12 Kasım 2011 Cumartesi

GÜÇ SEMBOLÜ: EVİMİZ HOLLYWOOD'DA

Sanırım festivaller dışında ve şans eseri izleyip de filmini beğendikten sonra yönetmenini daha iyi tanıyabilmek açısından seyretmek istediğim diğer filmleri de saymazsak bir filmi seçmemde en büyük etken oyuncular. Ancak bazen öyle yapımlar oluyor ki, zaten kendisine seyirciyi sırf oyuncu kadrosuyla çekmeyi başarıyor, bazen senaryo o kadronun altında ezilirken bazen de bu kadroyla ancak böyle bir hikaye mi yazmışlar diyebiliyoruz. Bazen de senaryoyu yüceltip here comes the comboooooo !

Kuşkusuz geçtiğimiz yaz vizyona giren ''Horrible Bosses'' Evimiz Holloywood'da temalı bir yazı için en iyi örneklerden. Senaryosu klasik bir salak ile avanak ikilisinin yapabileceği türden şeylerden oluşma bir hikayeden çıkıverse de çok sığ bir komedi olsa da kadrodaki her oyuncunun hareketleri inanılmazdı. Komedi filmlerinin olmazsa olmazı Jennifer Aniston yetmezmiş gibi Collin Farrel ve Kevin Spacey de filmin Jason Batemen, Charlie Day ve Jason Sudeikis'den oluşan normal kadrosuna eklenince ortaya karışık ünlülü bir pizza gelmekte. Rolleri daha az da olsa filmin en komik yanlarını yine o büyük üçlü götürse de aslında bence senaryoyu devleştiren isimler oyuncular burada.

Yakın geçmişte vizyona giren bir diğer komedi de son yıllarda seyretmiş olduğum en kaliteli romantik-komedilerin başında geliyordu sanırım. Akıllıca yazılmış espriler, sıkmayan konu ve yıldız kadrosuyla da birleşince sonuçta AA alabilen yapıma dönüşüyor. Bahsettiğim film ''Crazy Stupid Love''un kadrosunda Julianne Moore, Ryan Gosling, Emma Stone, Kevin Bacon ve Marissa Tomei'in yanı sıra komedi filmlerinin beyni Steve Carell'ı da bulunuyordu. Zaten sanırım Carell'ın oynayıp bizlerin burun kıvırabileceği pek de komedi filmi yoktur. Ama yine de tüm dev isimlerin yanı sıra ''tatlı aşıklar'' mesajıyla Hollywood'un yeni gözdesi Emma Stone ve womanizer karakteriyle Ryan Gosling favorimdi. Üstelik bunu Moore'un oynadığı bir film için söylüyorum.

Ve ''Contagion''. Kate Winslet'ın IMDb sayfasında filmi gördüğüm ilk günden beri ''heycans tavan'' şeklinde beklediğim film fragmanından da pek bir şey anlamadığımdan daha da körüklenmişti. Son 20 yılın en gözde üç kadını Kate Winslet, Gwyneth Paltrow ve Marion Cotillard'ı bir araya getiren filmin erkek kadrosu kızların gücü altında ezilse de Matt Damon, Jude Law ve Laurence Fishburne de yavan isimler sayılmaz neticede. Film aslında en olabilecek ve sıradan bir konu üstünde yoğunlaşıyor, zaten ilgimi çeken yanı da reel bir olayı sonuna kadar bu şekilde işin içine fantastik öğeler karıştırmadan devam ettirmeleri. Senaryo ve hikaye sakin sularda devam ederken bir anda da korku gerilim ve endişe hisleri de yine bizlerde uyandırtılan dürtülerden. Modern Çağın kahramanlık destanı da diyebileceğimiz bir metne de sahip olan filmin asıl - en büyük kahramanı - da *spoiler* filmin yıldız kadrosundan her hangi biri olmaması da ilginç ve dikkat çekici kanımca. Saydığım isimlerin hemen hemen hiç biri Kate- Damon ve Damon-Paltrow dışında bir araya gelmeseler de böyle bir kadronun aynı afişte yer almasının bende uyandırdğı hissi kelimelere dökemem sanırım. Kadroda bu denli dev isimler yer almasaydı kalkıp sinemaya gider miydim veya filmi beğenir miydim orası da meçhul sanırım.

Woody Allen ! Kamerasını Avrupa'ya taşıdığından bu yana - ki Amerika için de aksini söylemek imkansız olsa da - muhteşem oyuncu kadrolarını, enfes şehir manzaralarını ve A kalite eğlenceyi sinema salonlarına getirdiği bence çok açık. ''Midnight in Paris'' projesini duyurduğum günden beri yine heyecanın ve merakın film setinden karelerin ve dedikoduların internete düşmesiyle de perçinlenen bir süreçten bahsediyoruz. Baş roldeki iki ana karekterin Owen Wilson ve Rachel McAdams'ın hayal kırıklılığı yarattığı filmin başlı başına üç heyecan yaratan öğesi Paris, Carla Bruni ve Marion Cotillard'dı. Nasıl ki Penelope ve Javier'siz bir Barcelona düşünülemezse Eiffel Kulesinin, Marion'un ve son yıllardaki magazin akımına bakacak olursak da Bruni'siz bir Paris düşünülemezdi. Kathy Bates, Adrian Brody ve Michael Sheen'in de filmde yer alması tabiki de extra artı değerlerden. NewComers olarak gösterilen ve benim son dönemdeki favorilerimden Lea Seydoux'un katkısı bile muhteşemdi, üstelik bence o bile baş roldeki oyunculardan daha iyiydi. 20li yılları sevmemden ötürü mü Fitzgerald'a Hemingway'e Stein'a, Picasso ve Dali'ye ekstra sevgi ve saygı göstermemden midir bilmem ama filmin modern peri masallarından farksız olduğu açık ve net. ''Gece yarıları sadece korkuya değil, eğlenceye, gizeme ve hayallere de açıktır'' temasını bizlere en iyi şekilde anlattıran filmi kesinlikle sevmemin ve bayılmamın nedeni de hayallerimi süsleyen 3 hikayeden birinin bu filmde işlenmiş olması. Diğer ikisi de kısmen ''Immortals'' ve ''Factory Girl''de işlense de umarım hayallerim gerçekleşir.

Aslında iş zengin kadroya gelince bunun tadı en güzel romantik komedilerde çıkıyor. Bütün Hollywood'u bir araya getiren ''Valentine's Day'' ve kısmen de olsa ''He's Not Just Into You'' sanırım demek istediğimi anlatan cinsten. ''Love Actually'' ve ''Mona Lisa Smile'' da bunlardan bir kaçı yine. Özellikle son Harry Potter filmlerini de atlamamalıyım sanırım. Henüz seyretme şansına ulaşamadığım ''Melancholia'' da aslında bu filmlerden bir diğeri.

Filmleri sıralarken elbet aklımdan uçup giden başkaları da olmuştur, ama demek istediğim başka şeyler de var. Bu gibi filmerin en sevdiğim bir diğer yanı ise afişler. Tüm karakterlerle ayrı ayrı yapılan afişlerin yanı sıra, küçük karelerde bir araya gelinen ve üstünde tüm o isimlerin yazdığı ana afişler. İşte o kağıt parçasından fışkıran gücün hazzı. Sanırım bende etki yaratan en büyük kısmı bundan kaynaklanıyor. Üstelik bir de bu filmlerin galaları ya da Cannes'da gerçekleşen photo call'ları var ki. Bence onlar daha da reel.

Bir de muhteşem dörtlü aşk hikayelerinin anlatıldığı 4 yıldız oyuncuyu bir araya getiren filmler vardır ki bence o da başka bir post konusu olabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder