gelen Ursula Andress arasında da hiçbir fark olmadığı söyleniyor. Sürekli kız karakterlere yakışıklı olma vurgusu yapılıp, erkeğin sahip olduğu karekter özellikleri !!! cesaret, güç vb. şeyler kıza yükleniyor, ya da tam tersi şekilde erkeğin ne kadar güzel olduğu ve bir kız kadar narin olduğu söyleniyor. Bunun dışında insanlar arasında sürekli kadın veya erkek mi diye karıştırıldığı (!) bilinen Tracy Chapman’ın da hikâye içine yerleştirilmesi tesadüf olamaz. Aynı zamanda Anthea’nın kız arkadaşı Robin’in ve Ovid’in yaratmış olduğu mitteki Iphis karakterinin isimlerini her iki cinsiyet için kullanılabildiğini de ekleyebiliriz sanırım. Iphis’in, Robin ile olan benzerliği, Iphis’in Ianthe’ye aşık olması ve buradaki kelime oyununu da diğer benzerlikler. Ianthe → Anthea. Smith’in kelime oyunları bununla da sınırlı kalmıyor. Iphis ve → ‘’Iphisol’’ markası, hatta onu Iphis 07 yapmak. Romanın 2007 yılında hazırlandığını göz önünde bulunduracak olursak Ovid’in Iphis anlatımının 2007 uyarlaması olduğuna da bir gönderme olabilir. Ayrıca Imogen’in Kelt kökenli olduğunu ve ‘’bakire’’ anlamına geldiği varsayımında bulunacak olursak (wikipedia) ‘’Pure’’ / saflık ile neden bu kadar alakalı olduğu hakkında da çıkarımlar yapabiliriz.

Kitabın sonu ise tam peri masalları ve mitler gibi. ‘’Günümüzde bile hala rüya olan bir şeyi gerçekleştirdik’’ diyor. Anthea ve Robin evleniyor . Üstelik düğünde sadece yalnız olacaklarını düşünürken Imogen ve Paul, anne ve babaları hatta kayıp olan büyükanne ve dede de düğüne katılıyor. Elbette ki böyle bir düğün sadece rüyalarda gerçekleşebilir, tıpkı kaybolan aile fertlerinin geri dönmüş olması gibi.

Büyükbabanın da dediği gibi umudumuzu kaybetmemeliyiz, tarihi değiştirebilecek umudun yok olmasını önlemeliyiz, tıpkı onların yaptığı gibi sesimizi duyurmalıyız, karşı gelmeliyiz böylece bir şeylerin değişmesi için ön ayak olabiliriz. Bir Mini Cooper, trafiği yoğunlaştırmaktan, havayı kirletmeden başka bir işe yaramayabilir, ancak duvarlar üzerine yazılan birkaç ufak önemli yazı, ya da dikkat çekecek zararsız birkaç gösteri (tıpkı büyükannenin yaptığı gibi) değişimin başlangıcı olabilir ve tabular yıkılabilir.

Kitap aynı zamanda Turkuvaz yayınevinden çıkan bir serinin içinde yer alıyo. Aynı şekilde İngilzice'de de bir seri halinde yayınlanan kitaplar : Canongate Myth Series Türkiye'de bu şekilde basılıyo. Hepsi de mitlerin yeniden yazımı. Günümüze uyarlanışı. Serinin geri kalanında Jeanette Winterson // Atlas'ın Yükü ve Margaret Atwood // Penelope de bulunmakta. Bir mitoloji aşığı olaraktan serinin diğer eserleri de sizler için yakında burada.

*Iphis & Ianthe: Erkek kılığına sokulan Iphis, Ianthe'ye daha küçükken aşık olur, zamanı geldiklerinde evlenirler, ancak Iphis, Ianthe'nin onun gerçekte erkek olmadığını anladığında mutsuz olacağını düşünür ve bu yüzden tanrılara yalvarıp onu erkek yapmasını ister. Isis bu istediğini yerine getirdikten sonra Iphis ve Ianthe, olması gerektiği gibi ! evlenirler.

8 Temmuz 2010 Perşembe

SHOPPING TIME

100. postu yayınlama zamanı geldiğinde nedendir bilmiyorum ama beni cidden bir heyecan sardı. Sanki editörlüğünü yaptığım derginin 1. yaşını kutluyorum ya da onun benzeri bişey. ''Kayıtları Düzenle'' kısmında hali hazırda yazımın tamamlanmasını bekleyen 3 ayrı topic ve 2 ayrı da röportaj bekliyor. Amma velakin bu 100. yazı. Yine de belki özenli bir şey değil ama, ben hazırlarken oldukça eğlendim.

Henüz bavul toplamadıysanız bir kaç öneri sunmak istedim, uzun yolda ne yapılır, yenilikler neler dersiniz diye benden sizlere naçizane birkaç fikir.

Tatile giderken ''bunca saatlik yol nasıl çekilir?'' adlı o meşhur soruyu soran vatandaşlarımıza yardımcı olmakla başlayalım. İşte el/sırt çantanızda yer alabilecek öneriler. Bilmiyorum tatile giderken siz ne kadar rahat edersiniz ama '' ben şıklığımdan vaz geçmem'' diyorsanız aşağıdaki model tam sizlere göre, neticede içine sadece, kitap, dergi, mp3 çalar tarzı şeyler koyucaksınız.
Ancak tatilde şıklık da neymiş ben rahatlığı ararım diyorsanız sizlere her eve lazım Eastpak çantasını öneririm :P Gelelim çantamızı doldurma yollarına. İyice saçmalayan ve çizgisinden iyice çıkan ve önüme gelen her anda şikayet etmekten vazgeçmeyeceğim dergi Billboard'u unutuyosunuz, taşıtmak için adam gereken Vogue (ki o da artık inceldi! any guesses why ?)Harper's Bazaar ve Elle gibi dergilerinizi evde bırakıyosunuz ve yanınıza son zamanların en şık, en style, en cool, tarz ve havalı iki dergiyi yanınıza alıyosunuz. 04. sayısını çıkartan ''mevsimsel'' indie dergi ''Babylon'' ve son trendleri içinde barındıran, yeniliklerden geri kalmayacağınızı garanti eden ''Trendsetter''.

Peki otobüste giderken o rahatsız ama yine de bir şekilde içinizi bir hoş eden o otobüs yolculuklarını dergilerle idare ettiniz, akşama doğru boşalan sahilde, hafiften esen rüzgara karşı hiç mi kitap okumak istemeyceksiniz ? O halde ''Koloni'' sonrası adından tekrardan söz ettiren Jean-Cristophe Grange ve ''Ölü Ruhlar Derneği'' hem tam anlamıyla bir korku/ gerilim hem de bestseller. Çok satanlar listelerinin zirvesinden inmeyen bir diğer kitap ise şu sıralar metroda / vapurda herkesin elinde görebileceğiniz Ahmet Ümit ve ''İstanbul Hatırası''. İstanbul'dan uzaklaşırken en azından yanınıza hatıralarınızı almayı unutmayın. Kitaplardan son önerim ise Türkçe'ye henüz yeni çevrilen İskoç yazar Ali Smith'in konuşulan eseri ''Kız Erkekle Buluşur'' adlı novella. Roma Mitolojisinden, Ovid'in Metamorphoses'undan Iphis & Ishis'in aşkını 21. YYa uyarlandığı sürükleyici bir hikaye. (Kitapın geniş tanıtımı bir sonraki yazıda).

Ve iPod'unuza yüklemenzi gereken bir kaç yeni parça, yeni albüm. Eğer siz de o iğrenç beach club'larda, apaçi müzikleriyle ya da Alors On Danse gibi çakma ve seviyesi düşük hitlerle eğleniyomuş numarası yapmak istemiyosanız bence bu isimlere bir göz atın. İki önceki yazıda da öve öve bitiremediğim o muhteşem albüm Kylie Minogue // Aphrodite. Türkçe müzik sevenlere ise Sertab Erener // Rengarenk önerebilirim (ki onun yazısı da Kız Erkekle Buluşur'dan hemen sonra yerini burda alacak). Ben kendi albümü kendim oluştururum, ama yine de biraz yardım diyosanız Sophie Ellis-Bextor, Groove Armada ve Underdog Project şarkılarını yanınızdan eksik etmeyin.
El çantasını hazırlarken isterseniz iki de DVD seçeneğiniz olsun. Hani olurda okumaktan gözleriniz yoruldu, tüm gün güneşlenmenin verdiği sızıyla gece diskoya gidemeyecek oldunuz, o halde çıkartın laptopunuzu, ya da mini DVDPlayer'inizi takın bu filmleri ve eğlencenin dibine vurun. İtalya'nın tüm önemli ödüllerini topladıktan sonra NYC'de de Tribeca gibi dünyaca ünlü bir festivalde gösterimi yapıldıktan sonra Golden Globe için de yolu açılan Ferzan Özpetek'in yine ve yeniden harikalar yaratan filmi, daha çok yeni olarak raflarda yerini aldı. Aylardır dilime dolanan Nina Zilli parçası ve Lecce'nin muhteşem görüntülerinin arka plan olarak yer aldığı Mine Vaganti, ağlarken gülebileceğiniz, gülerken ağlayabilceğiniz, aynı zamanda toplumdaki bazı olaylar üzerine düşünebilceğiniz mükemmel bir kompoziyson. Aşk filmleri için sadece Şubat ayını beklemeyenlerdenseniz ise Hollywood'un tüm birinci sınıf ünlülerinin peşi sıra karşınıza çıktığı Valentine's Day filmini önerebilirim. Bir daha kimbilir nerede Jessica Alba, Kathy Bates, Jessica Biel, Bradley Cooper, Patrick Dempsey, Jamie Foxx, Jennifer Garner, Anne Hathaway, Ashton Kutcher, Queen Latifah, Taylor Lautner, Estelle, Julia Roberts & Taylor Swift'i bir arada bulabilirsiniz ki ?

Ve gelelim tatile giderken içini bir heves doldurduğunuz ancak geri dönüşte bir türlü boşalmayan o bavulun içine koyacaklarınıza. İşte hem rahat, hem şık hem de cool olmak isteyenlere herkesin bildiği ufak hatırlatmalara ben de bir şeyler ekleyeyim.

Nasıl ama ??? İyi Tatilleeeer :)

xoxo

6 Temmuz 2010 Salı

Posterous | 2011 S/S Men'sFashionWeek

Geçtiğimiz günlerde Milano ve Paris'ten gerçekleştirilen 2011 yılının trendlerini gözümüzün içine sokan erkek moda haftalarının son bulmasıyla beraber, style.com sayesidne inceleyebildiğim ve en fazla hoşlandığım ya da üzerinde konuşmak istediğim ''look''ları seçip post yapmak istedim. Aslında şu cümleyi şöyle de değiştirebilirim, kendime göre en alınabilir ve giyilebilir modelleri seçtim, yani daha orjinal ve dikkat çekicileri vardı ama ben bunları seçtim. Baştan söyliyeyim moda'dan anlamam. Bi çoklarının yaptığı gibi ayda iki moda dergisi karıştırıp burda gelip üstüne ahkam kesmiyorum, o yüzden en baştan anlaşalım. Ha eğer seçkimi beğenirseniz dipte bi yorum bırakabilirsiniz :P İşte huzurlarınızda '11 S/S Men's Fashion.
İlk görsel Acne defilesinden. Bana yüksek bey siyah pantalon ve içinden saten bir gömlek giyen klasik ama şık iş kadını görünümünü hatırlatsa da baştan aşağıya style bir görünüm. Yine de ben için oldukça feminen.
İkinci görsel bana Robert Downey Jr.'un 2010 Academy Awards Outfit'ini hatırlatsa da oldukça başarılı. Şehirli ve şık. Oldukça da cool. (Adam Kimmel)
Sezonun en iyi parçaları ise Bottega Veneta'dan geldi. Beyazların da ağrılıkta olduğu seçkide neredeyse beğenmediğim tasarım yoktu. Geçtiğimiz hafta ''look du jour'' kısmında da ağırladığım tasarımlardan biri de yine bu koleksiyona aitti. İşte 3. 4. ve 5. outfitler'de Bottega Veneta'ya ait.
Aristokrat İngilizlerden asil bir marka. Burberry Prorsum. Derilerin hakim olduğu koleksiyondan en beğendiğim ise 6. resimde sizleri bekliyo olucak :D
Bottega Veneta ardından beni benden alan tasarımlar ise D&G'dan geldi. Hem podyum üzerinde hem de tasarımlarının kendi içlerinde iliklerinize kadar hissedebilceğiniz bir bahar havası söz konusu. İşte 7. 8. 9. ve 10. outfitler.
Vee klasikleriyle Dolce & Gabanna ...11. 12. 13. ve 14. looklar.
Etro'da ise gelcek sezon, bu sezon kadınlarda gördüğümüz şık tulumlardan var, benim gözüme pek şık olarak çarpmadılar ama sizi bilmem. İşte benim Etro'dan seçtiklerim. 15. ve 16. görseller.
Giorgio Armani ise koleksiyonuna Amerikalı yazar/ şair / filozof diyebilceğimiz ve Amerikan Edebiyatının en bilindik figürlerinden biri olan Ralph Waldo Emerson'a göndermeyle başlamış. ''Whoso would be a man must be a nonconformist." Armani markası kadar şık ve karizmatik... evet sanırım çok param olsa bu 6 outfit'i de alırım. 17-22. looklar.
Tee el kadarken bile bildiğim yegane marka Gucci'dir. Yooo annem beni Gucciler içinde büyütmedi ama hep daha ihtişamlı olmuştur Gucci sanki. İşte benim de gucciden seçtiğim 3 güzel kombin. 23 -24 ve 25.
Yunanlı messenger Hermes'ten ise koleksiyonun açılış parçası gözüme takılanlar arasında. İşte look 26.
Jean Paul Gaultier ... 27
Çantalarıyla olduğu kadar, kadın koleksiyonlarıyla da göz dolduran LV ise merakla incelediğim bir diğer koleksiyon. 28 ve 29
Just Cavalli :p 30
İşte bu kadar. 13 tasarımcı. 30 parça. that's how I understand fashion ??



See and download the full gallery on posterous
Posted via email from jamesmayer's posterous