11 Nisan 2012 Çarşamba

HAYAT SANA GÜZEL- JULIE DELPY!

Gwyneth Paltrow ve Lisa Kudrow'un girmiş olduğu kimyasal etkileşim sonrasında ortaya çıkan Julie Delpy oyunculuğunun B Side'ında ise KristenWiig ve Woody Allen'dan ilham alınmış bir senaryo yazarlığı bulunuyor.

Romantizmin tatlıktan tavan yaptığı ''Before Sunrise'', ''Before Sunset''ler dışında bir de adamın altına yaptıracak komiklikte ve politik göndermeli ''2 Days in Paris'' ve ''2 Days in New York'' (31. Istanbul Film Festivali'nde gösterimi yapıldı) eklenince aslında demek istediklerim daha rahat anlaşılıyor.

Aslında bu yazı, Fransız oyuncunun ne yazarlık ne de oyunculuk yönünü eleştirmek ya da tartışmak için yazıldı. Sadece 'sizce de bu hayata Julie Delpy olarak gelseydik herşey daha güzel olmaz mıydı?'' mottosundan yola çıkılarak birşeylerin size aktarılması planlandı.

Muhtemelen bir pazar sabahı aldığı baget ekmeği eve götürürken karnı çok acıkmıştır ve başka bir cafe'ye girip kendine bir adet croissant almıştır, yolda onu yiye yiye yürüken önü sepetli biiskletiyle Godard ona çarpmıştır, böylece ''King Lear''da oynaması için teklif alıp daha kariyerin başında Woodye Allen'la da aynı filmde yer almanın haklı gururunu taşımıştır. Juliette Bincohe ve ''Mauvais Sang''dan bahsetmiyorum bile.

Senaristliğini üstlendiği çoğu filmde ise kendi özel hayatından parçaların yer aldığını da görüyoruz, ''Before Sunrise''da Amerika'daki okulundan dönen Celine, ''2 Days in Pairs''te de öz anne ve babasını karakteri Marion ile de paylaştı, '68 sonbaharı Fransız Sokak Devrimler'ini ve ebeveynlerinin o günlerde ne yaptıklarını bize sunan  Delpy büyük ihtimalle boş zamanlarında bolca eski albümleri karıştırıp, eline bir ses kaydedici alıp babasını konuşturuyordur.

Aslına bakarsanız Delpy'nin pek boş vakti olduğunu da sanmıyorum. Üçüncü kez Ethan Hawke ile kamera karşısına geçmek için sabırsızlanan Delpy önce projeler bulup onları hayata geçirmek için uğraşırken sonra da onlara devam filmi yaparken hayat zaten akıp gidiyordur. Eminim ki özellikle ''Sunrise-Sunset' serisini izlerken ''eğer bu film kitap olsaydı, tüm repliklerin altınız çizmiştim'' demişsinizdir, dolayısyla böyle şahane senaryolar yaratmak ya da onlara katkıda bulunmak pek de kolay olmasa gerek. Akışkanlık konusuda Tutku'nun kremasından daha ahengli olan senaryo, gerçek hayatın birebir kopyası gibiydi. Hani mimetic anlayış ölmüştü?
Güzellikte Marion Cotillard'ın seksilikte de Ludivine Sagnier'in eline belki su dökemez; (gerçi ilk fotoğrafta da Jessica Chastain havası da yok değil) ama gün geçtikçe bu kadına ısınma katsayımın neyle alakalı olduğunu da çözmüş değilim, ya da inatla -basit ama akıllıca oluşturmuş olduğu senaryoların beni etkileyen tek neden olabileceğini görmezden gelmek istiyorum. Belki de hala Celine karakterini baştaki iki isimden birinin değil de Delpy'nin canlandırmasından dolayı haklı bir burukluk taşıyorumdur. Fakat yine de hayatın bir kısmını Paris'te bir kısmını Los Angels'da yaşarak geçirmek, croissant ile beslenmek, sadece senaryo yazmak, okumak ve onları filme çekmeyi düşünerek zaman geçirmek bir de babanın dizi dibinde 60ları dinlemek dünyanın en cool şeyi olsa gerek! Seks maceralarından bahsetmiyorum bile. Sahi acaba senaryo ve gerçeklik ikilisi bu tema söz konusu olduğunda hangi tarafa daha yakın duruyor Delpy filmlerinde?

3 yorum: