25 Eylül 2011 Pazar

EVA THE GREEN !

Çokça İngiliz olmakla karıştırılsa da Eva Green aslında Fransız; derinden bakan etkileyici renkli gözler, omzundan aşağıya sarkan saçları, sert ve seksi duruşu, hepsinden de öte femme fatale ama aynı zamanda da gothic bedeni. Belki de bu yüzden yapımcılar romantik ama erotik, aynı zamanda baştan çıkartıcı rolleri hazırlarken Green'i düşünüyorlardır. Belki de 2012de vizyona girecek ''Dark Shadows''da Johnny Depp ve Helena Bonham Carter'ın yanında Tim Burton'un onu seçme isteği de çekici ama karanlık tarafı yüzündendir.
British Harper's Bazaar June 2011

Aslında tam da Carine Roitfeld ve Emanuelle Alt'ın Vogue Paris'te görmek istedikleri ve bizlere aktardıkları kadın modelinde.(Tabi daha fazla Carine). ''Fransızım, tembelim ve sigara içerim'' diyor Green. Roitfeld döneminden kalma editöryallerden selam çakan Parisienne kadınlar gibi. Saçlar dağınık, gözler ön planda, belki bir göğüsü açıkta ve duman altında. Gözler ise ''ahh o James Dean Glossy Eyes''.

Hollywood sinemasınca pek tanıdık olmayan ya da rağbet görmeyen Green'in kazandığı ödüller listesi de aslında şaşılacak derecede pek de kabarık değil. Gerçi kariyerinde henüz 10. yılını bile doldurmamış olmasına bakacak olursak belki de zaten henüz beklediği çıkışı yapamamış olması da buna etkendir. Yine de ilk filmi ''The Dreamers'' 9 yıllık kariyerinin zirve noktasıdır kanımca.

Gençtiler, şehvetliydiler 1968 yılının Paris'inde yaşıyorlardı. İki kardeş bir de Amerikalı yabancı. Egzotik Avrupa ve sınırları olmayan iki kardeş. Cinsellik, çıplaklık, özgürlük, müzikleri, mesajları ve eski kült filmlere gönderme yapan Bertolucci filminde, Eva Green en az karakteri Isabelle kadar şehvetli bir şekilde sinemaya merhaba demişti. Genç bir kız olmasının yanı sıra, ilk filmi için bile fazla cüretkar olan filmde Green belki de hiç olmadığı kadar baştan çıkartıcıydı. Filmi izledikten sonra iyi ki de Green'in yakın çevresinin dediklerini kulak arkası edip rolü kabul ettiğine seviniyorsunuz bile.

Çıplaklık tıpkı Penelope Cruz, Julianne Moore ve Kate Winslet gibi Eva Green'in de karakter özelliği olmuş neredeyse. En az ilk üç isim kadar rol aldığı tüm filmlerde cüretkar sahneleri mevcut. Tıpkı her bölümde en az 3 dakika boyunca vücudunu cömertçe sergilediği Starz'ın yayından kaldırdığı ''The Camelot''ta olduğu gibi. Kral Arthur'un ablası Morgan rolünde karşımıza çıkan Green, akıllıca hareketlerde bulunmasa da sinsi ve karanlık güçlere sahip olan aynı zamanda istediği şeyi almak için her türlü deliliğe başvurabilecek, bir imparator kadar oturaklı ve ihtişamlı aynı zamanda seksi ve baştan çıkartıcı karakteriyle de yine kendine en uygun rolü canlandırmıştı. O bakışlar, o aksan ve o duruş. Sanırım konu Eva Green'se hakkında yazılan hiçbir metinde ''baştan çıkartıcı'' sıfatı en az 3 kere kullanılmazsa o yazı yeterince onu betimleyemiyormuş gibi.
Dior @ 2008 Bafta Awards / Dior @ AmFar Gala / Givency @ 2007 Academy Awards

Green 2011 yılında da vizyonu meşgul eden iki ayrı filmle karşımıza çıktı. İkisinin temelinde de duygusal, içten, utangaç ve romantik kadının duygularını ön plana çıkartsa da birinde hırsı ve istekleri neler yaptığını göremeyecek kadar kendini kör eden hislere sahip bir kadın formatını vurgulamakta. Filmlerden ilki geçtiğimiz ay vizyona giren karamsar içerikli ''Perfect Sense''. Green'e baş rolde yardım eden isim ise İskoç ''taş'' aktör Ewan McGregor. Nobel Ödüllü Jose Saramago romanı ''Körlük''ün bir diğer boyutu da diyebilirim film için. Çığrından çıkan 21. yüz yıl insanı tüm öfke, sinir ve hırs harbinden sonra gittikçe hissizleşmeye başlar ve sona doğru yaşayan birer ölü olmaya başlar. Peki tüm bu hisler kaybolmaya ya da işlevlerini yitirmeye başlarken aşk ne yapabilir, dur diyebilir mi ? Distopik bir dünya hayal edin ama içinde aksanıyla, duruşlarıyla ve aşklarıyla sizi kendinizden geçirecek iki karakter de olsun içinde.
2011 Bafta Awards // Eva Green'in seçimi kavalyesi Tom Ford'un '11 S/ S kolleksiyonundan. En köşedeki karede ise Tom Ford, Green'in elbiesine takılan ayakkabı ile cebelleşmekte. Tres cute. 

Filmlerden bir diğer ise ''Womb''. Kanımca içerik sebebiyle Türkiye'de pek vizyon yüzü göreceğe benzemiyor. Ancak geçtiğimiz kış !F Bağımsız Filmer Festivali'nde gösterildiğini belirtmeliyim. Film çekilmiş olduğu mekanlar ve Eva Green sayesinde kendini bana çekse de içerik olarak kanımca fazla boş, fazla uzun ve sonuna doğru da yeterince rahatsız edici. İki ufaklığın birbirlerine karşı besledikleri sevgi ve saf aşk gibi tatlı konularla başlayan hikaye daha sonra kızın (Green) ülkeyi terk edip Japonya'ya yerleşme zorunluluğu nedeniyle sarsılır. Ancak daha sonra -15 yıl gibi - geri dönen kızla çocuğun aşkı yeniden devam eder. Biraz ''Jeux d'enfants'' ve ''Los Amantes des Circulo Polar''un insanı kahreden sonu kıvamında devam eden film, sevgilisini kaybettikten sonra onun spermleriyle hamile kalan Rebecca'nın hayat hikayesi aslında. Ancak çocuk ergenliğe geçtikten sonra işler hiç de filmin başı kadar saf ve sevgi dolu olmayacak. İşte işin rahatsız edici boyutu da - en azından bana göre- burada. Aslında benzer sahnelerin ''Savage Grace''de yer aldığını belirtmeliyim, yani ama burada olayın akışı ve karakterlerin hayata bakış açıları ve duruşları açısından olayın gelişimi insanın kanını daha fazla dondurmakta sanırım. (İlginç gelen nokta ise sürekli Julianne Moore'a benzettiğim Green'in onun rolüne benzer bir şekilde karşıma çıkması oldu.)
from ''Madame Figaro'' 2011

''The Golden Compass'' ve ''Casino Royal'' gibi macera, aksiyon ve fantastik filmlerde de rol alan Green'in filmografisine son eklenen yapım ise yazının başında da belirttiğim gibi bir Tim Burton filmi olan ''Dark Shadows''. Bu sefer korku ve gizem işin içinde. Mistik bakışları ve gotik duruşuyla da Burton'un dramatik-korku altyapılı karakterinin üstünden geleceğine de eminim. Belki de seksi bir kadından sonra ortaya çıkartabildiği en iyi karakter de tıpkı ''The Golden Compass'' ve ''Camelot''ta da olduğu gibi bir büyücü. Ortada olan şey de bu iki karakterin aksinde sıradan ve duygusal rollerde izleyiciyi büyüleyip altından girip üstünden çıkıyor. Kim bilir belki de içine Orta Çağ'dan kalmış Fransız büyücü atalarından biri kaçmıştır.

Eva Green tüm bunların yanında Tom Ford'un ilham perisi, arkadaşı. Yine de onun ''gerçek kadınları'' yürüttüğü defilelerde ya da ''A Single Man'' filminde bulunmadı. Ama Dior, Lancome ve Armani için kampanya yüzü oldu. Defilelerde ''front row''ları kaptı Oscar ve Bafta'lar sonrasında adı sürekli ''best dressed''ler listesinde geçti.

Altını çizmekte yarar var. ''İnsanların beni sadece femme fatale bir karaktermişim ya da sterotypemışım gibi görmelerini istemiyorum.'' diyor. Yine de içten içe bu özelliğine tapmış olduğunu hepimiz de biliyoruz, daha önceki yazılarımdan birinde de (tık) belirttiğim gibi Interview Magazine için yapılan röportaja ek olarak gerçekleştirilen editöryalde ''The Night Porter''ı canlandırmak istemişti. Tabi yine de belirtmekte fayda var, Green'in tüm sert ve haşin rollerinin altında yatan kırılgan ve çekingen karakter de ''The Night Porter''da mevcuttu.
image credits
tumblr.com
fashionspot.com
style.com

1 yorum: