28 Aralık 2012 Cuma

THE MULTI TASKERS


"I am the ultimate multitasker."



In the past few years
  
I have acted in a bunch of movies... I've written some...
I've produced some and I've directed some I've also appeared on a soap opera
I directed a theatrical dance company 
Wrote a book of short stories and  I'm even directing this commercial

Yukarıdaki sözler James Franco'nun oynadığı ve yönettiği Samsung reklamından. Samsung belki yönetmek için değil ancak reklamında oynatmak için James Franco'dan daha isabetli bir seçim yapamazdı. Galaxy'nin özellikleri ve Franco'nunkiler. Teşbihte hata olmaz. Franco'nın kariyerini kıskanmayan. 


Gerçi kimileriniz "Jack of all trades, master of none" sözünü hatırlatabilir. O konuda hak veriyorum. Franco'nun "Freeks and Geeks"ten, "Howl"a hatta "127 Hours" hatta ve hatta Oscarları sunarken bile aynı tavrı takındığını görmüşsünüzdür.

Kayık gözlerle, "blue jeans, white shirts". I don't give a shit. "I was like, no please, stay here" tavırları. Bohem, indie, beat San Fransisco cool havaları. Ve allah cezanı versin Franco ki bu hallerini ve bununla örtüşen Great American Poets" hallerinin hastasıyım. 

"Milk"le başlayan bu yolculuk "Howl"la devam etti. Sonrasında "The Broken Tower" ve şimdi "Tar". "As I Lay Dying" ise yolda. Allahın cezası "On the Road"da oynamak senin hakkındı.     

Franco'nun nelerden ilham aldığı ve etkilendiği belli. Romantik dönem, Amerikan Modernizmi, Beatler ve sex.  Hugh Hefner'i canlandırdığı "Lovelace" (ki Franco'nun kısa bir süre Playboy'a yazdığını da eklemeliyim. off ne multitasker ama) ve "Interior. Leather. Bar." ile gay culture, cruising ve underground olaylarına dalıyor.

James Franco'nun son filmi "Cherry" ise şu anda vizyonda. Yine kayık gözler. Kızları baştan çıkaran centilmen. Ve eroinman. Ona eşlik eden isim ise San Fransisco'ya gelip bir anda porno sektörüne dalan (Angelina) Ashley Hinshaw.

James Franco hala okula gidiyo. Gençlerle besleniyo. Dergilere sadece poz vermiyo, modellerle editöryal çekimler yapıyo. Edebiyat biliyo, sinema okuyo. Boş zamanlarında film çekiyo. GERİZEKALI KISKANÇLIKTAN ÇATLIYORUM.

*** 

"Usually an actor has to work in the porn industry to have that kind of success."


Yukarıdaki söz Brad Pitt'e ait. "Tree of Life"taki rol arkadaşı Jessica Chastain hakkında konuşuyor. 2008 yılı öncesine kadar büyük bir bilinmez olan Chastain ilk çıkışını "The Debt" ile 2010 yılında yapmıştı. Nefis bir dram ve gerilim filmi olan yapımda Chastain, Helen Mirren'ın gençliğini oynayıp Sam Worthington'la rol paylaşmıştı. Tel Aviv- Berlin arasında geçen politik gerilimden bir yıl sonra toplam 6 filmde boy gösterdi. 2011 onun yılıydı. Yılın kadınıydı. Sanırım Brad Pitt'in ne demek istediği açıklandı.

2012 yılı içinde oynamış olduğu filmler sayıca azalsa da o sergilemiş olduğu performanstan bir şey kaybetmedi. İlk Oscar adaylığını geçtiğimiz yıl "The Help" ile elde eden Chastain -ki Octavia Spencer yerine onun alması daha iyi olurdu- bu sene de yine bir savaş filmiyle karşımıza çıkan Kathryn Bigelow'un "Zero Dark Thirty"si ile elde edecek gibi gözüküyor. Üstelik bu sefer heykeli de kucaklayabilir. "Tree of Life", "Coriolanus" ve "Take Shelter"da soğukkanlı, frijit ev kadını rollerini tekrarlarken "The Help" aslında onun için tam bir kaçış ve kendini gösterebilme fırsatı olmuştu. "Lawless", "Tar" ve "Mama" hala izlenilmeyi beklerlen Chastain konuşulmaya devam edecek. Ne yazık ki bu filmleri seyredemediğimden hakkında söyleyebilecek yeni bir şeyim de yok. Ancak sizi geçtiğimiz yıl yazdığım yazıyla baş başa bırakabiliyorum.

Tüm bunlara ek olarak YSL kampanyasında kendine yer buldu. Ve Ocak 2013'te 3 farklı derginin kapağında yer aldı. (W- Brit GQ- Alman VogueKısa zamanda yoktan var edilen bir kariyer. Güzel yönetmenler. İyi oyuncular. Ödüller. Başarılı filmler. Sene 2013. Jessica Chastain ise tüm bunları 2009 yılından beri setlere uğrayarak sadece 3 sene içersinde elde etti. Taktir etmemek elde değil. 

27 Aralık 2012 Perşembe

AMERICAN DREAM: MUHTEŞEM YAZILMIŞ HOLLYWOOD SENARYOSU

Her zaman gülümseyen aileler. Ne olursa olsun yolun sonunda beliren ışıklar. Balmain'in disko topu pırıltısında parlayan elbiseleri tadında hayatlar. Burası Hollywood. Taşı toprağı altın.


Everybody comes to Hollywood

They wanna make it in the neighborhood
They like the smell of it in Hollywood
How could it hurt you when it looks so good
18 yaş altındaki tüm UzakDoğu asıllı Amerikan vatandaşı çocuklar ile geniş bir aileye sahip olan Brad Pitt gerçek bir rüya. "Revolutionary Road"daki püriten aileden bir tık yukarıda.Tam anlamıyla sürekli gülümseyen bir "Modern Family".  Ama "Tree of Life"tan daha rahat. Daha cool. Brad Pitt  herkesin rüyasında. Umut kaynağı. Önce dünyanın en seksi, sevimli ve komik kızlarından Jennifer Aniston ile birlikte. Sonra Angelina Jolie ile beraber. 

Kariyerinin 25. yılında Pitt tam bir Amerikalı. Sadece "Moneyball", "Jesse James" ya da "Benjamin Button" nedeniyle değil. He has the spirit. M&M gibi, Tommy H gibi, McDonald's gibi Brat Pitt Amerika kültürü için yol kenarında duran bir "Diner"dan farksız artık. Kültürün bir parçası. 51 yıldızdan biri. 

Brad Pitt hala herkesin rüyasında. Kült filmlerde onun adı var. "Thelma & Louise". "Seven". "7 Years In Tibet". "Fight Club". "Ocean's Eleven". Sıkıcı aile babası. Ideal Amerikan erkeği. Serseri ruh. Jilet takımın içindeki kusursuz bedenler. Terrence Malick. Quentin Tarantino. David Fincher. Alejandro Gonzalez. Terry Gilliam.  Elbette tüm bunlar sonunda adam sorar Pitt'e. "What gets you excited about making a movie at this point?" -  "Working with people who I respect and enjoy and that we're going for something together. So much of making movies is about discovery on the day. So Im interested in finding people who I think have a voice. a very spesific voice."
Aslında Joseph Gordon Levitt, Tom Hardy ya da Michael Fassbender varken neden Brad Pitt? 2012 yılında pek yeni bir şey yapmasa da bunca yılın birikimi var. Pitt; yılı tek bir filmle kapattı. "Killing Them Softly". Üstelik film Pitt'e tek bir adaylık bile getirmedi. Yine de o her zamankinden daha fazla konuşuldu.  Dünyanın en bilindik ve popüler kokusu Coco Chanel'in başyapıtı olan Chanel No 5 reklamlarında boy gösteren tek erkek olarak adını bir kez daha yazdırdı.  Gerçi reklam filmi o kadar beğenilmedi, kampanya görseli o kadar da çarpıcı bulunmadı. Ama günün sonunda Pitt, Chanel'in yeni yüzü oldu. 

"We in America love a story. We need a story to get involved in. But then everything becomes more about the story protects a certain perception."  Olay basit Pitt ve çizdiği hikayeye bayılıyoruz. Hikayeye bayıldıkça kendimizi içine çekiyoruz. Girdiğimiz hayalle oluşturduğumuz kabukla kendimizi koruyoruz. 

Filmografisinde vizyon bekleyen 3 filmle Brad Pitt 2013'te de her zamanki kadar konuşulmaya, gıpta edilmeye devam edecek gibi.  Belki de 5. bir Oscar adaylığı ya da ilk heykelle 25 altın yılı taçlandırır. 

Brad Pitt hala parıldıyor. Hala bir rüyayı temsil ediyor. "He is the man hero!"

26 Aralık 2012 Çarşamba

AMERICAN DREAM: MUHTEŞEM YAZILMIŞ BAĞIMSIZ FİLM SENARYOSU

Kaliforniya sokakları, vintage efektler ve palmiyeler. Yoksa Amerikan Rüyası tıpkı bunlar gibi şapşahane bir illüzyondan mı ibaret? Hollywood filmlerinin aşıladığı ışıltılı hayaller, yazılan senaryolar ve yapmacık hayatlar. Amerikan rüyası belki Mayfair'in anakaraya yanaştığından hemen sonra kayboldu. Taa ki Elizabeth Grant "Lana del Rey"in ruhunda hayat bulana kadar. 


Aşağıda okuyacağınız yazı Lana del Rey'in albümü, şarkıları, ya da kapak olduğu dergileri hakkında değil. Wikipedia'dan alınmış biyografisi de değil. Böyle açık yüreklilikle ve dürüst bir şekilde yazılmış hayat hikayesine rağmen insanların neden Lana del Rey'i sevmediğiyle, benim neden bu kadar fazla sevmemle alakalı.
Vogue China, Ocak 2013, Wee Khim

Kimine göre Lana del Rey aslında yok. Şarkılarını o yazmıyor, videoların fikri ona ait değil. Hatta del Rey'in her hareketi önceden belli. Ama onun yolu Hollywood filmleriyle değil de bağımsız ruhlarla kesişiyor. Drama yaratacak sorunlar yok ortada. Ama mutlu sonlu prenses hikayesi de yok. Gerçekçi fakat. Adı manşetlerde değil. Paparazziler ile kavga etmiyor, kameramanlara şemsiye sallamıyor. Yine de dergi kapaklarından inmiyor. Mülayim ve uysal. Merak uyandırıcı. Tasarımcılar sadece "front-row"u ona vermiyor, adına çanta tasarlayıp özel geceleri ona emanet ediyor. Sahi hani del Rey'in  sesi yoktu? Yok, zaten moda ve endüstri içindeki isimler de birer illüzyon değil mi? Şarkılarında pırıltılı hayatlar yok, o kendi pırıltısını aldığı övgülerden yaratıyor. 

Dramayı da çok seviyor. Çünkü ona göre hikaye dramanın altında. Röportajlarda acıklı hayat hikayesinden bahsederken cümleleri bir kez daha okuma ihtiyacı duyuyorsunuz. Yoksa çekeceği bir sonraki videodan mı bahsediyor? Del Rey'in hayatı biraz da "Swimming Pool" filmi gibi "Biz nerede senaryodan kopup gerçeklikten uzaklaşıp Sarah Morton'un dünyasına geçtik. Bir yerlerde Lizzie Grant olarak başarılı olamayınca del Rey olarak yoluna devam etmek istediğini öğreniyoruz, ama bu kadar. Sınırlarını ne zaman çizdi, ne kadar çizdi bilemiyoruz. Ama hikayenin sonu olduğu belli. "Born to Die" ve sonrasında gelen "Born to Die: Paradise". Belki Paradise, Lost olduğunda del Rey gerçek benliği hakkında bahsettiğinde işte o zaman tüm pırıltı kaybolacak. Bir de daima bir şeylerde kaçıyor, ateşler içinde hem de.

Verdiği bir röportajda başka albüm yapmayacağını çünkü anlatacak şeyi kalmadığını söylemişti. Belki de senaryosunu yazdığı "Lana del Rey" filminin kabak tadı vermeden ağzımızda tek sezonluk Amerikan mini dizisi tadı bırakmasını istedi. Sonra da üstüne bolca düşünmemizi. O mağduru oynama taraftarı değil. Tüm bu şarkıların yazılmasına ilham veren eski erkek arkadaşı ona sorulduğunda o hiçbir şey demiyor. Dedim ya onun draması farklı. "-Are you in contact with your ex. - No, but yes with his mother. He's somewhere else, but um, around yes." Daha fazlasını öğrenmememiz için can attırıyo ama "Benden başka bir şey de alamazsınız!" tavrını takınıyor. Dedim ya işini iyi biliyo.

Amerikan rüyasını o da sonuna kadar yaşıyor. New York ruhu. "Video Games". Videolarda dalgalanan Amerikan bayrakları ve "National Anthem". Vintage bir ruh, istagramlanmış güzellik. Akadami Adaylığı bulunan bir senaryo hayatı onunkisi. Lana del Rey doğru yazılan senaryoyu, aynı zarafetle oynamaya devam ettikçe "The boys, the girls, they all like Carmen, cause she gives 'em butterflies."

25 Aralık 2012 Salı

TOP 20 SONGS

Tüm haftasonu evden çıkmadan izlediğim MTV Top 100 of 2004 vs vs diye geçen ergen yıllarım... Müziğin hayatımdaki yeri eskisi kadar ağır basmasa da aylar boyunca sadece 90'lardan kalan bir parçaya takılsam da elbette "anything popular is my friend". Türümüzü belirlediğimize göre baştan anlaştık sayılır.

20 Norah Jones // Miriam
Grammy'lerde tek bir gecede kucağa sığmayacak kadar ödüller kazanmak söz konusu jazz/ country albümü olunca 26 Milyon gibi olağanüstü başarılara imza atan bir de bunun üstüne "My Blueberry Nights"ı ekleyen Norah Jones son zamanlarda eski parlak zamanlarını yaşamıyor. Baharda çıkan "Little Broken Hearts"ın bana ulaşması sonbaharı bulmuştu. Belki de böylesi daha iyi olmuştu. Albümde yer alan "Miriam" senenin en smooth şarkısı olarak da liste başı olur.
19 David Lynch // Pinky's Dream
Lynch filmleri mi? Lynch müzikleri mi? Unutulmaz "Blue Velvet" sinir geren "Mulholland Dr." ve korkuyla gevşemenin bir arada olduğu "Twin Peaks" müzikleri. Lynch her ne kadar uzun süredir sinemadan uzak dursa da 2011 sonlarında çıkarttığı "Crazy Clown Town"dan yayınlamış olduğu aynı adlı şarkının videosuyla ortalığı pek bi rmeşgul etmişti. Ancak albümden "Pinky's Dream" tamamen farklı. Donna Hayward ve Diane Selwyn bir araya gelmiş gibi.

18 Metric // Youth Without Youth
Kanadalı indieci gençlerin beşinci stüdyo albümü olan "Synthetica" bu yaz benim de radarımdaydı. Konsere Türkiye'ye gelen grubun en popüler şarkısı "Youth Without Youth" biraz dans biraz indie. Bir de tam bir gençlik marşı.

17 The Weeknd // Montreal
2011 yılında art arda üç mixtape yayınlayan Kanadalı The Weekend geçtiğimiz kasım ise "House of Balloons", "Thrusday" ve "Echoes of Silence"ı "Triology"de bir araya getirdi. The Weeknd'i ne kadar beğenirsiniz orasını bilmem ama uzun zaman önce popülaritesi sönmeye başlayan R&B'yi daha kaliteli şekilde canlandırdığı açık. Ses biraz MJ biraz Usher. Albüm kapakları konusuna girmiyorum bile. Favorim "Echoes of Silence"tan "Montreal".

16 Calvin Harris ft. Florence Welch // Sweet Nothing
Rihanna, Ellie Goulding, Usher ve Kelis Harris'in son zamanlarda çalıştığı en popüler isimlerden. Ancak ortaya çıkan işlerden en başarılısı kuşkusuz Florence Welch ile kaydettiği "Sweet Nothing".

15 Florence & The Machine // Spectrum
"Lungs" ne kadar güzeldi. "Ceremonials" daha da güzel. Jesus-like tavrıyla her bir şarkı kendine özel, her bir video "oh my my". Yeni albüm isteriz Florence!

14 Muse // Survival
Londra Olimpiyatları'nın resmi şarkısı olan "Survival" "The Resistance" kadar güçlü olmayan ancak ona çok benzeyen kardeşi "The 2nd Law"da da yer alıyordu.
13 Grimes // Oblivion
Kanadalı Claire Boucher 2012'nin en iyi yeni olmayan yeni çıkış oldu. Dazed kapağındaki tavrı, popülaritesi şarkılarından daha fazla olan videoları.

12 David Guetta feat. Sia // SheWolf (Falling to Pieces)
Yıllardır aynı şarkıyı yaptığını sandığım Fransız DJ Guetta'dan sonunda yeni bir şarkı. Yanında ise Avustralyalı Sia. Videoda ise kurtlar, dağlar, grafikler. Ne kadar beğendiğimi anlatamam.

11 Gotye feat. Kimbra // Somebody That I Used to Know
2011 yazına ait bu parça sene içinde bu kadar popülerken ardından hala dinlenilmeye devam ederken 2013'te de favori olmaya devam eder mi? Eder.

10 Alanis Moristte // Numb
Senenin en iyilerinden olan "Havoc & Bright Lights" demir gibi bir albüm. "Celebrity", "Guardian" en favorilerimden olsa da "Numb"ın yeri bambaşka. Sonbaharda ilaç gibi gelmişti.

9 Azealia Banks // 212
Aslında listede olması gereken sadece Banks. Çok mu sinirlendiniz. Küfür edemiyor musunuz. Azealia Banks'ten kaçırılmayacak fırsat. Açın şarkılarını ve ona eşlik edin.

8 Walk off the Earth // SummerVibe
"Akdeniz Akşamları"nın Amerikacası ama olsun. Dinlerken sen bir rahatla, bir huzura kavuş. Bir ayaklarının fotoğrafını çekerek instagram'da paylaş. Valla yaz bambaşka. Hem geçtiğimiz yaz Küçükçiftlik'teki performansları da 10 numaraydı.

7 Carly Rae Jepsen // Call Me Maybe
Şarkı; listenin 20 numarasında olsaydı beni ciddiye almaz ve sayfayı kapatırdınız diyerekten bu kadar tepede. Senenin ilk yarısı boyunca şarkının abaza bir siyahi rapper tarafından söylendiğini sanmıştım. Haziran'da tanıştığım zaman ise kendisinden kopamadım. Sonra bir de gizliden gizliye şarkı her çıktığında televizyonun sesini falan açtığımı fark ettim. (Allasen TV'den şarkı mı dinlenir dediğinizi duydum!) Her neyse sonra Amerikan Olimpik Yüzme takımı ve A&Fitch'ciler de şarkıyı parodileştirdiğinde engel olamadan dinlemeye devam ettim. Merak etmeyin indirmedim ve iPod'uma koymadım. Hem "Gangnam Style" dinleyenler olaraktan beni eleştiremezsiniz.

6 Arcade Fire // Abraham's Daugher
"Hunger Games"de Jennifer Lawrence sonrasında en dikkat çekici şey elbette filmin müzikleriydi. Taylor Swift yapmış olduğu soundtrack'le ödül sezonunda öne çıkadursun Arcade Fire'ın şarkısı mitolojik atmosferiyle ağırlığını koydu bile.

5 Adele // Skyfall
Son filmlerle kuruyup gitmiş bir geleneği yeniden canlandıran Adele sadece senenin en iyi şarkılarıdan birini yapmakla kalmadı aynı zamanda Bond tarihine de adını yazdırarak "Bööö Adele'den Bond şarkıcısı mı olur!" diyenleri de morartı. Jack White cooldu da ne oldu?

4 Madonna // Girl Gone Wild
8 Haziran akşamı hala aklımdayken videosuyla "AfterTaste"in en büyük örneği olurken koşu bandında bana yegane enerji veren şarkıdır kendisi. Ye he ye, yei ye!

3 Drive Soundtrack
Bütün kışı, ardındna bütün baharı, ardından bütün yazı, ardından bütün sonbaharı ve ardından yine başlayan bütün kışı Kavinsky/ Lovefoxx "NightCall" ile geçirdim diyebilirim. Deri eldivenler ve onun getirdiği hava, soğuğu içinize çekin ve yollara düşün. Ardından Desire ve "Under Your Spell". Bir de Chromatics ve "Tick of the Clock".

2 Rihanna // Diamonds
Rihanna'nın tekrar Rihanna olduğu şarkıdır. "Man Down" kadar etkileyicidir. Tılsım atlarda mı yıldızlarda mı orasını bilemedim.

1 Lana del Rey  // Born To Die - "Summertime Sadness"
100 şarkı sıralarsın neden sevdiğin üzerine uzun uzun konuşabilirsin. Sıra zirveye geldiğinde belki de sözlerin yetmiyeceğinden mi korkarsın bilemedim ama zirveyi Lana del Rey dışında bence kimse hak edemezdi. "Blue Jeans", "Born to Die", "Summertime Sadness"  ve "Ride".

24 Aralık 2012 Pazartesi

DERGİNİZİ NASIL ALIRDINIZ?

Derginizi nasıl alırdınız? Print? Yoksa dijital?


2012 insanlık tarihi açısından olmasa da yayıncılık dünyası adına birçok evrim geçirdi. Endüstri içerisinde bir dönüm noktası da diyebiliriz gerçi. Apple'ın ilk iPad'i piyasaya sürmesinden bu yana gelişen dijital dergicilik ya da daha spesifik olarak aplikasyonlu yayıncılık maymundan evrilen insanlar gibi şematik olarak aşama kaydetti. 


Öte yandan 80 yıllık geçmişi ardından Newsweek son sayısını yayımladı. Yoluna dijital olarak devam edecek olan dergi lütfen aklınıza "dijital dünya, basılı medyayı ezdi" söylemini getirmesin.

Dergilerin bundan böyle daha fazla dijital medyaya kayması aslında daha fazla bütçe odaklı bir nokta. Dijital medyanın daha baskın çıkmasının tek nedeni dergi gruplarının bu işe daha az para harcamış olması. Öte yandan ilerki yıllarda artan çevrecilik psikolojisi de belki büyük şirketlerin fendini yenerek patronlara kağıda veda etmelerini söyleyebilir.

Yazıyı yazmak aklıma geldiğinde birkaç da bilimsel veri eklemekten zarar gelmeyeceğini düşündüm. Biraz dağınık gerçi. Biraz da fazla yüzeysel. Veriler WWD ve BOF tarafından.

  • Yeni nesle geçme konuısunda en hızlı davranan dergi Interview oldu. Grup ilk iPad'in çıktığı yıl Nisan 2010'da aynı gün dergisini dijital ortamla tanıştırdı. Aralık 2009 sayısını iPad'de sunan Amerikan GQ ise 365 kopya satmış.
  • 2010 yılının sonuna doğru açıklanmaya başlanan ilk 6 aylık dergi satış grafikleri ise bütün gazetecilere "Is printed media suffering/ dying" başlığını attırıyor. Neyse ki korkulacak bir nokta yok. Zira aslında bir anlık heves.
  • Yine 2010 yıllının ilk 6 ayında GQ, Men's Health ve Glamour'un iPad satışları iyi olsa da ortaya çıkan sonuç print satışların ancak yüzde 1'ine eşit geliyor. Yani yine korkulacak bir şey yok.
  • Conde Nast'a ait Wired ise çıkartmış olduğu ile app ile ilk hafta sonunda 102,888'lük satış grafiğini elde edince grup yeni düzen için kolları sıvamaya başlıyor.
  • Şaşılacak bir diğer nokta da 2011 yılında basılı dergilerdeki artan satış ve reklam oranı.
  • İlk heyecan geçtikten sonra da sonuç iPad için hüsran.


Dazed Group'un arkasında olan Dazed& Confused, Another ve Another Man yayıncısı Jefferson Hack ise şöyle diyor  “For me, the web is about the moment and the magazine is much more about what I feel is the collective memory. The magazine becomes a souvenir of what’s happening in the moment. The collective memory is what you keep. Magazines won’t disappear, they’ll almost become more important in some ways.”


Biraz da karşılaştırmalara gelelim.
iPad edisyonları sadece dergiyi hazırlayanlar için değil satın alanlar için de büyük kolaylık. Maddi açıdan bahsediyorum. Print versiyonları Türkiye'de bulunmayan birçok dergiyi iPad'den satın almak her dergi sever için çok büyük bir lütuf. Amazon'dan satın alacağınız tek bir Bullet Magazine sayısı kargo ücreti içine dahil olmadan 15 dolar iken iPad'den tek bir sayıyı 5/15 TL'ye alabiliyorsunuz.

Kolaylıklar bununla da sınırlı değil. Tanıtılan filmin fragmanı, eleştirisi yazılan albümden şarkılar, sanatçıların web site linkleri yazıların içinde interaktif bir şekilde duruyor. İnternet ve dergi birleşiyor. Dijital ortamda olan haberler ve yazılar aplikasyon ya da web site fark etmeden çok daha kolay paylaşılıp okuyucu bulabiliyor bence. "Bu ay x dergisinde çok güzel bir yazı var" yazdığınızda belki fazla hevesli bir iki kişi sizden scan etmenizi rica edecektir, bir iki kişi de gidip satın alacaktır. Ama ben mesela dünyada gelişen tüm gündelik olayları da twitter'da paylaşılan linklerle takip ediyorum.

Öte yandan aplikasyon dergileri her an masanızın üzerinde duran ve canınız sıkıldığında sayfaları karıştırıp okuduğunuzda aldığınız hazzı vermiyor. Ancak iPad'de duran dergi belki okurum diye çantanıza attığınız ancak ağırlık dışında hiçbir katkı sağlamayan dergiler önünde yine 1-0 önde. Ancak en favori dergimi gidip de köşedeki gazeteciden alıp eve geçip okumanın keyfi de başkadır. Ki bu hazzı herkes anlamaz.

Bu da aklıma başka bir şeyi getiriyor. Dergi okuyucu grupları. Bu gruplar kimlerdir.
A) Koşulsuz şartsız herkesin favori dergisi vardır. Kapak ve konu içeriğine bakmadan aldığınız. Mesela bu dergi ağzıyla kuş da tutsa beni iPad app'iyle kandıramaz.
B) Yolda giderken okuyayım, yarım saat sonra arkadaşım gelecek dergi okuyarak vakit geçireyim kitlesi. Kesinlikle iPad daha cazip elbette.

Dergiyi aldığınızda içiniz kımıl kımıl oluyorsa, sayfanın kokusu kahveninki kadar cazipse sizin için de asla print ölmez. Sorarım size iPad'de okunan dergi bittikten sonra ne oluyor? Ya basılı dergi?

Ancak şu var. Her dergi nasıl bir internet sitesine, twitter hesabına, facebook sayfasına ve bloga ihtiyaç duymak zorundaysa bir iPad edisyonuna da sıcak bakmalı.

Basılı medya ölüyor başlığı, basılı medya için bile her zaman atması cazip bir başlık olarak yoluna devam edecek. Yeni çağın en popüler polemiğini bundan sonra daha sık göreceğinize de emin olabilirsiniz.

20 Aralık 2012 Perşembe

2013-13 WISH


Madde 1: Söz uçar. Yazı kalır. Yazıyı "yayınla" tuşuna basmadan önce word'e kaydet ve print al. Çalışma masanın dayandığı duvara yapıştır. Hayalleri gördükçe mutlu ol. Gerçekleştirmek için bahanen de olur. Biliyorsun ki yapılacak işlerin üstünden Faber Castell fosforlu sarıyla geçmeden için rahat etmez. Üstünden geçtikçe daha da mutlu ol. 

  • Altını çizdiğin cümleleri bir kenara not et. Ya da filmler bittikten sonra muhakkak geri dön. Sonra google'da araması zor oluyor. Boşa değil. Yazı yazarken işin kolaylaşır. 
  • Pinterest'i gerçek hayata taşı. Bir scrapbook yapmak bu kadar zor olmamalı.
  • Blogun minimal ve amatör ruhu çok güzel olsa da profesyonel duran bir website için kolları sıva. 
  • Bu iş aplikasyonla olmaz. Amazon denen bir şey var. Az ulaşılır dergileri ordan sipariş ver.
  • O dergileri ayakkabı kutularından, sehpa altlarından, çorap çekmecilerinden kurtar. Koca bir kütüphaneyle kitap ve DVD'leri de bir araya topla.
  • İzlediğin film sayısını en az 100 tane artır. Ayda 3 kitap. Zor olmamalı.
  • Güzel bir fotoğraf makinesine hayır deme. Aklımdaki fikri gerçekleştirmek için Polaroid şart.
  • Barcelona 10'lu yaşlarının ilk yıllarından beri sahip olduğun en büyük hayal. (Dergici olmak dışında). Bunu bu sene yap.
  • Kuzey'e gitmekten de korkma aslında. Yani daha fazla gezmenin hiçbir zararı yok. Ancak o zaman film ve kitap sayısında ortak bir paydada buluşabiliriz.
  • Herhangi bir yerden (Kaliteli olmak şartıyla) bir gazetecelik/ editörük yada dijital medya üzerine ders al. Conde Nast College öncelikli hayal tabii. 
  • Sinema eleştirmenliği üzerine bir şeyler yapmak da çok hoş olurdu. Üniversite son sınıfta aldığın tat, hala ağzında. Biliyorsun bunu.
  • Givenchy'den herhangi bir şey odanda olsa mutlu olurdun biliyosun bunu. 
  • Kolaj sanatçılarıyla tanış. Onlardan birşeyler öğren.

19 Aralık 2012 Çarşamba

THE ATTITUDE LIST

Geçen ay "net tavır sahibi" olmaktan bahsetmiştim. Her zamanki gibi plananlanan yazılar taslaklarda kaldı. Blog yazmak zor. Neyse ki bu ay da "listeleme" zamanı. En azından taslaklarda kalan bir yazı, listelerle gücünü birleştirerek yeniden hayat buldu.

Peki nedir bu Attitude List. 2012'de tavrı/ tarzı olan her şey. #allahuekberwohoo dedirtiren şeyler de diyebilirim.


10 İlham veren Siteler
Onlara bakmadan zaman ve gün geçmiyor. Slamxype, Designboom ve Nowness. Genel yayın yönetmenlerinin sahip oldukları tavra hayranım.

9 Jefferson Hack
2012 yılında birçok editörle tanışma şansı edindim. Tanışma derken kimiyle gerçekten tanıştım, kiminin sadece 10 metre uzağında bulundum.Istancool geçtiğimiz sene yoluna IstFestival olarak devam etti. Konukları arasında pek şahane Jefferson Hack de vardı. Dazed& Confused'u nasıl kurduğunu okuduktan sonra hayranlığım on kat daha arttı. Üstelik Another ve Another Man de ondan sorulur. Saçlar ayrı tarz zaten. Kate Moss'a çocuk bahşetme rivayetine girmiyorum bile. İki çift laf edip endistürünün belini kırmayı da isterdim ama o sahnede Pınar Yolaçan'la söyleşirken ben onun fikirlerini hayal etmeye devam ettim.
8 Power Boobs Activate
Listeyi hazırlayana kadar hiçbir zaman izlediğim ya da okuduğum şeylerde beni etkileyen karakterler kadın mıdır erkek midir diye düşünmedim aslında. Aslında hala kafa patlatmıyorum bu konu üstüne, ama şöyle bir gerçek var ki en baba kadın karakterlerden feci etkileniyorum. Mesela "The Good Wife"tan Kalinda Sharma. Üçüncü sezonun kapanış sahnesi bile yeter. Ya da "the Avengers"taki Black Widow Scarlett. Ki mesela Scarlett'ten pek hoşlanmam. Orjinalini izlemedim ama Anne Hathaway ve Cat Woman tiplemesi de oldukça baştan çıkarıcıydı. Son olarak Rooney Mara'nın portrelediği "Ejderha Dövmeli Kız". Tüm zamanların en net tavır sahibi karakteri olarak da herkesi ezer geçer.

7 Carine Roitfeld
Madem editörlerle başladık listeye Carine ile devam edelim. -Yine- IstFestival'de tanıştığım? glossy eyed'ın yanına gidip Vogue Paris 90. yıl özel sayımı imzalattım. "Bonjour!" dedim. Çok sevdiğimi belirttim. Göründüğü kadar yaşlı değil, beklenildiği kadar kibirli değil. "Emmanuelle ile aranız açılmasın, birgün ben de sizinle çalışmak isterim" diyemedim ama sonuçta dünyanın en ilham verici insanı, dünyanın en bir numara editörlerinden birinin kaleminden damlayan mürekkep şu anda bende.

6 Kate Moss
Aslında sadece Kate Moss da değil. Londra Olimpiyatları'yla ilgilenmiyorsanız bile açılış/kapanış seremonilerini izlemişsinizdir. David Gandy, Naomi Campbell, ama daha da önemlisi Stella Tennant ama en önemlisi Kate Moss. Alexander McQueen'in altın elbisesi içinde salınırken ve poz verirkenki hallenmeleri. "She knows how to fuck."

5 Vogue Paris
Tavrı olan yegane mainstream dergi. Her zaman söylüyorum sanırım genel yayın yönetmeni olmann en güzel yanı herkesin sizin fikirlerinizi merakla beklemesi. Dahası yön verme gücünüz. Dahası ortaya çıkarttığınız işin tamamıyla sizin bakış açınız olması. Grammy'lerde çıkıp bütün endüstri önünde şarkınızı söylemek gibi. (Burada elbette egolara da ayar vermek gerekiyor. her neyse konu bu değil.) Roitfeld her ne kadar da editöryal başarı anlamda harika bir dergi yaratsa da Emmanelle Alt'ın bakış açısını kimseyle değişmem. Aralık/ Ocak 2012'deki müzik sayısında kendi duruşuyla bütünleşen şarkıları derginin tarzı ve tavrıyla birleştirdi. Yine bunu web siteleriyle harmanladı. Mayıs'taki Cannes ve Fransız Sinema Endüstrisinin kutlanıldığı sayıda en tavır sahibi Fransızları dergiye çağırırken Ağustos sayısında Paris'i kutladı. Onun dinlediği müzik, izlediği film, okuduğu kitaplar ve Paris. Dergi işte bu yüzden bu kadar ilham verici.

4 Oldies But Goldies
Patti Smith "Banga"yı yayınladı. Grace Coddington moda dergilerinde yer alan en ilham verici editöryalleri yaptı ve Christmas Wish List'in zirvesinde olan "Grace: A Memoir"i yazdı. Vivienne Westwood bir kez daha çılgın ve sinematografik olduğunu yapmış olduğu kıyafetler ve Juergen Teller'la hazırlamış olduğu kampanyada herkese gösterirken Isabelle Huppert başta "Amour" olmak üzere yıl boyunca bana izlettiği her filmle kendisine aşık olmamı sağladı. Ve Huppert ekolünden bir isim daha Charlotte Rampling. Nedense onun oynadığı filmler hep favorilerim.
3 Marina Abramovic
"the Artist is Present"ı izlemek Marina ile olan aramızdaki bağı Jefferson Hack ile aramızda olan 20 metrelik uzaklıktan bile daha yakın kılıyor. Sanatçının retrospektifi niteliğinde olan filmi sanki yapıma hazırlayan ekiple beraber çekiyormuşsunuz gibi birebir izliyorsunuz. Sonra da "Tanrım Marina'nın yanındayım!" diyor, dikilen tüyler eşliğinde ağlıyorsunuz.

2 Charlotte Gainsbourg
Bir cumartesi akşamı. Sıcak/serin yaz. Yer Küçükçüftlik. Zayıf v soluk tenli bir Fransız. Beyazlar içinde. Periler gibi. Siyah Balenciaga'lar. Utangaç, mızmız, sessiz. Bir o kadar da sert duruşu var ama. Oh "Heaven can wait". Çünkü canlı canlı Charlotte Gainsbourg'u izledim/ dinledim/ gördüm.

1 Jane Birkin
Mevsimlerden kış. Okul tatil. Hava yağmurlu. İngiliz ikon. Fransız peri. Jane Birkin Babylon'da. Dünyanın en meşhur ailesinin iki üyesini gördüm. Daha ne olsun? Kimse Birkin'den daha karizmatik bir insanın var olduğuna beni inandıramaz. Cool zarafet.

17 Aralık 2012 Pazartesi

TOP 10 FASHION MAGAZINE COVERS OF 2012

Senenin en iyi dergi kapaklarında geldik son raunda. Aynı zamanda en zorlandığım listenin bu olduğunu da tahmin edebilirsiniz. Zaten diğer üç listenin hazırlanmasına bu liste ön ayak oldu.  Başta anlaşalım dünyanın en saf güzelliğine sahip olan Hollandalı Lara Stone'u kategori dışı bırakmak zorunda kaldım. Yoksa top 10'umu kendisine ayırabilirdim. Noomi Rapace'ten hiç hoşlanmadığım için Dazed&Confused'un Haziran kapağı da çöpe gitti. Oysa ortaya çıkan iş pek şahaneydi. Gisele Bündchen'in kapakta yer aldığı seksi mi seksi Vogue Paris; Haziran/ Temmuz kapağını, Metal; Fall issue ve Penenlope Cruz'lu Bazaar USA Subs Cover'ı neden seçmediğimi de bilmiyorum. (Yer yok yer.)

Her neyse. Son listenin geri sayımına başlamadan önce hatırlamakta fayda var.

#10 Interview: September // Emma Stone by Mikael Jansson
Rus ancak özellikle de Alman edisyonları bir anda markanın değerini baltalamaya çalışırken Amerikan edisyon bu lekelemeden sıyrılmak adına arka arkaya senenin en iyi kapaklarını üretti.  K-Stew/ Charlize, Brad Pitt, Fassbender ve G Hedlund kapakları buna en iyi örnekler. Derginin eylül kapağı Emma Stone'u hiç olmadığı kadar farklı gösterirken kapak Sade'nin "Soldier of Love" kapağının fotokopi çekilmiş halini anımsatıyor.
   
#9 Flair: October //Mariacarla Boscono by Juergen Teller
Geçtiğimiz sonbahar "relaunch" edilen Flair ilk sayısında "play safe" mottosunu uygulayarak ortaya şahane bir kompozisyon çıkartmıştı. Teller'ın kadrajı, kurgu, renkler ve hamile bir Mariacarla. The goddess of fertility.

 #8 Garage: Fall/ Winter // by Nick Knight
Dasha Zhukova'nın sonsuz kreatif düşüncüleri doğrultusunda yayıma hazırlanan Garage; Nick Knight önderliğinde teknolojinin tüm nimetlerine atıfta bulunarak senenin en dikkat çekici kapaklarından birini sunuyor.

#7 W Magazine: March // Kate Moss by Steven Klein
Moda'nın kutsal kitabı kapakta "Kutsal Kitap" göndermesi yaparsa. "The Devil Inside Her" mü? Yoksa "Good Kate?" mi seçiminiz. Çarpıcı olması bakımından başka hiçbir kapak bu sayının önüne geçemedi.

#6 Oyster: October // Hanne Gaby Odiele by Will Davidson
2012 yılında birçok derginin "Let's get digital", "Let's get surreal" ve "Let's get graphic" dediğini görmüşsünüzdür. 101. sayısında Oyster da açtıkları yeni döneme yeni sanat anlayışıyla merhaba diyor. Renkler biraz da sulu boyayı çağrıştırıyor. 

#5 V Magazine: Winter // Scarlett Johansson by Jean Paul Goude
Kuşkusuz yılın en kreatif kapağı. Son zamanlarda sıkça "V shaped" obje ve "o an"lara kendimi şartlayıp bu tarz kareleri yakalamam konusunda bana ilham veren V belki de uzun zaman sonra ilk defa bu kadar güzel bir kapak yaptı. Fikir önceden tasarlandı mı? Yoksa kendiliğinden mi gelişti merak da etmiyor değilim. Ama tek kelimeyle "Harika ya!"

#4 Dansk: Spring/ Summer // Freja Beha Erichsen by Christian Brylle
Moda dergilerine hep az biraz "affordable art" ya da "ulaşılabilir sanat" olarak bakmışımdır. Bu yüzden editörlerden de ricam olucak. Ses getirmek için paranızı Testino gibi yaratıcılıktan yoksun büyük fotoğrafçılara yatırmakla vaktinizi kaybetmeyin. Türü ne olursa olsun "Makalesiz dergi bir hiçtir!" Türü ne olursa olsun "Dergide basılan her fotoğraf sanat eseri niteliğinde olmalıdır." Danimarkalı Dansk 10. yılını 12 farklı kapakla kutluyor.

#3 Pop: Fall/ Winter // Sui He by Viviane Sasssen

Bir benzeri Acne'den gelmişti. Olsun akıllara zarar. "I am an art object!"

#2 Vogue Türkiye: Kasım 2012 // Taner Ceylan  
Ohh Persephone!
What a fragile
Yet strong persona
you do have!
Dark as Hades
Delicate as Spring!
Mart 2011'de "Bir senedir biz cüret ediyoruz!" mottosuyla birinci yaşını kutlayan Vogue Türkiye asıl cüretkar adımı geçtiğimiz ay attı, sadece Vogue tarihine değil Türk dergicilik tarihine de cüretkar bir iz bıraktılar bu sayede. Angelina Jolie, Lara Stone, Natasha Poly ve Leatitia Casta ile yılın en iyi kapaklarını hazırlayan Vogue Türkiye son noktayı ise Taner Ceylan ile koydu. Sayı şimdiye kadar hazırlanan en iyi içeriğe sahip olurken sadece Türk Vogue'u anlamında değil tüm dergiler açısından da senenin en ilham verici dergi sayısı oldu.

***
Zirveye geçmeden önce ise şunu söylemek isterim. Sene boyunca "mainstream moda dergisi" kapsamında en iyi dergi kapaklarını hazırlayan Harper's Bazaar İspanya'yı okuyabilme fırsatı bulduğumda aslında içerik anlamında beni şaşırttığını gördüm. O ihtişamlı kapakların altında meğer cılız içerikle yatıyormuş. Dolayısıyla kapağa geçmeden önce de şunu sıralamak isterim.
İçerik anlamında hazırlanmış en baba-ilham verici "Haydi, let's save the world!" dedirten sayılar şunlardır.
Bristish Vogue September Issue
Vogue Paris May
Love Magazine Fall 
Interview October/ November
Vogue Hommes Int. Fall/ Winter
Vogue Türkiye November
***
#1 Vogue Italia: February // Laura Kampman by Steven Meisel
Başarılı kapaklar ve ilham veren işler açısından 2011 yılında ivmesi düşen Vogue Italia 2012'de 12'de 11 muhteşem kapak yaptı. Geri kalan bir tanesinde de Isabella Rosellini'yi kapağa çıkarttı. E daha ne olsun!
Konsept işler. Konulu kapaklar. Bir de Gordon von Steiner'ın hazırlamış olduğu muhteşem kapak videoları. Bir numaralı aktrisler, en yeni modeller. Fotoğraftan sanat yaratan isimler ve Franca Sozzani'nin geniş bakış açısı. Sen çok yaşa Vogue Italia.

PS: Love Magazine'i listede görememiş olabilirsiniz.
O halde
Spring Summer, Birbirlerine sarılan Kate Moss ve Lara Stone
Fall Winter, Ayrı ayrı Lady Mary ve Lady Sybil, Downton Abbey Cast kapakları
eh pardon da 
GERİ KALAN HER ŞEY İÇİN MASTERCARD 

14 Aralık 2012 Cuma

GOLDEN GLOBE ADAYLIKLARI

Eyaletler ve birlikler birer birer "eleştirmen" ödüllerini açıklayadursun mainstream ödüllerin adaylıkları da bizlere "Christmas ruhu" gibi "Oscar Ruhu"nu yavaş yavaş aşılamaya başladı. Geçtiğimiz günlerde açıklanan Indie Spirit Adaylıklarından sonra dün ve bügün açıklanan Screen Actors Guild Awards ve Golden Globe adaylıkları 24 Şubat gecesi karşılaşacaklarımıza dair birkaç ipucu vermeye başladı.


"The Master" ve "Anna Karenina": PR ve ses getirmek açısından yayınlanmadan önce haklarında çok fazla yaygara koparılsa da ikisi de ödül sezonunu domine eden filmler olmaktan çok öte bir yerlerde.

Nasıl ki Türk izleyicisini 10 numaradan vurmak için ağlak olmak şart Amerikan izleyicisini kendine çekebilmek için de savaş ve Irak üzerine bir şeyler söylemek gerekiyor. Karşısındakiler yılın en iyi yapımları olsa da "Zero Dark Thirty"nin tüm ödülleri toplayacak olma bahisleri bir hayli yüksek. Öte yandan filmi bu denli itici kılan bir diğer özellik de Kathryn Bigelow'un iki sefer üst üste aynı hikayeyi çekmiş olma hevesi. Jessica Chastain ardı arkası kesilmeyen başarılı rollerle ödül anlamında emeğinin karşılığını pek alamasa da yine bir savaş filminde oynuyor oluşu onun da yüzünü güldürebilir. Yine de muhtemelen izlemeyeceğim filmle ödül alması performansını kaçıracağımdan da bünyemde derin yaralar bırakacağa benziyor.
Salmon Fishing in Yemen
Komedi/ Müzikal dalı ise şahsen benim yüzümü en fazla güldüren kategori oldu. Ewan McGregor ve Emily Blunt'ı bir araya getiren "Salmon Fishing in Yemen"in ve muazzam oyuncu(luk)ların yer aldığı "The Best Exotic Marigold Hotel"in paspas altı edilmemiş olması çok hoş. Öte yandan indie duruşu "Moonrise Kingdom"ı diğer büyük yapımların yanında ezdirmediği için de alkış. Akış bakımından çokça MK'a benzettiğim "Beasts of the Southern Wild"ın da listede -kadın oyuncu dalında bile- yer almayışı üzücü ama. (Gerçi onun dalı bura değil de MK bilinç akışı yaptırdı.)

Ewan McGregor'un oynadığı yapımlar ödül sezonlarında daima ön plana çıksa da kişisel idolümün kırmızı halı üzerinde henüz doğru dürüst bir heykelcikle poz veremeyiş oluşu benim canımı çok sıkıyor. "Versatility" anlamında çağın en büyük aktörlerinin başında gelen McGregor'un kara bahtı Leonardo Di Caprio ve Brad Pitt ile yarışır. Yine "Killing Them Softly" ve Matthew McConaughey'nin ortalıklarda olmayışını da garipsedim.

Öte yandan fragmanının tüm filmi ele verdiğini var sayarsak -gerçi önermenin durumla bir alakası yok ama- Naomi Watts'ın "The Impossible" ile bu denli gündeme gelişi pek şaşırtıcı. Rakiplerinin Chastain, Cotillard ve Mirren olduğunu var sayarsak hele ödülü kazanma şansı ne derecedir orası tartışılır. Bir de Naomi Watts bana hep çok silik gelir. "Funny Games", "Eastern Promises" ve "21 Grams" gibi yapımlarda yer alsa da hep bir B sınıfı oyuncusu gibi. Kaderini belki de "Diana" değiştirir.

Kariyerinin başındaki "Burning Plain" performansı hemen arkasından gelen "Winter's Bone" ve "Hunger Games"deki performansının bile ihtiraslı olduğunu var sayarsak "Silver Linings" ve Jennifer Lawrence çoktan merak edilenler listesinin zirvesine oturdu bile. Bradley Cooper da umarım hak ettiği yeri edinebilir.

Müzik dalları her zaman için bana karışık gelse de Adele'in liste içinde olması sevindirici. En büyük rakibinin Taylor Swift oluşu olayı bir anda Grammy'lere çeviriken "Snow White" ile Florence Welch'i ve yine "Hunger Games" ile Arcade Fire'ı görememek üzücü.

Son 10 senede seyretmiş olduğu animasyon yapımları bir elin beş parmağını geçmeyen beni çok eğlendiren "Hotel Transylvania"yı listede görmek de yine yüzümü güldürenler arasında. (Bakınız. nasıl da ufak şeylerden mutlu oluyorum). Öte yandan yurdum vizyonunda filmin Türkçe dublajlı oynatılması ise filmi antipatik bulanların gayet tabii sebebi olabilir. Transylvania'da Karadeniz aksanı?
Amour
Yüzyılın en sıkıcı filmi dalında başı çeken "En Kongelig Affeare" (gerçi daha önce de bahsettiğim gibi IKSV'nin filmi pazarlayış yöntemleri festivallerde izlenen birçok filmin beğenilmemesine sebep olabiliyor) Yabancı Filmler dalında aday olurken izlerken hissizleşmenize ardından kopup gitmenize ve donakalmanıza neden olan "Amour" - henüz "Rust& Bone"ıu (Rag&Bone değil. Dikkat) izlememiş olsam da bence kategorinin galibidir. Öte yandan kadın oyuncu yarışında olan Emmanuelle Riva'nın da ne kadar ileriye gidebilecğini görmek için sabırsızlanıyorum.

Televizyona gelince; "The Good Wife"a büyük haksızlık yapan Hollywood yabancı basını bir kez daha Julianna Margulies ve Archie Panjabi'ye adaylık verse de bir terbiyesizliği de Christine Baranski'ye yaptı. Alan Cumming'in de yine hiç adaylık elde edememiş olması büyük ayıptır.

Yeni dizilerden "Girls" ve "The Newsroom"un gözden kaçmaması da pek şahane. Yalnız drama'da TGW'a yapılan haksızlık komedi de "Parks & Recreation"a yapılmaya devam ediliyor. Üstelik bu sezon bir anda attan popülaritesini de düşenecek olursak bu görünmez gelinişliği şaşırtıcı.

İçimden çok büyük bir his Michelle Dockery'nin ödülü alacağını söylese de kategorinin gerçek galibi Margulies'dir. Komedi dalında ise akademi umarım Amy Poehler'a ödül vererek bir ölçüde ayıplarını kapatır. Bu arada diziden başka isimlerin de aday olmayışı üzücü.

Maggie Smith bir kez daha her koldan aday olurken (sen ne yüce bir insansın) "Modern Family" varlığını korurken, "Game of Thrones" tamamıyla  silinip giderken Nicole Kidman ve Julianne Moore rekabeti burada da devam ediyor. Umarım yine ödülü kucaklayan isim Moore olur (Lange aradan zıplamasa bari.)
The Girl
Sienna Miller'ın ödülü kapabilme adına hiç şansı olmasa da filmografisnin en iyi performansını sergilediğini belirtmeliyim. Zira kendisi benim için bugüne kadar hep Jude Law'ın sevgilisi ve "September Issue"nun kapak yıldızı olarak varlığını sürdürüyordu. Bu bağlamda yine "The Girl" aday olmuş oluşu da pek sevindirici şeyler arasında.

Aralık ayı itibariyle filmlerin yüzde 98'ini göremeyen biri olarak adaylıkları eleştirmek gerçi pek de doğru sayılmaz. Bu iş bu seviyedeyken biraz fun-boy'lukla sınanıyor sadece.

Ödül gecesi görüşmek üzere.

10 Aralık 2012 Pazartesi

CAMDAN HİKAYELER

"But the object that most drew my attention, in the mysterious package, was a certain affair of fine red cloth, much worn and faded....It had been wrought, as was easy to perceive, with wonderful skill of needlework....This rag of scarlet cloth,- for time and wear and a sacrilegious moth had reduced it to little other than a rag,- on careful examination, assumed the shape of a letter. It was the capital letter A. By an accurate measurement, each limb proved to be precisely three inches and a quarter in length. It had been intended, there could be no doubt, as an ornamental article of dress; but how it was to be worn, or what rank, honor, and dignity, in by-past times, were signified by it, was a riddle which...I saw little hope of solving."

"The Scarlet Letter", Nathaniel Hawthorne

"The  history of Don Quixote de la Mancha, written by Cid Hamet Benengali, an Arabian author."

"Don Quixote", Miguel de Cervantes

"It's a revelotion to compare Menard's Don Quixote with Cervantes'. The latter, fot example, wrote (part one, chapter nine):
...truth, whose mother is history, rival of time, depository of deeds, witness of the past, exemplar and adviser to the present, and the future's counselor. Written in the seventeenth century, written by the "lay genious" Cervantes, this enumeration is a mere rhetorical praise ofn history. 
Menard on the other hand, writes:
...truth, whose mother is history, rival of time, depository of deeds, witness of the past, exemplar and adviser to the present, and the future's counselor. "

"Pierre Menard Author of the Quixote", Jorge Luis Borges

Çevirmen, editör ve yazar. İç içe geçmiş kavramlar. Labirenti anımsatan post-modern anlatılar. Anlatılacak başka şeyler kalmadığından mı yoksa harfler birebir dikte edilse bile başkası tarafından -yeniden- yazıldığında duygular ve anlamlar değişiyor mu? Bu durumda bir kez daha John Barth ve "Lost in the Funhouse"a göz atsak yararı var.

Her neyse. Hikaye içinde hikaye kurgusu ve bulunan "lost manuscriptler" ve "yanlışlara bile dokunmadan aynısı temize geçirdim" gibi cümlelerin de geçtiği "The Words"ün bana bir moodboard şeklinde anımsattıklarıydı yukarıdakiler.

Bradley Cooper, Ben Barnes, Zoe Saldana, Olivia Wilde, Dennis Quaid ve Jeremy Irons'ın bir araya geldiği film "The Words" tam da yukarıda alıntıladığım yerlerle birebir uyuşan bir film.

Filmin ilk katmanında Dennis Quaid bulunuyor. New York'lu orta yaşlı bir yazar. Hikayesi ise Bradley Cooper ve Zoe Saldana üzere kurulu. Bradley Cooper'ın karakteri ise coollukta (tamam climax sayılmazsa) "Begginers"daki Ewan McGregor ile yarışır bu arada. Quaid'in karakteri olan Cooper da Brooklyn'de yaşayan başka bir yazardır. Evinin dekorasyonu, büyük yazarlara olan hayranlığı ve onlar gibi yaşama isteği vesaire. Mükemmel varlıklar. Ha evet! Gerçek değil, karakterdi zaten. Paul Auster "City of Glass" okumuştunuz değil mi? Hah, buyrun bir pencere de burdan açılsın. Torrance'ler Overlook Hotel'in labirentine girdiler bile.

Karakterimiz Cooper ile Saldana ise birbirlerine deliler gibi aşıktırlar. Balayı için Paris'e uçan ikili antika eşyalar arasında kaybolmuşken -bu arada filmde devamlı bir Hemingway göndermesi var- karakter Cooper bir anda eski bir çanta bulur. Yine lafı kesiyorum buradaki çanta D. Craig'in ''Dragon Tattoo"da kullandığı ile wishlist'ime girdi. Balayı biter, çift New York'a döner. Brooklyn'deki pek cool ama köhne ve hip mekanda karakter Cooper bir anda çantanın içinde "the lost manuscript"i bulur. Hello "Scarlett Letter". Hello "Don Quixote". Keşfettiği sayfalar arasında kaybolan Cooper bir anda Pierre Menard tarafından dürtülür ve kelimelerdeki imla hatalarını bile silmeden yazıyı temize çeker. 

Hikayenin ikinci katmanı burada biterken labirent derinleşir. Danny Torrance kaybolmaktan korkarken Cooper'ın sözüm ona yazdığı romanının içine geçiyoruz.
Bitti mi? Bir de "clash of characters" var son bölümde. "City of Glass" demiştim size. 

Sonuç olarak 70 dakika boyunca içinde kaybolduğunuz. Sonrasında güzelim hikaye saçma bir senaryoyla sulandırılmış. 90ıncı dakikalarda senaryo uzatmalarını oynarken kendini toparlasa da ardından ilk 70deki performans sergilenemiyor bir daha. Bir de Oliva Wilde ve Quaid'in ilişkileri çok havada ve pek de derinleşmeden bitti. O nokta da bir parça üzücü oldu. 

Ancak filmde kullanılan renkler, kurgu, sinematografi, müzikler ve dekorasyon ve özellikle dönem kıyafetleri pek şahane. 

İzleyin yani.

9 Aralık 2012 Pazar

TOP 10 MAGAZINE COVERS 0F 2012

Bazen sadece bir grafik çalışma, bazen art meets new techniques. Yalın kalıplar, sade fotoğraflar. Doğal afetler, doğal cennetler. Günün önemli olayı ve yaratıcılıkta sınır tanımayan fikirler. Senenin en iyi dergi kapaklarında hepsi bir arada. 


#10 Little White Lies - September/ October 2012 : Kristen Stewart
Evlat olsa sevilmeyecek Kristen Stewart sadece iki şeyde ilgi çekici. "On the Road" filmini hala izlemeyi beklerken ve LWL'ın kapağında. İki aylık indie sinema dergisini kaçırmayın bu arada. 

#9 Acne Paper-  Spring 2012
Daha önce anthing Nordic is cool dediğimi çok net hatırlıyorum. Senede iki kez yayımlanan lifestyle, kültür/ sanat dergisi İsveç menşeli Acne Paper ilk bahar sayısında grafik bir insan bedenini çağdaş-sanat vari bir şekilde kapağa taşımıştı.  

#8 Wallpaper- September 2012
Bu kapağı daha güzel gösterebilecek tek bir şey varsa o da modelin Tilda Swinton olması olurdu.

#7 Kinfolk- Summer 2012
Temmuz 2011den bu yana yayımlanan dört aylık dergi Kinfolk; "Little White Lies" filminin fotoğraf albümlerine yansıyan flu kareleri gibi. Minimalizmi kendine motto edinmiş Kinfolk tahta masa üzerinde beyaz ya da yeşil bir fincan içinde bulunan nescafe ile instagramlanmayı bekleyen "o anlar" tadında bir dergi. Çok sevimli. Çok naif.

#6 Apartamento- Spring/ Summer 2012
Yılda iki kez yayımlanan Apartamento bence "yüz kişiye sorduk beş popüler cevap aldık" cümlesinin ilk sırasında yer alan en cool dergi. Kinfolk ile aynı indie'likte ve coollukta olan dergi öyle ya da böyle zaten bu listede olacaktı. Peki ama neden bu kapak? (Şimdi Kinfolk'u unutun.) Daha sade ve içten hazırlanmış başka bir kapak gördünüz mü? Kapı aralığınan odanın görünümü, ütülenmemiş beyaz bir t-shirt ve adamın sırtı. Gerçekten çok doğal. Çok dikkat çekici.

#5 The New Yorker- 14 November, 2012
Çok işlevli kapak diye buna derim ben. New York'ta yaşanan doğal afet ve Amerika'daki başkanlık seçimi. 
Amman yanlış sandığa gitmeyin.

#4 The Sunday Times Magazine- 8 July, 2012
Listede zirveye çıktıkça yaratıcılığın arttığının farkındasınızdır sanırım. 

#3 Metropoli- 8 July, 2012
İspanyol El Mundo dergisinin haftalık kültür sanat eki olan La Luna de Metropoli en çılgın kapaklarıyla dergi dünyasının en görkemli yayını olabilir. Die Zeit ile birleştiklerinde "Neden yurdumda böyle işler yapılmıyor diye?" insanı ağlatıyor aynı zamanda. Haftanın en önemli olayını - ki bu büyük çoğunlukla vizyona giren yeni bir film oluyor-  kendilerince yorumlayan Metropoli aynı zamanda art direction'un da hakkını veriyor. Dergi hakkında zaten daha önce şurada yazmıştım. Kapak ise Andrew Garfield ve "Spider Man"in vizyona girişini kutluyor. 

#2 The New York Times Magazine- Travel- Karlie Kloss by Ryan McGinley
Konu doğa içine bir insan yerleştirmekse bunu en iyi başaran Ryan McGinley'nin maceracı indie ruhu. Pastoral pelerini ile Karlie Kloss tam bir Güney Amerika yerlisi gibi.

#1 New York Magazine
The City and The Storm temalı dergiye tek bir çift laf yakışır.
The Godly Eye.
Fotoğrafçılığın geldiği son nokta. 

7 Aralık 2012 Cuma

TOP 10- MEN'S MAGAZINE COVERS OF 2012

Dergiciliğin yazılmamış iki kuralı vardır. Erkek dergisi hazırlıyorsanız kapağa James Franco kadın ve moda dergisi yapıyorsanız da Lara Stone ve Kate Moss'u koymanız durumunda o sayı her zaman çok beğenilir. Çok konuşulur. Bir de Jennifer Aniston var ki onu çıktığı kapaklar milyonları garantiliyor. Neyse konumuz fazla satmak değil. Her ne kadar bir anda artan popülaritesi Michael Fassbender'a sene içerisinde Franco'dan sayıca daha fazla kapak getirtse de Daniel Craig; Esquire ve GQ'nun neredeyse bütün edisyonlarında (hatta senede 2 kere Dragon Tattoo- 007) yer alsa da ne derler bilirsiniz "Moda geçici, stil kalıcıdır." 


Malumunuz aylardan Aralık zamanlardan top 10 hitlistler. Güzel dergi kapakları konusunda daha rahat davranabilmek adına listeleme işini üçe beşe çıkardım.

#10 Men's Health China- Fall Style Supplement
Sert, sportif, kaliteli ve tavır sahibi. Men's Health'in kodları Çin edisyonunun moda kapağında bir arada.

#9 Harper's Bazaar Korea- Men Style Supplement: Miles McMillan by Hong Jang Hyun 
Uzakdoğu dergilerinden ve moda anlayışlarındna pek hoşlanmasam da listede 3 sıra onlarda. Harper's Bazaar'ın Men eki kapağı bazen bir kapağa "Güzel" demek için fazla atraksiyona gerek olmadığını gösteriyor. 

#8 L'Officiel Paris Hommes- Fall 2012: James Franco & Harmony Korine
"Spring Breakers" filminin yazarı ve yönetmeni Harmony Korine ile James Franco'yu kapağa çıkartan L'Officel ne çok sulu, ne de çok kasıntı. Cool ve yere bakan yürke yakan. 

#7 L'Officiel Germany Hommes- Fall/ Winter 2012
Bir moda atasözü şöyle diyor: "You can't go wrong with the velvet tux." Oh hello dears!

 #6 Vogue Hommes International- Fall- Winter 2012:  Marlon Teixeira & Stephanie Seymour
Bu sene basılmış en iyi dergi nedir diye sorsalar, Love F/W'ın hemer ardından Vogue Hommes International cevabını alırlar. Bugünlerde her yerde olan Marlon ve asla tavrından parça kaybetmeyen Stephanie. 60ların ünlü filmine selam çakan kapak; romantik olduğu kadar kışkırtıcı, kışkırtıcı olduğu kadar seksi ve tam bir Fransız beyfendisi. Sex.

#5 Esquire Netherlands- September 2012
Hollandalı aktör Thijs Römer'i kapağa taşıyan Esquire'ın canlandırmaya çalıştığı portre "Aile Babası." Gerçi bana biraz sunday breakfast after hot saturday sex'i çağrıştırıyor ama. Genelde moda -özellikle de erkek- kapaklarında göremediğimiz setting olayını iyi kullandıkları için oldukça ilgi çekici. 

#4 GQ Style Korea- Fall/ Winter 2012
Richard Phibbs'ın fotoğrafladığı Michael Pitt Kore'nin ilk GQ Style kapağında "There is only one Michael in the industry!" diyerek Fassy'ye selam çakıyor. Tıpkı Bazaar Kore'de olduğu gibi. Effortless chic. Bazen duruş, bazen bakış. Güzel kapak için fazla şeye gerek yok. Kapağın B-W olması da neden bu kadar ilgi çekici olduğunu başla şekilde özetliyor.

#3 Esquire Russia- September 2012
Mainstream erkek dergileri arasında en çarpıcı kapakları üreten Esquire'ın İpsanya ve Rus edisyonları'ndan bir tanesini seçmem gerekirse o da Jerome Bonnet lensinden Michael Fassbender'ın yer aldığı Rus Esquire'ın Eylül sayısı kapağıdır. İlhamını Ricardo Tisci'den alan bu kapak çarpıcı olmak için daha ne yapsın ki. Spot-free kapak. Kan çağrışımı. Kırmızı. Ha bir de Fassbender. Bu arada sayı görsel içerik anlamında diğer konularda da çok iyi. 

#2 Arena Homme + - Spring / Summer 2012
David Sims'in çektiği kapakta Hollandalı model Stefan Lankreijer bulunuyor. Kapak 60ların devrimsel hip günlerini uzay çağı bakış açısıyla anlatıyor gibi.

#1 Another Man- Srping/ Summer 2012- Limited Collectors' Edition
Başta da dediğim gibi Kate Moss'un olduğu kapak yılın en iyisi olmayı daima garantiler. Kapağı bu kadar ilgi çekici yapan bir diğer özellik de ulaşılamaz oluşu. Garret Hedlund'lu newstand versiyonun aksine özel üretim olan bu kapakta Kate Moss ve imzası bulunmakta. Nick Knight'a it olan bu kare bir kez daha Kate Moss'un bedenini bize bahşederken geride birçok kırık kalp bırakıyor.