30 Ocak 2012 Pazartesi

WHICH ONE IS BETTER TATTOOED ?

Sırf sevgili yönetmenler, tasarımcılar ve yapımcılar yeni bir şey üretemediklerinden her seferinde şu postlara aynı şekilde başlamak zorunda kalıyorum ! Aha bu durum da beni çok kısır gösteriyor. Ama sevgili yaratıcı insan grubu neden illa şu zavallı insancıklar 'bir de olaya benim gözümden baksın' diye tutturuyorsunuz ? Hayır, misal geçtiğimiz senelerde 'Ejderha Dövmeli Kız' serisini 'amaaaaaaan hiç ben değil bu!' diyerek göz ardı etmiştim. Lakin sene içerisinde Rooney Mara'ya karşı olan fan boyluk sevgim, 'David Fincher zaten iyi yapmıştır' bakış açımla birleşince işim gücüm yokmuş gibi geriye dönüp Niels Arden Oplev'in yönettiği 2009 versiyonunu da izledim.
Bu ringden sadece iki kişi sağ çıkacak. Kan dökülecek. Can yanacak. Ya ejderha dövmeli altın kupayı eve Rooney Maara ile David Fincher götürecek ya da Niels Arden Oplev ile Noomi Rapace.

Madde 1: Heyecan: Fincher versiyonunda hikayeye tamamıyla yabancı olduğumdan dolayı bu konuda biraz iltimas geçebilirim, ama daha baştaki açılış sahnesinde isimler görünmeye başlarken 'uçak havaya kalkıyor, titremeyi kes, koltuğa yaslan, gözlerini kapa ve heyecana kapıl.' Amma ve lakin orijinal versiyonunda bu olay 0 noktasında, her iki yönetmende de çekirdek konu aynı kalsa da olaya farklı yaklaşacaklarını biliyorsunuz aslında, dolaysıyla sizi nerede heyecanlandırabilecekleri konusunda fikirsiz olabilirsiniz, yani 2009 versiyonunu sonradan izledim diye 0 heyecan olacak değil. Yalnız 'amanın burada bir şeyler olacak, içimden şeytan mı geçti yav benim' dediğim tek bir nokta var. o da son 30-45 dakika  içerisindeki Mikael ve Martin sahneleri. Heyecan demişken, en hit dakikaların bir numaralı tetikleyicisi müziklerdir. Fincher abimiz bu konuda 'masterpiece' tuşuna basarken Oplev'de Starbucks'ta oturuken 'ne o içim mi geçmiş' derken buluyorsunuz kendinizi.
Madde 2: Esasında bu maddeyi öne almamın nedeni 'sen ne kadar pis popüler kültür çocuğusun Hollywood köpeğisin' demiyesiniz diyedir. Fincher çok fazla 'we americans invade the world' modunda 'hellow Stockholm here we are' derken filmin bakış açısı da aslında çok Amerikan. Ancak 2009 yapımında bildiğin damarlarımdan İsveç kanı aktı. Bu durumda sanat yönetimine mi gidiyor 12 puan.

Madde 3: Eminim Fincher'ın bütçesi çok daha fazladır.Prodüksiyon ekibi parayı bastıkça basmış. 158 dakikaya 2 farklı hikaye sığdıran putumuza karşılık 152. dakikada filmini kesen İsveçli vatandaşımız sadece 1 konu anlatabilmiş. Burada bahsettiğim ikinci konu Keymen Adaları mevzusu. Ama ben zaman zaman Fincher'a bile 'yav kardeş bu hikaye biraz fazla yavaş ilerlememiş mi?' derken diğerinde artık 'son durağa çok var mı' modundaydım'. Unutmadan bir de geçmişe dönerken Fincher bildiğin o sahneleri de çekmiş, diğerinde bu yoktu. Artık ne kadar yavaş ilerlediğini kavradınız her halde ? Keymen Adaları demişken bu arada, Rooney'nin sarışın peruklu hali kime benziyor ? Düşün düşün bulamadım, ama çok tanıdık !?
Madde 4: Leading Women: Rooney ve Noomi arasındaki tek benzerlik isimlerindeki baş harften sonra iki tane 'o' gelmesi. Noomi'nin çizdiği karakter bildiğin '17lik emo girl goes metalci' kıyafetlerinden duruşuna kadar çok fazla stereotipik. Rooney ise baştan aşağıya bir stil ikonu gibi. (Stil ikonu derken 'Alexa Chung bir stil ikonudur' anlamındaki stil ikonu değil. Ne bilem, bir duruş, bir karakter, bir kimlik açısından.) Saçından kıyafetine kadar. Ayrıca yüzündeki masum ve saf ifade de karakteri altında yatan diğer kimliklerle de çok uyuşuyor. Öte yandan sert tarafı, asiliği, coolluğu, umursamazlığı ve boş vermişliği çok da iyi yansıtıyor. Noomi'de bu özelliklerin hiçbiri yok. Çok düz oynamış yani anlicağın.

Madde 5: Dramatik Açı : Filmin en yükselişe geçtiği anlardan biri de 'tecavüz sahneleri'. Fincher'da olayın dramatik dozu tavan ve insanı rahatsız eden cinsten. Oplev'e ise 'bu mudur verebildiğin yani şimdi' demek lazım. Filmin kapanış sahnesi de keza öyle. Fincher bağımsız sinema yaparken Oplev gişe yapmış diyebilirim.

In conclusion: Hikaye zaten en baştan Stieg Larsson tarafından kaleme alınmış. Yani iki yönetmenin yaptığı da 'nasıl anlatırım' sanatı. Senaryodan yönetime, kurgudan her bir şeye Niels Oplev: 'otur sıfır'. Fincher'ın tüm hikayesi ise zekice kurgulanmış. Evet evet en başta bir kurgu harikası. Gizem, kovalamaca ve aksiyonu yerli yerinde. Herşey sistematik, havada kalan bir şey yok, kitaptan filme geçireyim derken üst üste sıralanmamış olaylar. Yıldızın Parlasın Fincher.
Esasında hiiiç uzun uzun yazı yazmaya gerek yoktu. Her iki filmin de jeneriğini dayardım, 'al sana anlatıcaklarım' der puromu tüttürür çeker giderdim.

***
Zamanım olmadı hepsini bitiremedim ama hızımı alamadım ikinci filmi de seyrettim. Ne kadar sadık kalınarak filmleştirilmiş bilemiyorum ama ikinci filmde zaten az olan heyecanı yönetmen filmleştirirken hepten yok etmiş. Sanki realist dram dizisi izliyoruz. Son yarım saat içerisinde kabin basıncı biraz artmış ve heyecanı da ayakta tutabilmek için hikaye 'to be continued' olarak yarıda kesilmiş ama şimdi bana kaybolan dakikalarımı kim verecek ? Bir umut üçüncü filmde. Aslında beğensem 'Millenium' dizisine de belki başlardım ama sanmıyorum, büyük ihtimal onu da Amerikalılar zaten yapar. Bu arada anladığım kadarıyla her ne kadar ikinci ve üçüncü filmler için Sony anlaşma yapmış olsa da pek fazla umutlanmasak iyi ederiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder