31 Mart 2010 Çarşamba

EVENT OF THE YEAR: JAMES MAYER GOES TO 29TH FILM FESTIVAL

Beni bilen bilir :P Iıı şey dünkü yazıma da mı böyle başlamıştım :) Çok iyi bir sinema izleyicisi değilimdir, yani bir fanatik değilim, sadece vizyon gösterimlerine yetişmeye çalışırım, en iyi oyuncuların/ yönetmenlerin filmlerini takip eder ve klasikleşmiş yapıtlara göz atmayı severim. Dolayısıyla festivallerle pek de işim olmaz, üzülerek de olsa bu böyle.(laflarım yanlış anlaşılmasın o kadar da sivri değil) Üniversiteye adım atmamla beraber 3 festival geçen sene 2 tane de bu sene geride kaldı. Facebookta süreki festival eventlerine ''attending'' yaparım ama kanlı canlı bi şelilde hiçbir zaman da gitmemişimdir. Az öce sözü geçen 5 festivale de gitmeye aslında yeltenmişimdir, filmleri ve seansları seçmişimdir, ama dedim ya çok ta merakli olmadığımdan dolayı biletleri almaya hep geç kalmışımdır dolayısıyla hiç gidememişimdir.

Ama bu sefer yok artık dedim ! Bir üniversiteliye özellikle James Mayer kalitesinde :P bi insana gitmemek yakışmaz dedim. Ve biletleri alamk için Yeni Rüya Sinemasının yolunu tuttum. Yapmış olduğum 11 filmlik listeden sadece 4 tanesine bilet bulabilmiş olsam da aslında en fazla görmek istediğim filme bilet bulabildiğim ve ilk kez festiavle gidebilme şansını yakalamış olduğum için yine de kendimi şanslı hissediyorum. Her neyse, filmler hakkındaki yorumlarımı ya da tanıtımımı diyeyim ancak film bittikten sonra yapmayı planlıyorum ama sizlere hangi filmlere gitmek istediğimi ama sadece hangilerine bilet bulabildiğimi söylemek istiyorum. Hani olur da bir yerlerde o filmlere rastlarsanız JamesMayer bahsettiydi, muhakkak kaliteli bir filmdir alayım da seyredeyim diyebilirsiniz.
(Kalınla yazılan filmler bilet bulduklarım :P)
Küçük İndi
Öfke
Chloe
Uzak
Karanlıktakiler
The Last Station
Annemi Öldürdüm
A Single Man
Kıskanmak
Kosmos
Vavien
Akıntıya Karşı
PS1: Julie&Julia'yı izledim hatta şuraya yazısını yazmıştım, o yuzden aşağılayıcı gözlerle bakmayın, yoksa Meryl Streep'i kaçıracak kadar akılsız değilim :P
PS2: Sonradan 3 film daha ekledim ama üşeniyorum gitmeye, zaten muhtemelen onlara da bilet kalmamıştır: Bknz:
Orjinal Altyazı
Bendeniz Don Juan
Orada

30 Mart 2010 Salı

ALIŞVERİŞ SEPETİMDE NELER VAR !!!

Bilen bilir aslında oldukça garip huylarımın olduğunu :P Örneğin dergileri sadece D&R'dan alırım, ve muhakkak her ayın son günlerinde ya da ayın ilk günününde bu ritüeli gerçekleştiririm. 5-6 tane dergi aldığımdan ay sonuna zaten ancak biter, hatta bazen bitmez bile; dolayısyla dergilerim bitti hadi yenilerini alayım gibi bir şey ay ortasında da gerçekleşmez. Ayrıca dergilerimi D&Rdan almadığım zaman kendimi kazık yemiş gibi hissederim hatta o ay dergi almamışım hissine bile kapılırım. Dergiler konusundaki bir diğer ilginç huyum ise; paketler muhakkak ilk benim tarafımdan açılmalıdır; ayrıca ben okumadan kimse o dergiye dokunamaz; işte bu tür ilginçlikler.


Neyse aslında bahsetmek istediğim konu bu değil, ancak madem konu açılmışsa garip huylarımdan da biraz olsun bahsetmek istedim sadece. İşte uzun lafın kısası ben yine mart sonu geldiği için D&Ra gittim. Dergiler birer birer sepete eklendikten sonra ikinci durak Fırsat DVD durağı. Evet 4.5 milyonluk DVD'lere alışığım ancak 2.5 milyona hem de kaliteli filmler görünce 4 tane edinmeden kendimi alı koyamadım. Bu arada sevgili D&R'ı en favori filmimi ki kanımca ben yaşlardaki binlerce gencin favori filmi olan Eternal Sunshine of The Spotless Mind filmini 2.5 milyona satmasını esefle kınamaktayım. O filmin değeri 20 milyondur. Neyse vakti zamanında 4.5 milyona aldığım için teşekkür eder ve lafı daha fazla uzatmadan post'un asıl yazılma amacına bağlamak isterim cümlelerimi.

İşte aldığım o 4 film.

Şu filmlerin güzelliğine bakar mısın ?? Birinde Breakfast @Tiffany's de gördüğümden beridir aşık olduğum Audrey Hepburn. Diğerinde rolleriyle Oscar kazanan Katherine Hepburn ve Henry Fonda ve bunu alan bunu da alır misali bir de Jane Fonda dopingi. Bir diğerinde ise sanırım Hollywood'un görüp görebileceği en yakışıklı erkeklerden biri olan (ki eğer itirazı olan varsa muhakkak Tenesse Williams'a ait olan StreetCar Named Desire oyununun uyarlamasını görmeli) Marlon Brando ve hala taşlığını sürdüren dünya sinemasına bir armağan olan Sophia Loren. Vee son olarak JamesMayer'in tağptığı iki ismin bir arada yer aldığı Johnny Depp ve Penelope Cruz (ki kendisi ben tarafından ve tanrı kadını yarattı vol2 olarak anılır, vol1 merak edenler için- Kate Winslet) filmi. Eee daha nolsun yani ?? Şimdiii sonuç olarak bu alışveriş oldukça karlı olmamış mı sorarım size :p

PS: Yazıda D&R reklamı yapılmamıştır :D ama sevgili D&R yetkilileri eğer yazımı okuyosanız sizlerle bu konuda bi anlaşma yapabilirim doğrusu :D

28 Mart 2010 Pazar

TÜRKİYE OSCAR ÖDÜLLERİNİ TAKLİT ETMEYE KALKARSA NE OLUR ??? ''RED CARPET SHOW'' DA CABASI

Tamam son zamanlarda oldukça tembelleşmiş olabilirim; hatta öyleki bir zamanlar üst üste gönderdiğim postlar artık tarihe karışmaya başladı ve ben ancak haftada bir kez yeni bir ''entry'' yazacak zaman bulabiliyorum. Her neyse, bugünkü yazacağım konu aslında bayatladı, hatta üstüne de sıkça konuşuldu, ama bu temayı bloguma taşımasam tam da arşiv özelliğini elde tutamayacağımdan dolayı 3. Yeşilçam Ödülleri hakkında bahsetmek istedim

Başlarda resim bulamadım, daha sonra kaliteli resim bulamadım derken bu yazı ancak bugüne sarktı (yazarınız aslında burda kendi tembelliğinden şikayet etmek yerine Türkiye'deki internet sisteminin ne kadar yavaş işlediğini de vurgulamak istiyor :p)

Gecede kimler ödül aldı, kimler alamadı, neden alamadı gibi konuşmalara giremiyeceğim çünkü gösterilen hiç bir filmi henüz izlemedim o yüzden oraları geçiyorum. Yine de söylemek istediğim tek şey Binnur Kaya, Elit İşcan, Derya Alabora ve Reha Erdem'in ödül almalarına çok sevindim. Bunun yanısıra beslediğim önyargılardan dolayı filmi seyredecek olsam bile (ki hiç bi güç bana seyrettiremez) Nefes: Vatan Sağolsun filminin o ödülü hak etmediğini söylemek istiyorum.

Az sonra gecede tercih edilen kıyafatler hakkında konuşmaya başlamadan önce ödül törenine gel(e)meyen yönetmenleri vs. esefle kınamaktayım (Derya Alabora hariç) En azından gelemiyorlasa bunu önceden belirtmeleri gerekiyordu, böylece ödül dağıtmak için sahneye çıkan diğer ünlü kişilerin gözlerini dürbün gibi kullanarak tüm salonu scan etmelerine gerek kalmayacaktı. İşte organizasyonun bir diğer saçmalığı da burda ! Genelde aday olan isimler, ki eğer bunlar en önemli kategorilerde aday olmuşlar ise tee arkalara oturtturulmaz, şayet oturtturulmuşlar ise sıranın en ortasına da konumlandırılmamalıydılar. Demet Evgar (ki kendisine tapınırım) en önde oturuken neden Binnur Kaya arkalarda kalmıştı ??


Tabi yazıyı bu kadar geç yazdığım için daha söylenebilecek çok şey varken bir çoğunu atlamak zorunda kalıyorum, ancak hiçbir şey bana Meltem Cumbul'un inanılmaz berbat sunuşunu unutturamaz. Aslında Meltem Cumbul'un kötü sunuşunu geçtim onu ''kusursuz bir sunuş'' olarak lanse eden diğer blogger ve köşe yazarlarına hiç anlam veremiyorum. Sen git milyon kere bu tür ödül törenlerini sun (ki sırf bu yüzden bence Meltem C. bu geceyi sunmamalıydı keza yine Mekmet Ali Erbil, Cem Davran, Hande Ataizi ve Cem Yılmaz'da artık sunum yapmamalı) bir de Eurovision gibi tüm Avrupa'nın konuştuğu bir organizasyonda başrol oyna, ondan sonra gece boyunca tüm sunumları tıpkı ilkokul müsamaerleridne 5. sınıf çocuklarının yaptığı gibi sadece kartlardan oku. Aynı şekilde Cansu Dere sözüm burdan sana da ulaşmalı (ama sen hadi neyse, bu tür işlerde pek bilgin yok)
Gecenin özensizlikleri bunlarla sınırlı değil elbette. Sıradan bir talk show programına katılır gibi gelen erkeklere hiçbir anlam veremedim. Tamam sizlerden smokin beklemiyordum ama o paçavra hallere ne demeli ?? Ayrıca basının Yaşar üstüne neden bu kadar çok gittiğine de anlam veremedim, oraganizasyonu yerlere göklere sığdıramayan yazarlar Yaşar'a gelince açtılar ağzılarını yumdular gözlerini. Neymiş sakız çiğniyerek kırmızı halıda poz vermiş, adamın sanki tek eksikliği sakız çiğnemek, o tür kıyafetlerle böyle bir organizasyona geldiğini (tamam kıyafet iyi ama gelinmez yani öyle) kırmızı halıda o şekliyle yürümesine ise kime laf etmiyor. (kaldı ki Colin Farrell de hemen hemen her kırmızı halıda ağzında sakızla poz verir ayrıca bknz. Mickey Rourke).

Gelelim hanım kızlarımıza. Turuncu rengi şu dünyada yer alan 90089 renk arasında en nefret ettiğimdir ancak elbise Ece Sükan üzerinde inanılmaz durmuştu, aynı şekilde yine kendisi gecenin en şık ismiydi, Vogue içerisinde yer alan ve modayla bu kadar içli dışlı biri olması elbette yadsınamaz ama cidden gecenin en süper ismiydi (ancak kırmızı halı-turuncu elbise ikilisi elbette pek de güzel bi kombine değil :P) Kimileri mezuniyet kıyafeti giymiş diye onu eleştirse de (ayrıca kendisine zerre kadar sevgi tohumları taşımadığım -ki Gossip Girl TR sonrası iyice artan nefretim )Sinem Kobal yine en şık isimlerdendi.

Sürekli küçüklüğünü bilirim diye bahsettiğim Saadet Işıl Aksoy ise sanki rahibe kıyafetini ele geçirmiş ve geceye katılmıştı, fakat çanta seçimin çok güzel olduğunu da vurgulamalıyım. Kıyafet seçimiyle 10 numara olan Demet Evgar'a ise bir çift lafım var: Hey bebeğim saçların muhteşem olmuştu, ama senin doğal saç renginle güzel bir topuzla ya da saçlarını savurarak o elbiseyi üstüne geçirseydin Ece Sükan'la yarışabilirdin bile :p Sade ama şık kelime çiftinin bir tanımı varsa o da Hatice Arslan olmalı. Saçı, makyajı ve elbisesi ile Ece'den sonra gecenin en şıkıydı kanımca :) Çoğu kişinin aksine Bergüzar Korel'i ve Nebahat Çehre'yi beğenmediğimi eklemeliyim. Cansu Dere için eh işte yorumunu yaparak Berrak Tüzünataç için ise bir içim su sıfatını kullanabilirim.

Erkekler hakkındaki bir kaç konuya yukarıda değinmeme rağmen şu isimler hakkında da konuşmalıyım. Bir modacı olarak daha kaliteli bir şekilde karşımıza çıkabilirdin sevgili Cengiz Abazoğlu. Halit Ergenç'in yine çok saçma bi şekilde Bergüzar'a eşlik ettiğinin altını çzierek, zorunlu olarak Arda Turan'ı ve Yılmaz Erdoğan'ı gecenine şıkları seçiyorum. Zira sadece bu iki isim geceye nasıl katılmaları konusunda bilgiliydi. Whupps İlker İnanoğlu'nu da es geçmemek lazım :)
3. Yeşilçam Ödül Töreni, Academy Awards kıavmında mıydı ?? Sanırsam hiçbirimiz 3. Oscar Ödüllerine katılmamıştık, ancak 3. Oscar Ödüllerinde kullanılan teknolojinin 2010 yılındakiyle aynı olmadığı konusunda hepimiz hemfikiriz yanılmıyosam. So what ??? yeşilçam ödülleri 10 fırın ekmek yemeli diyorum ben :)

21 Mart 2010 Pazar

SPRING PLAYLIST ALL TIME GREATEST SPRING SONGS

Baharın gelişi 21 Mart...Belki de Pandora'nın kutusunda geriye kalan tek şey olan umut tam da bu zamanlarda o çeyiz sandığından ufak da olsa bir yer bulup kendini dışarı bırakıveriyor. Umutla beraber, dünyanın tüm güzellikleri, yeşillikler, sevgiler, bol gülücükler, küçük küçük kırmızı kalpçikler de onla beraber gün yüzüne çıkıyor. İnsan kendini bir başka hissediyor, sanki yollarda podyumda yürür gibi değil de kırlarda çocukların seke seke dolaşması gibi bir yürüyüşle geziniyor, sürekli etrafındakilere gülücekler dağıtarak, içlerinde barındırdıkları sonsuz neşeyi etrafa saçarak. Tamam kendimi birden Romantik Edebiyatta ya da Ütopik bir dünyadan bahsederken bulmuş olabilirim :P ama az sonra sizlere sunucağım Spring Playlist'i dinlerken ne kadar da doğru konuştuğumu anlayacaksınız. Gönül isterdi ki teknolojiden çok fazla anlayan bir blogger olsaydım sizlere bir rip dosyasıyla bahsettiğim şarkıları sunsaydım :/ ama maalesef sadece listeyi sunmakla yetinmek zorundayım.

İlkbahar, çiçek böcek ve mutluluk deyince aklıma ilk geken şarkılar ise Ispanyollara/ Güney Amerikalılara ait. Listenin açılışını Uruguaylı şarkıcı ve ülkemizde de 2000li yılların başında TV'nin başına kitleyen dizilere imza atan (hayır Thalia değil) // (bknz. Vahşi Güzel) Natalia Oreiro yer alıyo. 2000 yılında yayınlamış olduğu Tu Veneno albümünde yer alan Rio de Plata zaten yanılmıyosam aynı zamanda şarkıcının da en bilindik şarkısı. Karnaval havaları estiren video bizlere adeta baharın gelişini karnaval gibi kutlamamızı öğütlüyor.

Uruguay'dan biraz daha yukarı çıkıp kendimizi Karayip Denizine bıraktığımız zaman ise ''davulun sesi uzaktan hoş gelir'' dedirttiren şirin mi şirin küçük bir ada ülkesi bizleri karşılıyor. İşte karşınızda Küba ve işte Buena Vista Social Club. Ibrahim Ferrer, Ruben Gonzalez, Compay Segundo, Omara Portunado, Eliades Ochoa, Ry Cooder ve niceleri... Candela ve El Cuarto Del Tula onların en bilindik şarkıları olmanın yanısıra aynı zamanda en oynak şarkıları da, tanıdık Küba mahalleri, rengarenk elbiseler giyinmiş kızlar ve dans zamanı ...

Gelelim Atlantiğin öteki yakasına ve yola Ispanyol Müziği ile devam etmeye. Bilmiyorum belki de kendilerini bahar zamanı dinlemiş olmam yüzünden onları bu muhteşem ayla özdeşleştirmekteyim ama şarkı isimlerini verdiğimde ne kadar haklı olduğumu anlayacaksınız. İki kız kardeş olan Gitanas Españolas ve Azucar Moreno. Latin Pop'un ve Flamenco'nun en iyi temsilcilerinden olan ikili '00li yılların ikinci yarısında müziği bırakmış olsalar bile bizlere 80lerden ve 90lardan muhteşem hitler bırakmayı ihmal etmediler... işte; olaylı Eurovision şarkıları Bandido, Bésame, Olé, Solo Se Vive Una Vez...

Ispanya'dan ayrılmayıp müziğin kalbi Britanya'ya doğru ilerlemeden önce Manu Chao ile tanışmaya ne dersiniz ?? Ispanyol kökenli Fransız şarkıcın dünyaca meşhur şarkısı Me Gusta dinlemeden, ''Me gusta marihuana, me gustas tu.Me gusta colombiana, me gustas tu. Me gusta la mar, me gustas tu. Me gusta viajar, me gustas tu.'' diye bağırmadan hiç bahar geçer mi ??

Hepimiz severiz son baharda sararmış yaprakların üstüne basarak hışır hışır (tamam yazarken aynı etkiyi göstermemiş olabilir) sesleri çıkartmayı değil mi ? peki yeni yeşermeye başlayan bahar dalları ve gelin gibi süzülen beyaz çiçekli o muhteşem ağaçların arasında dolaşmaya ne dersiniz ? Bunun için ilk başta Britanya'ya gidip Corrine Bailey Rae'yi yanımıza alıp Girl Put Your Records On diye haykırarak bisiklete binmeye ne dersiniz ??


Şimdi de Britanya'daki yolculuğumuza devam edip dünyanın en şeker kızıyla tanışmaya var mısınız ?? İşte here it is Joss Stone. Atlantiğin her iki yakasında da ona büyük başarı getiren ikinci albümü Mind, Body & Soul'dan çıkan Don Cha Wanna Ride müzik çalarınızda dönmeye başladığı anda Nirvanaya bile erebilirsiniz :P

'00lerde dünyanın en tanınmış Barbadoslu şarkıcısının Rihanna olduğunu düşünebilirsiniz, ancak onun sözü bu çöplükte ötmeye başlamadan hemen önce bizler Barbados kökenli Britanyalı Des'ree'yi dinlerdik, bizlere hiçbir şeyi kafaya takmadan üstü açık arabamızda Ohh Life diye bağırarak ellerimizi havada sallandırmayı öğreten şu muhteşem siyahi şarkıcı işte...

Sırada son durağımıza yani Avrupa Doğu Bloğu ve Balkan Ülkelerine geliyoruz. Benim de henüz yeni keşfettiğim Jarnana; bir Arnavut Halk Türküsüymüş, dinleyin siz de sevin...

Geçtiğimiz senelerde Rock'n Coke kapsamında da ülkemize teşrif eden ve son olarak Madonna'ya Sticky & Sweet Turnesinde eşlik eden Gogol Bordello. Romen kökenli Amerikalı Grubun şarkıları...Start Wearin Purple...bahar geldi haydi dolabınızı renkli giysilerle doldurun der gibi :P

Pekii, Avusturya'ya uğrayıp Vivaldi ile 4Seasons/ Spring dinleyip kapanışı yapsak nasıl olur ama...

Ahh az kalsın unutuyordum, bunca cici şarkıdan sonra hala mı içinizde bi sıkıntı var !! O halde hemen rotamızı Atlantiğin öteki yakasına dünyanın en optimist şarksının yaratıcısının yanına Bobby McFerrin ile tanışmaya gidiyoruz. Don't Worry Be Happy diyebilmek için elbette :P

Başlangıçtaki Contemporary Modern Spring Temalı foto şu siteden alınmıştır: Click

20 Mart 2010 Cumartesi

SO YOU WANNA HEAR NEW STUFF VOL 1

Hafta boyunca kulaklarımın pası silindi, yine yeniden yepyeni soundlara doğru yelken açtım, ve paylaşımıcı James olarak sizlere tüm bu isimleri tanıştırmak istedim. O halde ! Let's Go Bitches !!
Indie pop, electropop, synthpop, yapan İngiliz şarkıcı Ellie Goulding müziğe giriş şeklinde piyasaya sunmuş olduğu An Introduction to Ellie Goulding, sonrasında Mart başında yayınladığı yeni albümü, Lights ile UK listelerinde zirveye oturdu bile. Albümden çıkan ikini şarkı ise Starry Eyed. Buyrun dinleyin !



Yeni keşiflerim arasında yer alan bir diğer isim ise Avusturyalı trip-hop/ elektronik grup Waldeck. Sizlere onlardan iki ayrı şarkı dinleteceğim. İsterseniz grubun MySpace sayfasında da şuradan göz atabilirsiniz. Click ! Bahar zamanı iyi geldi bu Waldeck ve şarkıları :))



17 Mart 2010 Çarşamba

ALICE ALWAYS GOES TO WONDERLAND 2010 & 1988 PRODUCTIONS


Mia Wasikowska, Johnny Depp, Anne Hathaway ve Helena Bonham Carter 'ın başarılı oyunculuklarının yanısıra başarılı sanat yönetmenliği ile göz duran ''Alice in Wonderland'' filmini izledim bugün. Rengarenk sahneleriyle göz dolduran sahneler, kendine hayran bıraktıran Mia; tiyatro dersinde aklıma gelen profili yüzünden sürekli gülmeme neden olan Helena, pamuk prenses edasıyla bir kez daha kendisini sevdiğim için memnun olduğum Anne, ve muhteşem Johnny (fakat birini ona ya da Tim'e başrolun Johnny'de olmaması gerektiğini hatırlatmalı :p )

Filmin neden sürekli Tim Burton's Alice In Wonderland olarak anıldığını da filmi izkedikten sonra nihayet anladım. :P Tüm bu güzellikler dışında basit bi çocuk filminden öteye gidemeyen filmi Cevahir AVM sinemalarında da 3D ve Orjinal Dili ile izlemeniz mümkün :))
Bir kaç ay önce seyretmiş olduğum bir başka Alice In Wonderland filmi de 1988 yapımıi Çek yönetmen Jan Švankmajer tarafından yönetilen sürrealist ve stop motion/ slow motion özellikleri taşıyodu. Tim Burtons'ın Alice'i kadar renkli görüntülere sahip olmasa da seyredilmesi gereken filmin bir diğer ''yeniden çeviri'' olduğunu belirtmeliyim. Film de ise Alice'i canlandıran Kristýna Kohoutová dışında etten kemikten olan başka oyuncunun olmadığını da belirtmek isterim.
Henüz okumadıysanız bir de filmin soundtrack albümü hakkında bir yazım vardı. Okumak için tıklayabilirsiniz.

16 Mart 2010 Salı

MIKA // THE BOY WHO KNEW TOO MUCH + NEW VIDEO

Hakkında uzun zamandır yazmak istediğim ''Mika ve albümü'' temalı yazı projemi tam rafa kaldırma niyetindeydim ki yayınlamış olduğu yepyeni videoyu gördüm. Videoyu sizlere tanıtmak için yazı yazarken de son albümü The Boy Who Knew Too Much'a da değinmek istedim. Albüm 2009 sonbaharında Mika'nın 2. stüdyo albümü olarak piyasaya sunulmuştu. Pop tarzında hazırlanan albümde ise 12 tane yepyeni şarkı bulunuyo. Single olarak yayınlanan ''We Are Golden'', ''Rain'' ve ''Blame It On The Girls'' klasik Mika tarzının devam ettirildiği eğlenceli şarkılardı (Rain'in hüzünlü hali ise beni uzun bir süre kendine hayran bırakmayı başarmıştı).

Bu 3 güzel hit dışında sizleri Hawaii'de hissedirecek tınılara sahip olan ''Blue Eyes'' albümün yine gözde çalışmalarından biriydi. Rain kadar olmasa da bir diğer slow şarkı ''By The Time'' da hafifliyiyle sizleri büyüleyecek parçalardan. ''Good Girl Gone'' ise yine We Are Golden ve Grace Kelly kadar zevkli, eğlenceli ve döşek üstünde zıplatacak cinsten. ''I See'' albümün oldukça dokunaklı şarkılarından biri. Vee ''Toy Boy'' yine albümden 5 yıldızı hak edecek bir diğer şarkı.

Henüz albümü dinlemediyseniz şiddetle tavsiye ediyorum, zira sahip olduğu kaliteyle kulaklarınıza bayram ettirmekle beraber ruhunuzu da neşeyle doldurabilir.

Gelelim Mika'nın bizlere armağan ettiği yeni şarkıya. 2010 İlkbaharında yayınlanacak Kick-Ass (feat. Nicolas Cage) filminin soundtrack'ine imza atan Mika bu sefer klasik pop tınılarından biraz uzaklaşarak daha fazla dans ritmleriyle bezenmiş bi şarkıyla karşımıza çıktı.
İşte video...İyi Seyirler...

12 Mart 2010 Cuma

THIS IS THE POP MUSIC EVENT OF THE YEAR

Yataktan kalktım, surat yıkama işlerini falan halletim ve sonraki ilk tepkim şu oldu: ''Aman Tanrım dün gece GaGa'nın son videosu yayınlandı''. Saat 8:15 ve ben yarım saatten evden çıkmalıyım. Henüz hazır değilim, kıyafetlerim beli değil, kitaplarım bi tarafta ama ilk iş olarak bilgisayarı açıp nete bağlandım. Veee evet youtube. Lady GaGa feat. Beyonce: Telephone. İlk başta hemen twitterda ve facebookta share ondan sonra hemen ekranın karşısına kuruldum ve 3 kere videoyu izledim.

Bad Girl Gaga ve Honey B(ee) videonun başrol oyuncuları.Yönetmen ise her zaman inanılmaz derecede kaliteli videolar yöneten Jonas Akerlund. kısa film tadındaki video klip tam 9 dakika. Şaşırmayacağınız gibi Beyonce evrim geçirip Gagalaşmış. Hatta şu 'diner''da mothafucker dedikten sonra ağız ve el hareketini GaGa Paparazzi videosunda da tekrarlamıştı. ve hatta Beyonce'nin taktığı gözlük. GaGa'nın ise gittikçe çirkinleştiğini söylemeden kendimi alamıyacağım. Bu arada çıplaklık yine önplanda ve sanırım asla unutmayacağım bu iki replik. I told ya she hasn't got a dick!! Too bad :p ahaha

Video yine to be continued...Zaten Paparazzi videosunun devamı olan Telephone acaba nasıl bi şekilde devam edilicek.

GaGa'yı sevin ya da sevmeyin; son zamanlarda sıkıcılılaşan video endüstürsü kesinlikle onunla beraber değişti, kaliteleşti ve eğlencelişti. Paparazzi, Bad Romance ve şimdi de Telephone. Amerikanın Popüler Kültürünün bizlere armağan ettiği Lady Gaga bence kesinlikle klasikleşme yolunda ilerliyo. 21. YY için Andy Warhol, Audrey Hepburn ve Marilyn Monroe ne ise önümüzdeeki 10 yıllar için Lady GaGa da öyle bir ikon olacak.

God Bless You !!

11 Mart 2010 Perşembe

PICASSO ISTANBULDA !!


Geçtiğimiz yıl ayaklarımıza kadar gelen ve benim gitmediğim Salvador Dali sergisinin vermiş olduğu eziklik nedeniyle -(ki bu ezikliği halen üstümden atamadım) bu sene hiç vakit kaybetmeden hemen Pera Müzesi'nde sergilenen Picasso yapıtlarını görmeye gittim.

18 Nisan'a kadar sergilenmeye devam edecek sergide Picasso/ Suite Vollard Gravürlerini görme şansına sahipsiniz. Heykeltraş figürlerinin ve Minotor betimlemelerinin bol olduğu eserlerde bolca erotizm, aşk, çıplaklık ve mitolojik fügürler/ göndermelere de rastlayabilirsiniz. Bunlar dışında Ambroise Vollard portreleri, Aşk Savaşı ve Rembrandt temali diğer eserleri de görebilirsiniz.

Pera Müzesine kadar gitmişken Küthaya Çini ve Porselen Koleksiyonu, Düşlerin Kenti: İstanbul (ki muazzam tablolar var) ve de yine 18 Nisan'a kadar sergilenecek Hipodrom/ At Meydanı: İstanbul'un Tarih Sahnesi adlı sergileri de gezebilirsiniz.

Ve son olarak 18/ 28 Mart tarihleri arasında Filmsel Anlatılar adlı film gösterilerine de katılabilirsiniz, ki yine bu filmler kapsamında Picasso eserlerinden etkilenmiş yönetmenlerin filmlerini izlemeniz mümkün.

10 Mart 2010 Çarşamba

KAHRAMANIMIZ HADISE


Genellikle ilgiyle takip ettiğim Hadise yine karşımıza ilgi çekici bi şarkıyla çıktı. Kahraman. Söylemiş olduğu ballad'larda genellikle Maraih Carey havasını taşıyan Hadise sanki bu sefer olayı biraz fazla abartmış. Yani belki bu onun elinde olan bişey değildir ama inanılmaz derece bana MC'yi hatırlattı, bilmiyorum belki de Carey'nin en sevdiğim parçalarından biri olan ''Hero'' şarkısının ismi nedeniyle de bu çağrışım gerçekleşmiş olabilir.

Peki ya video/şarkı sadece Carey mi kokuyo derseniz ?? hayır; aynı zamanda ciddi şekilde bi Beyonce rüzgarı da esmiş. Hatta videodaki hareketler resmen bi Beyonce videosunda var.

Kötü mü olmuş ?? Hayır. Zaten ortada kesin bi kopya olayı da yok, sadece esinlenme, her zaman olduğu gibi. Biraz Mariah biraz Beyonce ve ortada şahane Hadise. Belki de hadise'yi bu kadar fazla sevmemin nedeni budur :p

Ve evet karşımızda ciddi anlamda bir R&B Ballad'ı duruyo :)

Hadise - Kahraman 2010 www.tr-platin.blogspot.com from AslanGibi on Vimeo.

9 Mart 2010 Salı

PRECIOUS: BASED ON THE NOVEL ''PUSH'' by SAPPHIRE

Precious; henüz vizyona girmeyen film aslında daha öncelerde Film Festivali kapsamında gösterimdeydi, bi taraflarımı zamanında yerinden kaldıramadığım için bilet alamamıştım. Neyse sonunda seyrettim. Aslında bana kalırsa pek de seyredesim yoktu. Ancak aday olduğu tüm törenlerden eli boş dönmeyen Mo'Nique ve Oscar'lardaki inanılmaz sempatik tavırlarıyla bir anda ilgimi çeken Gabourey Sidibe nedeniyle film vizyonuma girme şerefine ulaştı.

Film için son zamanlarda seyrettiğim en iyi film diyemem; ama son zamanlarda karşıma çıkan en iyi oyunculuk bu filmdeydi. Mo'Nique ödülü kesinlikle sapına kadar hak etmiş gamsız, acımasız ve anne şefkatinden katrilyonlarca metre uzakta durduğu rolüyle. 16 yaşında bir özürlü bir de sağlıklı iki çocuğa sahip olan yeni ergen/ anne rolünde karşımıza çıkan 26 yaşındaki XL star Sidibe yine inanılmaz bir şekilde tüm üzüntüyü, acıyı ve de dramı bizlere geçirmekte, rolünü inanılmaz bir şekilde reel kılmayı başarmış.

Filmde karşımıza çıkan iki de sürpriz isim var. Biri; erkek hemşire mi olur tartışmalarına sebebiyet veren Lenny Kravitz, diğer isim ise son zamanlarda bacak ve göğüs show yapmaktan başka bir işte karşımıza çıkmayan R&B müziğinin divası Mariah Carey. Yanlız, son zamanlardaki görüntüsü sizleri aldatmasın; zira filmde hiçbir zaman karşımızda yer alamamış sade bir MC çıkıyo; makyajsız ama kesinlikle çirkin değil; olabildiğince doğal. Hatta Mariah'ın sadece dış görünüş açısından değil, rolünü canlandırma konusunda bile oldukça doğal olduğunu söyleyebilirim.

Son olarak söylemek istediğim şey de bu kadar sıkıntılı bir filmin gayet iç açıcı müziklere sahip olması. :P Ha Mo'Nique'in aldığı Oscarı annemde destekliyo ve de Sidibe'nin kazanamamasına da üzüldü.

Ha bu arada ünlü Amerikalı Bayan 10 parmağında 10 Marifet, tapılası, elleri öpülesi, ilahi kadın Oprah Winfrey de filmin yapımcıları arasında bulunmakta. Film aynı zamanda 6 dalda aday olduğu (En İyi Yönetmen, Film, Kadın Oyuncu dahil)Oscarlar'dan da iki ödülle eve döndü. Mo'Nique dışında yüzü gülen bir diğer isim ise romandan filme uyarlamasını gerçekleştiren Geoffrey Fletcher.

Oyuncuların Oscar Görüntüleri:


8 Mart 2010 Pazartesi

ACADEMY AWARDS // THE SHOW ITSELF


İkinci kez canlı canlı izlediğim 2010 Oscar ödülleri bana kalırsa geçtiğimiz seneye göre daha az eğlenceli ve daha az heyecanlı geçti. Sektörü elimden geldiğince takip etmeye çalışsam bile, şu isim ödülü almalı ya da bu kesinlikle alır gibi tahminlerde bulunamayan ben bile artık hangi ödülün kime gidebiliceğini biliyodum nerdeyse. Yine de işim gücüm yokmuş (ki gerçekten de yoktu :p) gibi saat gece 11den sabah 7ye kadar NTV ve CNBC-E karşısına çakıldım kaldım.

Büyük açılış How I Met Your Mother ?? yıldızı Neil Patric Harris'in ufak bir müzikal showuyla başladı ve Alec Baldwin ile Steve Martin'in gökten yere inmeleriyle devam etti. Hayli eğlenceli başlayan show gecenin en büyük 4 ödülü dağıtılana kadar oldukça sıradan geçti. Bir tek sokak dansı temalı Oscar'ın Müzik Kategorisinin tanıtımı eğlenceli sayılabilirdi.

Mery Streep'in 16. adaylığı ise gecede herkesin ağzına sakız olmuştu. Ama aptal saptal espiriler olmaması çok iyiydi. Genelde kısa kesilen konuşmalar ise iş Jeff Bridges, Christopher Waltz, Mo'Nique, Sandra Bullock ve Kathryn Bigelow'a gelince biraz gevşedi sanki.

Gecede ödül taktim edenler arasında Tom Ford ve Sarah Jessica Parker, Jennifer Lopez ve Sam Worthington, Zoe Saldana ve Carey Mulligan en eğlenceli çiftlerdendi. Elbette ödülü taktim eden Kate Winslet'ın o muhteşem aksanı da güme gitmemeli :p Bu arada iki senedir oyuncu kategorilerinde değişikliğe giden Academy bu sene de sahneye rol arkadaşarını vs. çağırarak onları taktim etmelerini istedi.

En İyi Makyaj kategorisini taktim etmek üzere sahneye gelen Ben Stiller ise herhalde tüm zamanalrın en iyisiydi. Sahnede bi Avatar !!
İşte böyleee. Biraz sıkıcı, biraz eğlenceli, sürprizli, sürprizsiz, tuhaf ... Ama kesin bişey var ki Mo'Nique, Sandra Bullock ve Kathryn Bigelow hayatım boyunca aklımdan çıkmayacaklar.

By the way ! Meryl Streep you're such a good kisser :P Geçen seneki Kate Winslet repliğinin yeni rakibi :P

ACADEMY AWARDS // RED CARPET SHOTS & COMMENTS (YEAH I WRITE ABOUT FASHION :P) EDITED !!


Merakla beklenen gece geldi çattı. Saat 11 sularında NTV'de Yekta Kopan, Dilek Hanif, Tuğrul Eryılmaz ve Mehmet Acar ile başlayan Turkish Pre-Show, saatler 12.30u gösterdiği zamanlarda Hollywood Kodak Theatre'a kaydı ve Let The Begin Red Carpet Show denildi.
Yazıma ilk olarak ben de kırmızı halı görüntüleriyle başlayacağım, beğenmediğim bi kaç elbise dışında bütün kadınlar muhteşem gözüküyodu. Yanlızca şunu belirtmeliyim ki Penelope Cruz, Sarah Jessica Parker ve Jennifer Lopez en yakın zamanda kuaförlerini değiştirmeliler. Saç telleri oradan buradan çıkmış dağınık bi vaziyette katıldılar geceye resmen.

Bunun dışında söylemek istediğim bir diğer önemli ayrıntı ise Golden Globe'lardan sonra Academy Ödüllerine de yağmurun damga vurması, neyseki vaktinde alınan önlemler GG'larda olduğu gibi rezilliğe sebebiyet vermedi ve ünlü hanımlar ıslak elbiselerle arz-ı endam etmek zorunda kalmadılar.


Kırmızı halıda görmek isteyip de göremediğim bir çok isim olduğunu belirterek, Red Carpet Host'ların çok kalieteli olduğunu da vurgulayarak ve de gecenin moda yorumlarını yapan beyfendinin mükemmel olduğunu ve de Dilek Hanif'ten çok daha doğal (En azından tüm kıyafetlere güzel demedi, eleştirilmesi gereken yerlerde de eleştirilerini yaptı.) olduğunu söyleyerek aranızdan çekilebilirim.

Kanımca gecenin en berbat giyinen ismi Zoe Saldana oldu. Hatta o kadar kötü ki Precious yıldızı Gabourey Sidibe'den bile daha kötü. Saçı, makyajı ve vücuduyla bir bakıldığında inanılmaz ötesi görülen Maggie Gyleenhaal'un elbisesini ise yine beğenmedim. Mariah Carey yine her zamanki gibi abartılı bir şekilde karşımıza çıktı. Göğüslerini sergilemekte oldukça cömert davranan şarkıcı aynı zamanda bizlere derin bir yırtmaç sayesinde de kalın bacaklarını göstermekten çekinmiyodu.
Az önce yazının girişinde de bahsettiğim SJP, Pene ve JLO yine gecenin en muhteşem isimlerindendi. Yaşına rağmen hala tüm güzelliği üzerinde olan Helen Mirren ise yine ihtişamlı bi şekilde arz-ı endam etti. Cameron Diaz ve Amanda Seyfried yine göz doldururken sevgili Mo'Nique; Dilek Hanif'e göre king fisher rengine sahip olan bir elbiseyle kırmızı halıda boy gösterirken bizleri kıllı bacaklarından mahrum etti. Yine benim sevmediğim ancak insanların ayıla bayıla övgüler yağdırdığı bir diğer kostüm ise An Education'ın Oscar adayı yıldızı Carey Mulligan oldu. Tüm zamanların yegane Female Director'u olarak tarihe geçicek isim Kathryn Bigelow ise sade ama yine bi o kadar da şık olan isimlerdendi. Yine bir çoklarının beğendiği ama bana sorucak olursanız oldukça abartılı olan Up In The Air yıldızı Vera Faminga'da gecede göze çarpan isimler arasındaydı. Ve son olarak bir diğer Avatar Star Sigourbey Weaver krımızı elbiesi ve siyah kurdelası ile kesinlikle göz dolduruyodu.


Veee gecenin asıl yıldızları. Meryl Streep, Kate Winslet, Sandra Bullock, Demi Moore ve Anna Kendrick. Hepsi de kesinlikle 10 üzerinden 10 alıcakardır ve önümzdeki günlerde kesinlikle tüm modacılar onları övüyo olucaklar.

Veee o muhteşem erkekler. Hiç kuşkusuz gecenin yıldızı Tom Ford oldu. İnanılmaz duruşunun gölgesinde kalsalar da Jake Gyllenhaal, Gerard Butler, Sam Worthington da yine gecenin süper giyinen beyleri arasında yerlerini almışlardı. Ha unutmadan gecenin moda yorumculuğunu üstlenen o yakışıklı beyfendi de Tom Ford ile yarışıcak düzeydeydi.

Şu anda okula gitmem gerektiğinden dolayı, pek fazla resim ekleyemeden yazıyı burada sonlandırmak zorundayım. En kısa zamanda tüm o ihtişamlı kıyafetlerin bulunduğu resimler bloguma eklenecektir.

7 Mart 2010 Pazar

ECHO AWARDS // LIVE PERFORMANCES & WINNERS

Hey dudes ! Bir haftadır gördüğünüz gibi yoktum ortalık, maluk okullar açıldı, ödevler derken, bir de hastalık çıktı şimdi :/ her neyse işte geldim burdayım ! Yine, yeniden bir pazar günü yepyeni müzik haberleriyle sizlerleyim ! Bu seferki konuğumuz ise Alman Echo Awards. Fransız NRJ, Amerikalı Grammy's, Ingiliz Brit's ve şimdi de Alman Echolar.

Geçtiğimiz hafta içi dağıtılan ödül törenin her zamanki gibi tek yıldızı Lady Gaga oldu. Best International Female ve Best International Breakthrough Act dallarında ödülü evine götüren starımızın yanısıra Robbie Williams 7. kez Best International Male ödülünü kazandı. Best International Group dalında ödülü kucaklayan isim ise Depeche Mode oldu. Diğer ödüller ise Almanların :p

Gecenin en güzel yanı ise bol popüler isimlerin sunmuş oldukları canlı performanslarsı. İşte here we goooo :p

RIHANNA // RUDE BOY

SADE // SOLDIER OF LOVE

ROBBIE WILLIAMS // MORNING SUN

KESHA // TIC TOC