26 Aralık 2012 Çarşamba

AMERICAN DREAM: MUHTEŞEM YAZILMIŞ BAĞIMSIZ FİLM SENARYOSU

Kaliforniya sokakları, vintage efektler ve palmiyeler. Yoksa Amerikan Rüyası tıpkı bunlar gibi şapşahane bir illüzyondan mı ibaret? Hollywood filmlerinin aşıladığı ışıltılı hayaller, yazılan senaryolar ve yapmacık hayatlar. Amerikan rüyası belki Mayfair'in anakaraya yanaştığından hemen sonra kayboldu. Taa ki Elizabeth Grant "Lana del Rey"in ruhunda hayat bulana kadar. 


Aşağıda okuyacağınız yazı Lana del Rey'in albümü, şarkıları, ya da kapak olduğu dergileri hakkında değil. Wikipedia'dan alınmış biyografisi de değil. Böyle açık yüreklilikle ve dürüst bir şekilde yazılmış hayat hikayesine rağmen insanların neden Lana del Rey'i sevmediğiyle, benim neden bu kadar fazla sevmemle alakalı.
Vogue China, Ocak 2013, Wee Khim

Kimine göre Lana del Rey aslında yok. Şarkılarını o yazmıyor, videoların fikri ona ait değil. Hatta del Rey'in her hareketi önceden belli. Ama onun yolu Hollywood filmleriyle değil de bağımsız ruhlarla kesişiyor. Drama yaratacak sorunlar yok ortada. Ama mutlu sonlu prenses hikayesi de yok. Gerçekçi fakat. Adı manşetlerde değil. Paparazziler ile kavga etmiyor, kameramanlara şemsiye sallamıyor. Yine de dergi kapaklarından inmiyor. Mülayim ve uysal. Merak uyandırıcı. Tasarımcılar sadece "front-row"u ona vermiyor, adına çanta tasarlayıp özel geceleri ona emanet ediyor. Sahi hani del Rey'in  sesi yoktu? Yok, zaten moda ve endüstri içindeki isimler de birer illüzyon değil mi? Şarkılarında pırıltılı hayatlar yok, o kendi pırıltısını aldığı övgülerden yaratıyor. 

Dramayı da çok seviyor. Çünkü ona göre hikaye dramanın altında. Röportajlarda acıklı hayat hikayesinden bahsederken cümleleri bir kez daha okuma ihtiyacı duyuyorsunuz. Yoksa çekeceği bir sonraki videodan mı bahsediyor? Del Rey'in hayatı biraz da "Swimming Pool" filmi gibi "Biz nerede senaryodan kopup gerçeklikten uzaklaşıp Sarah Morton'un dünyasına geçtik. Bir yerlerde Lizzie Grant olarak başarılı olamayınca del Rey olarak yoluna devam etmek istediğini öğreniyoruz, ama bu kadar. Sınırlarını ne zaman çizdi, ne kadar çizdi bilemiyoruz. Ama hikayenin sonu olduğu belli. "Born to Die" ve sonrasında gelen "Born to Die: Paradise". Belki Paradise, Lost olduğunda del Rey gerçek benliği hakkında bahsettiğinde işte o zaman tüm pırıltı kaybolacak. Bir de daima bir şeylerde kaçıyor, ateşler içinde hem de.

Verdiği bir röportajda başka albüm yapmayacağını çünkü anlatacak şeyi kalmadığını söylemişti. Belki de senaryosunu yazdığı "Lana del Rey" filminin kabak tadı vermeden ağzımızda tek sezonluk Amerikan mini dizisi tadı bırakmasını istedi. Sonra da üstüne bolca düşünmemizi. O mağduru oynama taraftarı değil. Tüm bu şarkıların yazılmasına ilham veren eski erkek arkadaşı ona sorulduğunda o hiçbir şey demiyor. Dedim ya onun draması farklı. "-Are you in contact with your ex. - No, but yes with his mother. He's somewhere else, but um, around yes." Daha fazlasını öğrenmememiz için can attırıyo ama "Benden başka bir şey de alamazsınız!" tavrını takınıyor. Dedim ya işini iyi biliyo.

Amerikan rüyasını o da sonuna kadar yaşıyor. New York ruhu. "Video Games". Videolarda dalgalanan Amerikan bayrakları ve "National Anthem". Vintage bir ruh, istagramlanmış güzellik. Akadami Adaylığı bulunan bir senaryo hayatı onunkisi. Lana del Rey doğru yazılan senaryoyu, aynı zarafetle oynamaya devam ettikçe "The boys, the girls, they all like Carmen, cause she gives 'em butterflies."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder