20 Nisan 2012 Cuma

MOODBOARD: ALL THAT JAZZ

''The Artist'' filmi, Gucci, Etro ve Balenciaga derken Art Deco ile Jazz Age bir kez daha gündeme geldi, üstelik sene sonuna doğru yayınlanacak Fitzgerald uyarlaması ''Great Gatsby'' de Baz Luhrmann gözünden üçüncü kez beyaz perdede.

Büyük Buhran'dan hemen evvel. Birinci Dünya Savaşı sonrası canlanan ekonomi sayesinde daha önce durma noktasına gelen sanat sahnesinde de yeşermeler hatta 'altın çağ' yaşanmaya başlar. Amerikan Kültürü'nde ise belki de Kıta’nın keşfedilişinden bu yana en deli dolu günlerin yaşandığı yıllardır. 

Realiteden kaçan yazarların yeni başvuru noktası modernizmdir, artık sadece olanlara bir aynadan bakmıyoruz, onun öteki tarafına da geçmek istiyoruz, bilinç içine kaymaya başlayan anlatılar nedeniyle okuduğumuz hiçbir şeye  inanmamamız gerektiğine her şeye şüpheyle yaklaşmamız gerektiğini öğreniyoruz. Belki de bu yüzden ''Great Gatsby'' romanını sadece Gucci'nin ilham kaynağı olarak değil de 20li yılların el kitabı olarak görmeliyiz. Hikâyenin anlatıcısı Nick Carraway'in dediklerine inanma zorunluluğumuz, Gatsby'nin yalanları, savaş sonrası yaşanmaya başlayan yıllarda artık hiçbir şey eskisi kadar düz olamazdı elbette!

Yıllar aynı zamanda kadın kimliğinin oturması için de önemliydi. 20lerin hemen başı. ''Donwton Abbey'' sezon finaline doğru malikânenin en küçük kızı Lady Sybil baş kaldırmaya ve kadınlar hakkında konuşmaya başlamıştı. Dahası giydikleri de bunu kanıtlıyordu. Pantolon! Oldukça devrimsel değil mi?  Etrafımda ne zaman saçını kestiren bir kadın görsem ve ona bunun nedeni sorulsa daha 'modern' olduğunu söylemeleri de belki modern çağın başladığı bu yıllardan kalan bir şeydir. Elbette ki biten savaştan sonra geri gelmeyen erkeklerin yerine geçmesi gereken kadınlardadır sıra. Ancak hala romantik ve mantığa pek de uygun görülmeyen kadınlar; yolu 'erkeklerin dünyasına erkek gibi davranarak onlar gibi var olarak' girmeye çalışmakta arar. Aslında herkesin kendini dışa vuruş şekli farklılaşmıştır. Böylece dönemin aynı zamanda felsefe akımlarından olan ekspresyonizm de böyle böyle doğmaya başlar.
Bir diğer deyişle 'flepper' kadınlarının da zamanıydı artık. Onlar şimdinin YSL smokinleri kadar seksi takım elbiseleri ve kısa saçları ile ellerinde tuttukları sigaraları ile de Gatsby partylerine gidebiliyorlardı. Elbette Jordan Baker gibi tüm bu kılık kıyafeti kendine yeni bir imaj olarak seçenlerin yanında hala Daisy'ler de vardı. Onlar da hala erkeğin ve aşkın peşinden koşarak var olma çabası içinde olanlardandı. Saçaklı, sallanan elbiseler içinde çalan o jazz ritmleri arasında tüm o zenginliğin sefasını sürmeye çalışmaları aslında hiç de absürd değil.

Dönemin yapı taşlarından olan bir diğer modern edebiyat örneği Ernest Hemingway kitabı ''Sun Also Rises''da da yine bu temalarla karşılaşıyoruz. Maskülen hayat çizmeye çalışan kadınlar, erkekler gibi sadece zevklerin peşinden koşmak isteyen Lady Brett Ashley buna en güzel örnek. Hatta yine sezonun en hit trendlerinden biri olan Matador esintileri de ilhamını maskülenlik ve erkekliğin buram buram koktuğu Hemingway romanından almış gibi. 


Jane Birkin şarkısı ''18'' ise sanki yukarıdaki şarkıların ya da Gatsby romanının fon müziği gibi.



ps1:-Bugün eski yazımı bir kez daha okuduğumda beğenmediğim- hem film hem de kitap üzerine ettiğim iki çift lafı da şuradan okuyabilirsiniz. http://apolloyournextdoorboy.blogspot.com/2011/04/great-gatsby.html

ps2:-pics via, vogue türkiye mart 2012/ models.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder