"Da Vinci's Demon" Starz'ın son eye-candy dizisi. Eye candy demişken biraz da düşündürüyor. Hayır güldürürken düşündürenlerden değil.
Peki Leonardo da Vinci adını duyduğunuzda sizin aklınızda canlanan imaj ne? Hah, şimdi düşünün işte.
Dizinin yaratıcısı "Dark Knight" ve "Man of Steel" serisinden David S Goyer. Senaryo emin ellere emanet yani. Starz bu konuda kendini aşmış bu sefer. En azından "Camelot" dışında bugüne kadar yaptıkları en iyi iş de diyebiliriz. Muhteşem bir pop-corn dizisi.
Ama dediğim gibi, göğüs kılları tıraşlı, muntazam sakallı bir da Vinci pek de beklediğim türden değil. Tabii herkesin farklı yüzü farklı yönleri vardır. Neden illa her zaman aile babası rollerinde karşımıza çıkan Ali Rıza bey misali Mona Lisa yanındaki ak sakallı dede olsun ki.
Eh da Vinci de elbette genç olmuştur. Niye içerledimse bu olaya bu kadar.
Dergilerle bu kadar haşır neşirken ASME- American Society of Magazine Editors'un ödülleri hakkında burada konuşmamak ayıp olurdu. Amerikan dergi editörlerinin yarışmaya soktuğu kapaklar ise 2 0cak 2012-31 Aralık 2012 arasında yayımlanan dergilere ait. Geçtiğimiz perşembe akşamı dağıtılan ödüllerin bence şaşırtıcı anları da bir hayli fazla.
Yılın kapağı"City and the Storm" tagline'ı ile gerçek bir fotoğrafçılık başarısını kapağa taşıyan New York'un. Finalistler arasında yılın en tartışma yaratan kapaklarından (yani, ben listeyi şurada yapmıştım katılmak sizin elinizde) Time'ın göğüs emzirmeli kapağı ve Amerikan Harper's Bazaar'ın re-launched sayısı olan Mart 2012 de yer alıyor. Terry Richardson lensinden Gwyneth Paltrow. Ayrıca şurada New York'u ben de "yılın kapağı" olarak seçmiştim.
Yılın LifeStyle kapağı da yine New York'un. Ağustos 6-13 sayısının kapak spotu Sex ve birbirlerine değen iki harika dudak. Kiss me tender. Ten uyumu denen o hadise ve şehvet sonuna kadar hissediliyor.
Yılın Entertainment ve Celebrity kapağı da tıpkı Spor dalında (Williams kardeşler) olduğu gibi The New York Times Magazine'in. 23 Aralık 2012 sayılı derginin kapağı Jerry Seinfeld. Lifestyle kapaklarının diğer adayları ise yine Time'ın meşhur kapağı ve Lady GaGa'lı Vanity Fair. Moda ve güzellik konusunda ipi göğüsleyen ise Harper's Bazaar'ın Mart 2012 sayısı. Şuradan da benim seçtiğim moda dergi kapaklarına göz atabilirsiniz.
Ödüllerin şaşırtıcı yanı ise "Best Obama Cover" adlı bir kategorinin olması. Ki burada kazanan yaşlı Obama ile Bloomberg Business. Moda ve Güzellik dalında Kate Moss'un Steven Klein ile ortaklığından doğan W Mart sayısının ödülü Bazaar' kaptırması da ayrı bir olay tabii. Yeri gelmişken diğer adaylık da Niki Minaj'ın kapak olduğu New York.
National GeographicGeneral Excellence in Print (News, Sports and Entertainment Magazines), Photography, Tablet Magazine and Multimedia ile ödüllendirilirken Vogue, moda dergiciliğinde Martha Stewart Living ise LifeStyle dalında General Excellence in Print ile emeklerinin karşılığını almış oluyor. Yüzü gülen bir diğer yayın da müzik konusunda elimiz ayağımız olan Pitchfork. Elbette General Excellence in Digital dalında.
Tüm törenin en çarpıcı cümlesi ise Anna Wintour'dan geliyor. Eli boş dönenleri teselli eden Wintour: "25 sene bekleyin siz de ödül kazanırsınız" demiş. Yorumsuz.
Aday olan diğer kapaklara, hatta sayfalara ve konulara yani diğer tüm kategorilere göz atmak için http://pinterest.com/asme1963/
Tatmin edici açıklamalarla karşılaşana kadar sanırım bu soruyu sormaya devam edicem.
Jil Sander (Raf Simons) ve Fendi "I am Love"da baş roldeydi. Minimal zarafet diye buna derim. Yakın plan çekimler ve detaylar kimi zaman moda dergilerinin bel kemiği editoryaller kimi zaman da ilk 100 sayfayı kaplayan reklamlar gibiydi. Yukarıdaki karede eksik olan tek şey bold karakterlerle yazılmayan marka adı. Harika çanta ya da gözlük reklamı olmaz mıydı?
Poetik filmin muhteşem dolabı da elbette yapım ve yönetimde olduğu gibi yetenekli Bay Tom Ford'daydı. "A Single Man"de oyuncuları kıskanmak için bir neden daha. Kırmızı halıda dahi bu sayede Tom Ford giymelerinden bahsetmiyorum bile?
Xavier Dolan filmlerindeki en güzel şey müzikler ve kıyafetler. Üstelik karakterlerin, dönem, müzik ve gardroplarıyla aralarındaki ilişki gerçek hayattakinden bile daha muntazam. "Les Amours Imaginaires"deki slow motion ilerleyen close-up shot'lar ve "Laurance Anyways"ten harika parti sahneleri.
Londra'nın cool blokları ve Fransız Riviera'sı. Kimi zaman TopShop/ TopMan coolluğunda kimi zaman Chanel ihtişamında. Yönetmen Alexandra McGuinness her defasında ilhamını modadan aldığını yeniliyor zaten.
"The Thief, The Cook, His Wife and Her Lover": 7 farklı gün. Muazzam bir menü. Helen Mirren'ın görkemli performansının yanında Jean-Paul Gaultier'in kostüm sorumlusu olduğunu da belirtmeli. Odaların rengine göre değişen kıyafetler ise filmdeki en büyük trick.
David Bowie ve Catherine Deneuve. Yetmedi mi? Susan Sarandon'ın "The Hunger"da sokakta salındığı sahne de unutulmayanlar arasında.
İlk aklıma gelenler bunlar oldu. Özellikle "Sex and The City"nin ikinci filmi, "Devil Wears Prada" da liste başı olabilecek diğer filmler. "8 Femmes"da sekiz kadın ve sekiz tarz. "Crime d'Amour"daki eşarp ve liste uzar gider.
Aynı günde iki farklı Kate Moss fotoğrafları nete düşer. Biri İngiliz Vogue, Haziran sayısından. Daha önce Amerikan Vogue için B.B. olan Lara Stone'a benim senden neyim eksik diyor. Moss'u fotoğraflayan isim ise Demarchelier. Patrick olan.
Bir diğer mi? Kate Moss. 16 yaşında. "Bu fotoğraflar onun kariyerini belirledi" tagline'ıyla sürülen daha önce hiç görülmemiş kareler "Biraz yaramazlık yapmanın kimseye zararı yok" diye bağırıyor. 70'lerin Playboy kapağı efektli pozlar Corrine Day'in Kate Moss portrelerinin saflığını yerle bir ediyor. Tıpkı Steven Klein'in ikili W kapağı gibi. Ama daha fazla Kate Moss'a da kimse hayır demez. Üstelik bunlar "Twin Peaks"ten Laura Palmer gibi.
Olay şu ki o yaşına bile Kate Moss seksi olmaya çalışmıyor. Modern zaman kızları gibi "duck face" triplerine girmiyor. Çünkü o Kate Moss. Çabasız samimiyet. Zamasız hallenmeler. Kate Moss'un kendisi bir kanvas. Lambadan çıkan bir cin. Onu nasıl görmek istiyorsanız bunu ona söyleyin. Çabalamasına gerek yok.
Kate Moss Givenchy ve Versace dahil olmak üzere bu sezon 9 farklı markanın yüzü oldu. Ocak ayından bu yana 6 farklı derginin kapağına çıktı. İngiliz Vogue üst üste iki ay onu kullandı ve Vogue Paris'in Peru'ya adadığı Nisan sayısında Mario Testino'ya poz verdi.
Moss etkisi hiçbir zaman azalmıyor. Etkisini kaybetmiyor. Adındaki görkemden mi, karakterindeki gizemden mi, yaydığı enerjiden midir bilinmez Kate Moss hala merak konusu. Hakkında çok fazla şey yazılmıyor, fotoğraflar onun hakkında pek fazla şey anlatmıyor, ama her seferinde farklı bir Kate Moss olarak karşımıza çıkıyor.
Rock chic, BB, matador, çöldeki vaha, gizemli bahçedeki palmiye, Bowie, şeytan ya da rahibe. Meryl Streep gibi. Her rol onun için biçilmiş. O ise "sadece öylece durarak" bütün rolleri üstüne yapıştırabiliyor.
Kate Moss, her şeyi kendine yakıştırabilmektir. Kate Moss, Kate Moss olabilmektir.
Bir önceki postun giriş cümlesinde bahsetmiştim. Geçtiğimiz Cumartesi düzenlenen Vogue Festivale'in konuklarından biri de Mario Testino'ydu. Fotoğraflar üzerine kelam ederken konuşmasının en can alıcı kısmı ise şu şekilde gelişiyor;
"I always think, is it good enough that you could hang it on a wall?"
Mario Testino
Bana kalırsa da ortaya çıkan fotoğrafa baktığınızda "İşte bu tam duvara asmalık!" ya da "Var ya bundan da ne iyi kapak çıkardı!" demeniz gerekiyor. Ya da Okyanuslar ötesi dergi aşkı bana fotoğraflara baktığımda özellikle de ikinci önermeyi söyletiyor.
İnternet her dakika elimin altında olsa da her şeyden her zaman haberdar olamıyoruz. Ya onlara ulaşmak için doğru zaman gerekiyor ya da akılda başka bir şey varken görmezden gelebiliyoruz. Benim de Civan'ı tanımam yeni oluyor. Halbuki marka eskiye dayanıyor.
Civan'ın ilkbahar/yaz kolekisyonunun çekimlerini ilk gördüğümde düşündüğüm şey de tam buydu. Vscocam efektli ve Juergen Teller-esque kareler özellikle indie-fashion mag için harika kapak görseli olabilirler bence. Yanılıyor muyum?
Ülkeden başka örnek vermek gerekirse Emre Ünal'ın işleri de muazzam derecede keskin ve çarpıcı. Tek bir örnek vermek gerekirse Mayıs Vogue'da Mahizer Aytaş ile yapmış oldukları Punk Prenses'e göz atın. PS. Dergide bir de Şevval Sam'ı fotoğraflamış ki. Gerisi için bir tek #allahuekberwohoo demek düşer.
Geçtiğimiz cumartesi Londra'da İngiliz Vogue, Vogue Festivale'i düzenlerken yurdum Vogue'u da boş durmadı. Istanbul '74 ve 74Motion iş birliği ile Fashion Film Day Istanbul'u düzenledi.
Konu hakkında aklım çok karışık aslında. Düşünceler toparlanırsa bahsedicem, ama öncelikle yazıya şu şekilde giriş yapmakta fayda var. Aralarında Koray Birand ve Aslı Filinta'nın da olduğu bir panel dahi düzenlendi o gün. Belki orada benim bahsetmek istediğim şeye, kavramlara ya da ne bileyim bir şeylere değinmişlerdir, ancak ona kalamadım. Geri kalan 3 oturum ise şu şekildeydi. İlk oturum filmleri New York Festivali'nden seçilmiş olup Inez & Vinoodh gibi modanın görsel tarafını yalayıp yutmuş, sınırsız yaratıcılık ve bütçeye sahip isimlerin işlerini kapsıyordu. Bir çoğunu zaten internetten biliyoruz. Hatta en popüleri Helena Bonham Carter ve Ben Kingsley'in oynamış olduğu ve Roman Polanski'nin yönettiği Prada filmiydi.
İkinci oturum filmleri ise yerli isimlere aitti. Yanılıyorsam düzeltin ya da çok da abartmak istemem ama bizdeki filmler dört büyük moda haftası sonrasında gördüğünüz İstanbul Fashion Week gibi. Kalite pek bir yerlerde, hatta o kadar yerlerde ki bazı markalar ile yapılan iş birliğinden ortaya çıkan sonuç "Modanın kalbi Laleli'de atıyor" mottosu. Neyse ki ülkemiz de dijitale kaymaya başlıyor da şu anda yalapşap geçiştirilen bu işler bir iki seneye toparlanacaktır. Gerçi sanat yönetimindeki (kıyafet-makyaj) avamlık devam ettikçe ve işi ortaya çıkartırken kreatif ekip bunun bu şekilde güzel olduğunu düşündükçe değişen bir şey olmayacaktır. Teknoloji ilerlese de onu yakalamaya çalışsak da estetik anlayış yerlerde olduğu sürece aşama kaydedilmez.
Ayrıca yerli yabancı fark etmeden moda filmleri arasında moda markalarının reklam filmleri de yer alıyordu. Şimdi reklam filmi deyince evet film. Ama moda filmi deyince aklıma bambaşka bir şey geliyor. Mesela Prada'nın yaptığı film. Gerçi o da filmle reklamını yapıyor. Ya da Chanel'in parfüm reklamları. Hani Keira'nın motosiklete atladığı sahne. Hem film. Hem reklam.
Yerli filmlere gelince bu konuda en başarılı iş Serkan Şedele ve 101 Prodction'a aitti bence. Emel Kurhan'ın projesini de unutmamak gerekir. Öte yandan bir de Aslı Filinta videosundan sonra bayaa bir alkış koptu. Vimeo'da aradım buldum ve üç gündür aynı videoyu izliyorum. İnanılmaz eğlenceli, kıpır kıpır, ofiste masa altında ayaklar dans ediyor. Emre Doğru'nun da ellerine sağlık. İki sene önce Pitbull, Karen Elson ve Lanvin ortaklığı da böyle bir şeydi. Ya da birinci oturumda da gösterilen Azealia Banks ve Givenchy videosu. Ama benim gözümde bunlar mesela moda filmi değil. Evet tema moda, yani bir kere kıyafetler var. Seçilen kıyafetlerle kreatif ekibin derdini anlamaya çalışıyosunuz, müzik desen farklı bir diyalog aracı ama bilmiyorum işin içine "film" kavramı girdiğinde benim aklım karışıyor.
Karl Lagerfeld Cannes zamanında Chanel Cruise koleksiyonunu göstereceği zaman bir de film yayınlayacak. Keira Knighley ise Coco Chanel. Aşağıda teaser var. İşte bu gibi işler moda filmi bence. Diğerleri markanın konumunu gösteren, duruşunu belli eden ya da derdini anlatmaya çalışan projeler gibi.
Sonuçta videoların ortak noktası moda. Modanın çağrışımı herkeste farklıdır diye düşünüyorum ama bazı işlerin moda filmi olduğuna inandırılmam için bir konuşmak, tartışmak gerekiyor sanırım.
Gitmeden son bir örnek daha. İnternette bulamadım ancak modelin Kenzo'nun harflerine büründüğü şey de bir moda filmi bence. İzleyen varsa derdimi anlayacaktır.
Fransız ikili bu işte gerçekten iyi mi? Uzun bekleyiş ardından heyecan abartması mı, yoksa tamamıyla sosyal medya PR'ının son örneği mi? Belki de gerçekten kaliteli elektronik müziğe açlık durumu. Her neyse Daft Punk döndü, hem de feci. Üstüne bir de Hedi Slimane ile Saint Laurent iş birliği gelince pazarlama stratejisine moda da dahil edildi. Moda işin içindeyse popülariteyi dert etmenize gerek yok zaten. Hoş Daft Punk'ın buna ihtiyacı var mıydı zaten?
Her neyse "Get Lucky" her ne kadar sabah akşam enerji verse de Londralı gloomy indie folkçu arkadaşlar Daughter şarkıyı kendilerince düzenlemişler. Açık konuşmak gerekirse bu hali de çok güzel. Çok daha güzel. Şarkı ardından Daft Punk versiyonunu dinleyince asıl şeklinin Antalyalı Rus turistler için düzenlenmiş olduğunu bile düşünebilirsiniz.
Sonuç summer clubbing ya da summertime sadness. Get Lucky her şekilde sallıyor ortalığı.